|
VERGİYİ KİM KOYAR
KİM KALDIRIR?
Bilemiyorum, bunları böyle “pat” diye söylememizden dolayı şimdi kimler
ne kadar alınır ne kadar öfkelenir ve hatta tepkiler verir ama, bu
işlerin neredeyse “kaos”a döndüğü, o kaos ortamında dönen çarkların ise
her an bir şeyleri un ufak edip öğüttüğü “bu gibi zamanlarda” lafı fazla
uzatmanın, konunun etrafında dönüp durmanın bir anlamı var mı?
Belki var diyenler de olacak ama biz yine de söyleyelim:
1.”Vergi” işin özünde bir “tahsilat”tır. “Güc”ün tahsilatıdır.
Bu tahsilat, herkesçe kolayca kabul edilebileceği gibi “verilen” değil,
“alınan” para, mal gibi bir takım değerlerdir. Yapılan tahsilatın
şekli-şemalinin zaman ve mekâna göre bazı değişiklikler göstermekte
olması hiçbir zaman onun bir “tahsilat” niteliğini değiştirmez. Hadi
biraz bilimsel olsun derseniz, yapılan iş “otoriteye yapılan kaynak
transferidir”
2. “Alınan” anlamında “Tahsilat”; sonuç olarak “ödeyen”den “kendisine
ödenen”e giden süreçte, arada hangi kurum, hangi kişi veya usul gibi
“vesile”lerin pek fazla önemi olmadan, gitmesi gereken yer ya da yerlere
gider. Yani bunun böyle olmasını isteyen “güc”ün eline ulaşır.
Nitekim, vergicilik konuşulduğunda kimi zaman istihza ile anılan “Deli
Dumrul”un köprüsü olayında da ünlü Magna Carta'da feodallerin “tamam
ödeyelim ama bunu önceden bilelim” olayında da “Güç”, bir biçimde
“tahsilatını” yapar.
İşte tüm bu olaylarda birilerinin Dumrul'un köprüsünden geçmeleri ya da
geçmemeleri, Kral'a yapılacak ödemelerin belirli bir ölçü ve takvime
bağlı olarak yapılmasını istemeleri de bu durumu değiştirmez.
Sonuçta “Güç” birilerinin kendine bir şey “ödemelerini” istemiştir ve
öyle ya da böyle alacaktır.
“Yok öyle şey, kolay kolay da alamaz kimse” dense bile bu iş yine
böyledir.
Eğer bastırıp vergiyi alamıyorsa zaten ortada böyle bir güç de yok
demektir.
Ama, insanlığın her evresinde “vergi” denen bir “ağırlık” hissedildiğine
göre her zaman ve mutlaka onun arkasında “vergi salan bir güç”
olacaktır.
Bu ilişkiyi reddetmek, “bu işlerde zorlama falan yok” demek mümkün de
değil.
Aksi takdirde; verginin bir “lütuf” olduğunu, “lütfen” verildiğini kabul
etmek gerekir. Yani gönlünden geçen verir, geçmeyen vermez gibi yaşamın
dinamikleriyle bağdaşmayan bir garip açıklama çıkar ortaya.
3.Bazı yumuşatıcı yorumlarda görüleceği üzere, vergiyi koyan gücün bu
tahsilatının, “Kamu hizmetlerinin görülebilmesi için yurttaşlardan
istediği bedel” gibi açıklanması, ne yazık ki verginin ekonomi-politik
dinamiklerini anlayıp yerli yerine oturtmaktan uzaktır.
Çünkü, bunun böyle olması için, vergiyi toplayan gücün toplanan bu
vergilerin ne kadarını nereye harcayabileceği konusunda ciddi bir
sınırlama getirebilmek ya da gerektiğinde engellemek için en azından o
gücün karşısına dikilip bunun hesabını soracak “bunu neden keyfince ya
da yanlı olarak harcadın” diyebilecek bir karşı güce ihtiyaç vardır ki
bir denge kurulabilsin.
Oysa yine tarih boyunca görülmüştür ki, vergiyi koyan güç, en fazla
karşısında yükselecek tepkiyi önleyecek kadar bir “harcama”yı “feda”
ettikten sonra, geriye kalanın artık kendi saltanatının hakkı olduğunu
kabul eder ve sahiplenir.
Tarihte, halktan topladığı vergiyi yine halka dağıtan, sadece halkına
harcayan bir kral, bir sultan, bir otorite göremezsiniz. Çünkü kendi
gücünü koruyabilmesi için buna ihtiyacı olduğunu bilir.
Belki en fazla “Hepsini de kendine harcamamıştır” diye düşünülebilir.
Ama kendine harcanmayan vergiler bu sefer de o güce destekleri ölçüsünde
öncelikle “o gücün bileşenlerine” “kendisini güçlü kılanlara”
dağıtıldığı için temel denklem, yani “tahsilatın iktidar güçlerine
gitmesi” gerçeği yine değişmeyecektir.
4.Böyle bir dengede o güce tabi olanların yani halkın ve kurumların
“Vergi düzeni şöyle olsun” deme imkanları olduğundan söz edilebilir mi?
Daha basit söyleyelim: Tebaa'nın sultana, bürokratın kendisini
görevlendiren siyasi iktidara kalkıp da “Vergi öyle değil böyle olacak”
diyebilmesi beklenebilir mi?
Bu tabloda, kendileri için de belirleyici olan güce sunulacak “öneriler”
olsa olsa “uygun görürseniz” “Takdir ederseniz” “Azıcık da bizi
düşünsen” “Bu yükü kaldıramıyoruz” “Mecliste gündeme alabilirseniz”
türünden yine onun iradesini kabul edip alttan alan “dilekler” olmaz mı?
“Hayır, yine de tebaa sultana, bürokrat takımı, siyasi otoriteye karşı
gelir ve vergiciliğin kural ve ölçülerini belirler diyebilir miyiz?
Diyemeyiz...
Bazı süslemeler ve soslamaların geri planına inerseniz durum tam da
bundan ibarettir. Dolayısıyla çözüm başka yerdedir.
5.Peki, “Gelişmiş toplumlarda da bu böyle mi olur? diye sorulacaktır
kuşkusuz.
Krallıkların, sultanlıkların hala bir biçimde sürdüğü toplumlarda tabii
ki vergiler ve yapılan tahsilatın akıbeti konusunda o açık-seçik durum
devam ederken, halkın kendi yönetici güçlerine karşı iyi kötü söz sahibi
olduğu çağdaş toplumlarda tarafların tanımları biraz
farklılaştırılmıştır.
Ödeme yapması istenenler açısından; vergi'nin kamu finansmanı için
zorunlu bir katkı payı olduğu, toplanan verginin yine toplum için
harcandığı, adaletli davranıldığı gibi gerekçeler öne sürülürken,
karşılarındaki “Siyasi güç”, bu kez belirli bir kişi ya da aile değil,
içinde yaşanan “piyasa düzeninde” kendi iktidarını destekleyen ve
dolayısıyla bu güçten bir şeyler bekleyen kesimlerle kenetlenmiş bir
kitledir.
Ve kabul edilecektir ki, bu “bileşenler”, bileşeni olduğu iktidar
gücünün kullanımıyla sağlanan tahsilattan kendisine düşen payı
bekleyecek, geçerli vergi düzeninde, ödemelerin kendilerinden uzak
tutulmasını ama toplanan vergilerin “kullanımının” kendi çevrelerini
aşmamasını dayatacaktır. Bütün bunları neye söylüyoruz?
Şunun için:
1.Bir kere ekonomi-politik açısından vergi'nin “kutsal bir ödeme”
olduğu, hatta kazancın (Ve tabii ki kazancı doğuran faaliyetin) bir
miktar vergi ödemekle kutsallaşmayacağı bilinmelidir. Vergi gayretini
yükseltmek, yüceltmek için bu yapılabilir ama işin özü değişmez. Mesela
vergi ödemek kutsal bir şey olsaydı bu her şeyden önce dini söylemlerin
ana konularından olur, mesela içkiden de alınsa kutsallığına halel
gelmezdi. Mesela vergisi ödenen kazanç kutsal olsaydı, doğal olarak bu
vergiyi doğuran olay yani kazanç türü de bu kutsiyet içerisinde
sayılırdı.
Bilmem hatırlanır mı? Bir dönem aynı zamanda meslektaşımız Maliye Bakanı
“ben vergi şampiyonlarına sertifikalarını bu vergiyi doğuran olayın
olduğu işyerinde takdim ederim” demiş ve ilk plaketi bir medya
patronunun işyerinde vermişti ama ertesi seneki şampiyon o sayın bakanın
gitmeyi hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir başka kâr hanesinin sahibi
olunca vergi yine alınmış ama kazancın kutsanmasından sessizce vaz
geçilmişti.
2.Vergi, ekonomik bir olaydır. Toplanması ve harcanması, bir “paylaşım”
konusudur. Dolayısıyla, vergi konusunda “iyileştirici” düşüncede olup bu
konu üzerinde çalışanların, mevcut sistemin nasıl daha etkili olarak
uygulanacağından çok, bu paylaşımın olayın iki tarafındakiler arasında
ne kadar adalet yarattığı, çarkların bu biçimde dönmesiyle kimlerin
kaybedip kimlerin kazandığı araştırılmalı, sağlıklı dengelerin
kurulabilmesi için kaybedenlere destek verilmeli, argüman sağlanmalıdır.
Unutulmamalıdır ki bu denge haksızlığa çalışıyorsa, siz denetimi ne
kadar arttırır ne kadar başarılı olsun derseniz, o denetimle hızlanan
çarklar haksızlığı o kadar daha derinleştirmekten başka bir işe
yaramayacaktır.
3.Vergi, sadece vergi değil; vergiyi koyan gücün elinde bütün ekonomiyi,
halkın refahını yönlendirebilen -adeta- bir kepçedir. Nereden alır,
nereye boşaltırsanız ekonomi ona göre yönlenir.
Bu nedenle vergiciliği sadece “tahsilatçılık sanatı” olarak görmek
yanlıştır, En iyi vergiciler; kanunları, tebliğleri en iyi okuyup
anlayan, uygulayan değil, ekonomik-sosyal yönüyle de olması gerekenin
peşinde ve gayretinde olanlardır.
4.Verginin toplanması ile harcanması, bir paranın iki yüzü kadar bir
arada olan konulardır. Ama ne yazık ki bizde hemen herkes bu “kutsal”
görevde kendini ortaya atmaya, tam destek vermeye hazırdır da o toplanan
verginin harcanmasının “siyasetçinin işi” olduğunu düşünüp peşine
düşmez.
Bu verdiğimiz örnekteki kepçenin kazana daldırılıp doldurulması ama
nereye boşaltılacağının çok da önemsenmemesi gibi bir durumdur. Oysa
ülkelerin refahı, ödenen vergilerin kabullenilmesi için bu konunun
takibi büyük önem taşır.
Konu daha çok uzatılabilir. Okuru sıkmamak ve bu yazının bir makale
ölçüsünü çok zorlamaması için “şimdilik” burada bırakıyoruz.
.
|
|