Devletin emek piyasasına müdahalesi: Asgari ücret


Ne zaman ve nerede olursa olsun bu hep böyledir ama maalesef bizim gibi “kazanamayan” ekonomilerde asgari ücret tartışmaları gündemden hiç düşmez.
Neden düşmez ki?
Bir kere ekonomide “Paylaşılacak kazanç” gelişmiş ülkelere göre çok düşüktür.
İkincisi, emek piyasasında “arz” talepten büyüktür. Yani her zaman devletten bir şeyler bekleyen bir işsizler ordusu, bir şekilde iş bulup çalışanlarda ise “devlet bizi kollasın” talebi vardır.

İşte böyle bir tabloda ortada konuyu belirleyici olan iki denge noktası var:
-Birincisi, işverenler ile iş bekleyen ya da daha iyi ücretle iş bekleyenler arasındaki piyasa dengesi;
-İkincisi, Bu birincinin yani piyasanın kendi halindeki dengesine şu ya da bu yönde müdahale edilerek çıtanın taşındığı ikinci denge.

Uygulamada görülen denge yani “sonuç”, tabii ki bu birinci denge noktasına da dikkat ederek devletin “böyle olmasına karar verdim” dediği ama ne kadar becerdiği de oldukça tartışmalı olan ikinci dengedir.
Şimdi bu dengelerin günümüzdeki durumunu, “az yaptı” “çok yaptı” gibi kısır tartışmalara girmeden; nasıl oluştuğu, asıl tartışılması gerekenin ne olduğu hatta “seninki kaç simitti, benimki kaç simit” komikliklerine düşmeden asıl konulara girelim.

*
Eğer ekonominiz “Liberal” ise ve bu liberalliğin anlamı “gücü gücü yetene, biz kimsenin elini tutamayız” demekse; emek piyasasındaki ücret düzeyinin belirleyicisi de o ekonomideki çalışmak isteyen nüfus ile çalıştırmak istenen nüfus arasındaki dengeyle belirlenir.
Eğer ekonominin kısır bir döngü içerisindeyse, üretemiyorsa, bu durumda üretimin en önemli girdisi olan emeğin arzı her zaman yüksek ama talebi düşük olacaktır.
Örneğin; “haydi…” dediğinizde size doğru koşturacak 10 milyon kişinin bulunduğu bir ekonomide bu işin şakulü öyle sendika ya da devlet müdahalesi ile düzelemeyecek kadar kaymış demektir.
Çünkü sendikacıyım, “bırakın düzelteyim” derseniz en başta “işi bıraktırırım ha!”diyecek gücünüz yoktur. Hadi bir kahramanlık yapayım da deneyeyim derseniz arkanızda yeteri kadar üye bulamayacağınız gibi “Piyasa ekonomisinin denge ve kurumları” da size “bırakırsan bırak kardeşim, elini sallasa 10 milyon var geride” diye bu hamlenizi boşa çıkarır.
Bu nedenle, “siyaseten” yapmadığınız takdirde sonuçsuz kalacak, pek bir işe yaramayacak bir iştir.

Oysa emek arz ve talebinin iyi kötü dengeli olduğu bir ekonomide, kendi halinde bile iyi kötü kabul edilebilir bir noktada oluşan ücret dengelerini -eğer sosyal tarafı güçlü bir devlet iseniz- her zaman o devlet elinizle işi “biraz daha iyi” noktalara getirebilirsiniz.

Nasıl olur bu?
Ücret, her zaman için çalışanın o kazancın içerisinden aldığı paydır.
Devlet olarak bakarsınız ki işveren çok kazanıyor ama emek kesimi yeterince güçlü olup bu kazançtan yeterli bir pay alamıyor; siz o piyasa dengesine müdahale eder, “Adamlarına en azından şu kadar para vereceksin, bu düzeni ben yönetiyorsam ölçüm budur” dersiniz.
Gerçekten sözünüzü de geçirebiliyorsanız işvereni bu yeni ücret düzeyine mecbur edersiniz.

Ama ekonominiz verimsiz, yatırım ve bu yatırımların kazancı düşük, dolayısıyla istihdam işi neredeyse işverenin lütfu haline gelmişse ne ekonomik ne de siyaseten bunu yapamazsınız.
Hadi deneyeyim derseniz denersiniz tabii de iyilik edeyim derken emek sektörüne de zarar verirsiniz. Çünkü işveren bu baskıyı kaldıramayınca ya kapatır kaçar ya kayıt dışına çıkar ama en azından istihdamı kısar.
Demek ki “emek piyasasında asgari ücret” belirleme imkanıyla bir şeyler yapmak için o ekonominin buna iyi kötü imkân verebilecek durumda olması gerekir.
Buna dikkat etmeden yapacağınız “kahramanlık” hani “severken öldürmek” denir ya, aynen ona benzer.

*
Peki durum buysa yine de bir şeyler yapılabilir mi?
Yapılır tabii.. Biz buna “bir şey yapmak” değil de “bir şeyi yapmaktan vazgeçmek” de diyebiliriz.

Gelelim o konuya şimdi:
Devletler iyidir hoştur da ekonomiye “nizam verirken” mutlaka bundan kendilerine de bir pay çıkarırlar: İstihdamı vergilendirmek!
Devlet, mal ve hizmet üretimindeki işçilik ödemelerini, yani bu önemli maliyet unsurunu çoğu zaman ama daha çok da “tahsilatçı vergicilik” anlayışıyla öncelikle “emekçinin geliri” olarak görüp, “herkes gücü oranında” güzellemesiyle ve geliri ayakta kalmaya yetmeyeceklerin o yetersiz ücretini bile” bu kapsamda görerek bir güzel vergilendirir.
Yani, zaten yetersiz bir düzeyde oluşmuş ve belirlenmiş olan asgari ücretin biraz daha yetersiz kalacağı düzeye inmesini “kutsal” bir eylem sayar.
Gerçi bu konu “vergiyi her zaman işçi mi yoksa işveren mi öder” konusu tartışmalıdır” diye hemen kabul etmeyenler de olacaktır ama bu tabii ki o verginin kimin adına salındığına değil, kime yansıdığına -daha doğrusu kime kaydırıldığına- bakılarak düşünülmelidir.
Ama her durumda bordro üzerinden alınan vergi aynen “istihdam” olayından alınır.

Burada istihdamı ve dolayısıyla hem ülke ekonomisinin daha çok üretmesi hem insanların daha iyi ücret alması ya da işsizlikten dolayı aç kalmaması için yapılacak ama bize göre asla “yapılmayacak” olan şey, özellikle düşük ücretlerde istihdam üzerinden pay almaktan vaz geçmektir.
Bunu yapmaz, kamu yükünü üretim ve istihdamın üzerine yıkar “en kolayı bu” düşüncesi ve hatta beceriksizliği ile hareket ederseniz her geçen gün bıçak kemiğe biraz daha dayanır ve asgari ücret konusu “siyaseten” iktidar sahiplerinin karabasanı haline gelir.

Şimdiki durum maalesef budur.
Kalkınmada ciddi bir başarı yakalanamıyorsa, bu ekonomide belirlenecek asgari ücretin düzeyi oldukça sınırlıdır ve ne yazık ki günümüzde ne o asgari ücret masasına oturan sendikalar, ne işveren temsilcileri en azından bu masadan -kahvehane tabiriyle- “mano” alınmadan kalkılmasını dile bile getirememektedir.

Ne diyelim?
Bizden ancak söylemesi…

 

 

 

 .