Siyasetin arka yüzü ve al bu da benden sana imtiyaz



Şöyle bakıyoruz da…
İlk bakışta, bu iktidar ne çok işler yapıyor, ne büyük projeleri gerçekleştiriyor diye düşünüyoruz değil mi?
Hava alanları, köprüler, tüneller, yollar, metrolar, falan filan…
Şimdi bunu bir kere daha düşünsenize; gerçekten hükümet mi yapıyor? Yoksa “bu işi bana bırak, ben yapayım üzerine de biraz para kazanayım” diyen, siyasetle ilgili olanlara isimleri pek de yabancı gelmeyen birilerine mi “veriyor?”
Yani aslında yaptığı belli isimlere “imtiyaz dağıtmak” sonra da “İktidarımız eseri” deyip kurdele kesmek mi?
Öyle ya;
Diyelim ki İzmit Körfezi üzerine bir asma köprü yapılıp işletilmesi kazançlı görünüyor.
İnsanlar körfezi dolanmak yerine kestirmeden karşıya geçmek istiyorlar ya...
Devlet yapsa yapar mı?
Yapar tabii, açar ihaleyi verir müteahhide yaptırır.
Ama “para meselesi” diyorlar.
Yani devletin bulamayacağı parayı şirketler daha kolay bulur(!) Üstelik “onlar yaparsa daha da hoş olur(!)” düşüncesi.
Aslında biliyor musunuz, “para” da sorun değil, çünkü bu işlerde para, parası olana değil “projenin karlılığına” verilir.
Karlı projeniz varsa kaynak her zaman bulunur, siz hele hele herhangi bir şirket değil de devlet olarak borçlanıyorsanız.
Bu konuda “sosyal devletçiler”le “liberal düzen”ciler arasında taban tabana zıt bir görüş vardır ama bu görüş(!) daha çok iktidarın kimden yana olduğuna bağlı olarak kabul görür.
Sosyal devletçiler “devlet yapsın, maliyeti düşük olsun, halk köprüden ucuza geçsin, torunlarımıza kadar borca batmayalım derken; liberal düzenciler “özel sektör yapsın, hazineden beş kuruş çıkmasın, işin maliyetine yapanın kazancını da eklediğimizde kaç para gerekiyorsa bedelini vatandaş ödesin, birilerine de kazandıralım” diyorlar.
Bunu siz “Müşteri” olarak düşünürseniz tabii ki ilkini yani devletin yapmasını tercih edersiniz değil mi?
Çünkü devlet yapsa daha ucuza yararlanırım, kimseyi palazlandırmak için müşteri olmayayım gibi…
Ama şu işe bakın ki, olayın bu yönünü pek göz önüne getirmeyen bir kısım vatandaşımız; hem kendisine, hem çoluk çocuğuna hayli pahalıya gelecek bu işlere “aman bu hükümet ne güzel işler yapıyor” deyip alkış tutuyor da, torununa kadar altına girdiği yükün hesabını yapmayı bir türlü akıl edemiyor.
*
Bir işi devletin mi yoksa özel sektörün mü daha “iyi” yapacağı konusu yine de tartışılabilir diyelim
Ama “Yap-İşlet-devret” modelinin -halka pahalıya da mal olsa- çoğu zaman “abartılmasının”, “keyfileştirilmesinin” sonuçta bir “imtiyaz dağıtımı” haline dönüşebileceğini de gözden kaçırmamak gerekir.
Düşünsenize, örneğin yeni bir havaalanı, bir boğaz geçişi, bir elektrik dağıtım işi bu yöntemle birine “verilecek”…
İş cazip; vatandaş mecburen müşteri, fiyatlara kolay kolay ses çıkarabilen olmayacak.
İktidar, “verdim gitti işi şuna” diyor ve veriyor.
Adeta bir servet bağışı, ömür boyu sürecek bir büyük gelir kaynağı. Hani Deli Dumrul’un hikayesindeki gibi; geçenden şu kadar dolar ücret, geçmeyen olursa yine de parasını devlet garanti ediyor.
Şimdi şu soruları soralım bakalım kendi kendimize:
-Böyle bir projenin gerçekleştirilmesi, ülkenin ihtiyaç sıralamasında acaba ne kadar öncelikliydi de “yap diye birilerine verildi”?
-Bu öncelik sırasında kimin fikri belirleyici?
Üniversitelerin mi? Meslek kuruluşlarının mı? Yöre halkının mı? Ya da üzerinde ciddi ciddi imar planları, ekonomik-sosyal araştırmalar mı yapıldı?
-Seçilen yatırımcılar iktidar ile ne kadar içli-dışlı, bu işin ne kadar erbabı?
-Bu projeyi devlet yapsaydı kaça mal olurdu? Özel sektöre verdiğinizde üzerine konacak kazanç payı da eklendiğinde topluma kaça mal olacak? Ya da halka yükü ne kadar artacak?
-Bu verilen iş bir kamu hizmeti ise, bunun işletilmesini özel sektörün eline bıraktığınızda işlerin “kamu hizmeti” niteliği ne kadar korunabilecek, işler müteahhit elinde ne kadar kamusal anlayışla yürütülecek?
-Bu projeyi “al yap” diye verenler, yapılacak işin maliyet ve randıman hesaplarını, müteahhide bırakılan getirisini ne kadar sağlıklı yapmışlardır, işletmeye geçildiğinde üzerinde ne kadar denetim yapılabilecektir?
-Ettiği kar ne kadar yüksek olursa olsun kendine ama, hesapları tutmaz da zarar ederse neden aradaki farkı devlet ödeyecek? Bu işlerde başarısız bir işletmeye bile kazanç garantisi vermek doğru mudur?
*
Bunlar hep tartışılabilir değil mi?
Ve “tartışmalı olduğu ölçüde” de “Yap-İşlet-Devret”in aslında devletin akıllıca bir yatırım tercihi değil ama birilerine bir tür “imtiyaz dağıtma”ya döndüğü düşünülebilir.
Türkiye maalesef son yıllarda bu haklı endişelerin ve dolayısıyla tartışmaların çok yoğun olduğu bir ülke haline geldi.
-İhale kanunu, neredeyse her yapılacak büyük ihaleye uygun olsun diye ikide bir değiştiriliyor.
-İhalelerin sonrasında işin projesinden sözleşmesindeki her türlü koşuluna kadar çok şey sonradan değiştirilebiliyor.
-Projenin kime verilip kime verilmeyeceği konusunda bazı özel tercihlerin belirleyici olduğu düşüncesi yaygınlaşmış durumda.
-Kurulan işletmenin “müşteri” haline dönüşen “halk”a nasıl bir fiyat politikası uygulayacağı, hizmet kalitesinin ne olacağı konusunda ciddi endişeler taşınıyor.
*
Adını koyalım:
O zaman ortadaki manzara, Yap-İşlet-Devret adı altında “imtiyaz dağıtımı” değil mi?
O zaman bunun neresi “icraat”?
Bir taraftan da devlet yapmasın, “Falan yapsın, işletsin” dediğiniz adamların yaptığı iş nasıl oluyor da iktidarın yani bu imtiyazı verenlerin başarı hanesine yazılıyor?
Ne tuhaf değil mi?
Köprüyü sen yap, havaalanını sen, tüneli falan, yolu filan yapsın diyor ve birilerini “memnun ediyorsunuz”… ve bu şekilde ne kadar imtiyaz dağıtırsan o kadar çok “icraat” yapmış oluyorsun.
Oh ne ala değil mi?
Hem işi verirken hem kurdelesini keserken büyük “hoşluk”lar
*
Adı “Yap-İşlet-Devret” olsa da, bir tür “imtiyaz dağıtımı” olan bu model, aslında 1881’lerde iflasını ilan etmiş olan Osmanlı’nın modelidir biliyor musunuz?
Osmanlı’daki kötü idare giderek borca batıp memur maaşlarından dış borçlara kadar kimseye para ödeyemeyince, iflası ilan eden ünlü Muharrem Kararnamesi imzalanmış ve devletin bütün geliri alacaklılara devredilmiş ve bunun için “Duyun-u Umumiye” idaresi kurulmuştur.
Osmanlı bundan sonra kendi parasıyla icraat yapma şansını kaybedince pek çok hizmeti imtiyazlı şirketlere devretmiş, “al işlet” denilerek yabancı şirketlere verilmiş, devlet bunlara şunu şöyle yapacaksın diyememiş ve halk bu işletmelerin mecburi “müşterisi” olmuştur.
Şöyle birkaçını sayalım mı?
- Şirket-i Hayriye (1850)
-Dersaadet Tramvay Şirketi (1870)
-Tünel Şirketi (1870)
-Dersaadet Otobüs ve Omnibüs Osmanî Anonim Şirketi (1909)
-Haliç Vapurları Şirketi (1910)
- Metropoliten Demiryolu Şirketi (1912)
-Boğaziçi Elektrikli Demiryolu Şirketi (1912)
-Dersaadet Su Şirketi (1882)
-İzmir Havagazı Şirketi (1862)
-Gaz Depoları Kolektif Şirketi (1882)
-İstanbul Şehri Tenvir Şirketi (1888)
- Üsküdar- Kadıköyü Osmanlı Gaz Şirket-i Tenviriyyesi (1891)
-İzmir Limanı Osmanlı Şirketi (1876)
-Dersaadet Rıhtım ve Dok ve Antrepolar Şirketi (1892)
-Anadolu Demiryolu Şirketi (1908)
-Dersaadet Telefon Anonim Şirket-i Osmaniyyesi (1911)
-İzmir ve Civarı Telefon Türk Anonim Şirketi (1926)
-Bursa Cer ve Tenviri Elektrik Şirketi (1906)
-İzmir-Göztepe Elektrik ve Tramvay Şirketi (1909)
-Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi (1911)
……
Liste uzayıp gidiyor… Bu arada bu yap-işlet şirketlerinin kuruluş tarihlerine dikkat ettiniz mi? Bunların hemen hepsi de Osmanlı’nın tam çökmüş günlerinin “hazineden beş kuruş çıkmadan” yapılmış yatırımlarıdır.
Kurtuluş’tan sonra bu “kaymaklı” işten vazgeçmek istemeyen yabancılarla taa 1923’de Lozan’da kapışılmış ve ancak çok gergin görüşme ve restleşmelerden sonradır ki bu “yap-işlet” imtiyazları kaldırılabilmiştir.
Sonra ne oldu diyeceksiniz?
Ne olacak? Adı değişti, “özelleştirme” oldu, “yap işlet” oldu.
Devletin “Vatandaş”ı, özel sektörün “müşteri”si oldu.
Gördüğünüz gibi buraya kadar tarih bir kere daha tekerrür etti.
Bakalım bu tekerrürde yeni Lozan ne zaman?
Şimdi, İstanbul’da vapur işletmeciliğini düşünün, tekel ürünlerini kimden aldığınızı düşünün, Elektrik paralarını kimlerin topladığını düşünün, İzmit körfez köprüsünden kaç dolara geçeceğinizi, ödenecek ücretlerin kimin kasasına gireceğini düşünün; sonra da bu işlerde ne kadar “icraat” ne kadar birilerine “imtiyaz dağıtımı” olduğuna, kimlerin ne kadar sevindirilmiş olduğuna ve...
Osmanlıcılığın neresinde olduğumuza siz karar verin.