Türkiye ekonomisinin
“salt piyasacı” tercihlerle toparlanma şansı var mı?


“Ekonomide liberalizm” ya da “piyasacılık” bizde oldum olası çok itibar görmüştür bilirsiniz.
Bunu Cumhuriyetin kuruluşundan önceki yıllarda da görebilirsiniz, taa o tarihlerden bu günlere gelene kadar da…
Hatta “Bak ben piyasa taraftarıyım” demek, bazı suçlamalara karşı bir kalkan bile olmuştur.
Gerçi kuruluşun ilk yıllarındaki “piyasacılık” yeni kurulan devletin elinde para olmadığından bir mecburiyet olarak ortaya çıkmıştır ama buna rağmen işi kendi haline bırakmakla da bir şey olamayacağı anlaşıldığından "devlet" doğrudan devreye girmiş, “Karma ekonomi” ye geçilmek zorunda kalınmış ve o günlerin koşullarına göre çok da iyi şeyler yapılabilmiştir.

Ancak tek parti döneminin sonlarında başlayan “liberal ekonomi", "hür teşebbüs", "özel sektörcülük", ve "serbest rekabet” gibi de tanımlanan “piyasacılık” siyaseti, 1947’de başlayan soğuk savaşla birlikte daha da popülerleşmiş, dışarıdan destek bulmuş ve giderek de yapısallaşmıştır.
*
“Piyasa ekonomisi” kötü bir şey mi?
Her zaman ve her ülke için değil tabii… Ama sadece sınırlı bir dönemde kendine yeterli olmaya çalışmış, Osmanlı’dan bu yana yeterli sermaye birikimi olmayan bir ekonomi, giderek küresel ölçekte serbestleşen bu “acımasız rekabetçi ekonomik düzen”de bir ülke, kendini ticari heveslilerin eline teslim ederek toparlama konusunda ne kadar şansa sahip olabilir ki?
Sanırım bu konunun ana çizgileriyle tartışılmasında yarar var.
*
Önce “piyasacı” düzenin tanımından başlayalım.
Bir tanıma göre "piyasa ekonomisi" denen şey; yatırım, üretim ve dağıtım ile ilgili kararların arz ve talebe dayalı olduğu, mal ve hizmet fiyatlarının serbestçe belirlendiği ekonomidir.
Daha da anlaşılır olması için şöyle söyleyelim: Devletin ekonominin gidişatını piyasaya bıraktığı, piyasanın da ticaret erbabının kendi tercihlerine göre yönlendiği bir sistemdir.
Piyasa ekonomisinde devlet kimseye “Bak kalkınmamız için şunu şöyle yap, böyle sat” falan demez.

Başka?
-Öyle bir yatırım yap ki daha çok insanımız iş bulsun demez
-Öyle bir mal üret ki önce kendi ihtiyaçlarımızı karşılasın demez
-Öyle bir ticaret yap ki kendi üretimin desteklensin, ithalata gerek kalmasın demez
-Öyle bir iş kur ki memlekete teknoloji gelsin ...falan da iyemez.

Ya?
“Ben kimin ne yapacağına, bu yaptığının kime ne yarar sağlayacağına karışmam”, “iş iştir”, “paranın dini imanı olmaz” der tabii…
*
Bu tanım şüphesiz sistemin genel özelliğidir. Buna zaman zaman bazı müdahaleler olabilir. Örneğin vergiler, ithalat-ihracat rejim kararları, narhlar falan gibi… Ama bunlar sistemin temel özelliğini etkileyecek ölçüdeki şeyler değildir.
Özetle, piyasa ekonomisinde "sermayeyi ülkenin kalkınması konusunda yönlendirme" niyeti yoktur.
Sorarsanız “bu serbestlik, bu piyasacılık bir süre sonra kendiliğinden ekonomiyi düzeltir, içini ferah tut” falan gibi oyalayıcı bir açıklama yaparlar.
Neden mi oyalayıcı?
“Bu düzelme kısa dönemde olmaz, bir zaman beklemek gerekir” de derler. Ömrünüz biter, atı alan üsküdarı geçer ama o "kısa dönem" bir türlü bitmez.
*
Peki, sermaye birikimi zayıf, üretimden düşmüş, işsizliği almış yürümüş, borcu arş-ı alaya yükselmiş olan ekonominizin bu belirsiz bir süreyi bekleme şansı var mıdır?
Hadi, "bekleriz yahu biz kalender bir milletiz” dediniz.
İyi de bu dünyada teknoloji çılgınca gelişir, sermayeler devleşir ve kendi ülke sınırlarını aşıp bizim gibi ülkelerin piyasalarına el atarken, kendi kalkınmanızı piyasa devlerinin himmetine bırakmışsanız, elin oğlu hızla arayı açarken kendi ticari çıkarını mı kollar yoksa “aman şunlara da bir el atalım da kalkındıralım” mı der?

Demez tabii…
Biraz ekonomi bilenler, piyasa düzeninde kimsenin kimseye “yardım” peşinde olmadığını, büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir düzenin geçerli olduğunu bilir.
Bu düzende;
Eğer “kapalı” bir ekonomiyseniz, yani ülke dışıyla hiçbir alışverişiniz yoksa belki “bırakalım içeride sermaye biriksin, güçlü olan kazansın” diyebilir bir teselli yolu bulursunuz kendinize ama; eğer bu piyasacılığınız, bu liberalliğiniz coşup ülke sınırlarını da aşıyorsa -ki düzeni bunu gerektirir- o zaman dışarıdan gelen büyük sermaye için siz sadece bir küçük balıksınızdır.

-Gelir sizi kendi sularında yutarlar.
-Yutarken memleketinizi kalkındırmak gibi bir derdi yoktur.
-O bir zamanlar iyi kötü ortaya çıkarabildiğiniz milli sermayeniz de artık onların taşeronu olacaktır.
*
Bunu ekonomi kitapları da yazar, iyi bir gözlemciyseniz siz de görürsünüz.
Özetle; sermayesi, sermayedarı zayıf bir ekonomi asla ve asla ne içeriden ne dışarıdan gelenlerin ticari beklentilerine dayanan karar ve eylemleriyle “kal-kı-na maz”.
Çünkü “kalkınma” ticaretin değil, “ülkedeki siyasetin” temel konusudur.

Bu işi ticaret erbabına bırakmak anlamında “ama biz piyasacıyız” der kenara çekilirseniz bundan sonra varacağınız noktada;
-Ülkeniz -eğer elinizde kalmışsa- küresel sermayenin kullandığı tarım ya da sanayi arazisi, depo,
-Yerli sermayeniz yabancı markaların “bayii ya da taşeronu”, insanınız düşük ücretten“yevmiyeci” dir.
Unutmayın, bu gün hala çok şeyi kendisine borçlu olduğumuz büyük siyasi deha, büyük zaferlerin sahibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendi başardığı büyük işleri yine kendisi "önemsizleştirip" 17 Şubat 1923 günü İzmir İktisat Kongresi açılış konuşmasında;

“Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz. Zamanımız tamamen bir iktisat çağından başka bir şey değildir.” demiştir.(*)

Bir düşünelim bakalım:
Ekonomik zaferlerle taçlandırmayı “serbest piyasaya” “ticaret sahiplerinin kazanç heveslerine” bırakıp kalkınmayı beklemek, ne bu reçeteye ne de ekonomi kitaplarına uymuyorsa, şimdi piyasaya girecek-çıkacak sermayeye bel bağlayarak ne kadar kalkınabiliriz?
Kimse ekmiyor-dikmiyor, üretmiyorsa yine de "piyasa" mı demeliyiz?
Taçlandırmayı kimden beklemeliyiz?
Hedefe, özel sektörün yanında kamunun da İnisiyatif almasıyla kalkınmayı koyma o kadar mı zor? O kadar mı fantezi sayılır?

Siyasi partilerimiz “ekonomi” denince bunun ne kadarını vaad ediyor bizlere?
“Kim daha fazla borç para bulacak”, “Pazarımıza kim daha fazla girecek”, “Kim daha fazla yabancı sermaye getirecek” gibi konular dışında var mı öne sürdükleri ya da geliştirmekte oldukları bir ekonomi modeli? Bir planlama çalışması?
-----------------
(*) https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir