|
Şu ÖTV’nin siyasetin elinden
çektiği nedir yahu
Şu anda “geleceğin vergi politikaları zararına”
bir ÖTV düşmanlığıdır gidiyor.
Şundan almayalım, bundan almayalım falan filan…
Siyaset zamanı bu işler “usuldendir” bir ölçüde yapılır, işin tuzu
biberidir derler, burası tamam.
İyi de hadi bunun "yanlışını" demeyelim ama Türkiye’nin vergiciliğine,
vergide adalete, bütçecilik esaslarına verdiği zararın boyutunu hesap
ediyor muyuz hiç?
Siz yaptığınız yemeğe o tad verecek olan bir tutam biberden ya da bir
tutam tuzdan daha fazlasını ekerseniz yaptığınız yemeğin yenecek tarafı
kalır mı?
İşin "tuzu biberi" denebilir mi?
İşin zararı umulan yararını kat kat aşmaz mı?
*
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, vergi hukuku da, vergi politikaları da
sonuçta bir verginin "adaletli ve ödeme gücüne göre" alınmasını öngörür.
Yani “şundan alayım bundan almayayım”, “ödeme gücüne bakmayayım, dümdüz
gideyim” "tavandakileri bırakıp tabandakilere yayayım" falan diyebilir
misiniz?
Diyemezsiniz tabii…
Çünkü derseniz, hem devletin adaleti hem bütçenizin dengesi kalmaz.
Tamam, halka “vergi” dediğiniz zaman mutlaka bir olumsuz hava eser.
Çünkü sonuçta “mal canın yongasıdır” kimse vermek istemez.
“Almam” dediğinizde de tabii ki herkes üzerine atlar.
Ama bunu yapmanın nelere mal olduğunu ve ne olacağını bilmeden de taraf
olmak mümkün mü?
Değildir…
O zaman gelelim bu söylediklerimizin altını doldurmaya.
1.ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) basit olarak tanımlamak gerekirse, KDV
denen “Genel Tüketim Vergisi”nin biraz daha ince ayarlanmış, adalete ve
ekonomi politikalarına daha uygun hale getirilmiş uygulamasıdır.
Mesela: “KDV kötü bir vergidir, alınmasın” diyebilir misiniz?
Diyemesiniz çünkü devletin “kazançlar” üzerinden alamadığı ya da yeterli
görmediği vergiyi “tüketim” üzerinden alması kadar doğal bir çözüm
yoktur.
Hele de bir ülkede kayıtdışılık diz boyu, kazançlar düşük, vergi
politikaları ancak aflarla yapılandırılmalarla sürdürülmeye
çalışılıyorsa.
Nedir çözüm:
Dersiniz ki bu ülkede yiyecek içecek, falan filan konularda yüzde 1,
yüzde 8 oranında ama diğer tüketimde de yüzde 18 KDV alırsak devlet
gemisini ancak yüzdürebiliriz. Böylece de yüzmediği zaman ikinci çözüm
borçlanmaktır ama o da kısa süreli ve gerektiği durumlar dışında sürekli
bir kaynak değildir.
Vergiyi de borca da karşıyız, almayalım desek mesela?
Almazsak devletin hizmeti durur, memura emekliye para ödeyemez,
hastahanelerde kimseye bakamaz falan…
Yani “Devlet baba” giderek “Züğürt Ağa” gibi bir “Züğürt baba” olur.
Olsun mu?
Haşa!
*
Peki, verginin ve bu arada KDV’nin alınmasında mutabıksak gelelim işin
bir adım ilerisine.
Diyelim ki toplanan KDV de yetmiyor işleri yürütmeye.
Oranını arttırsak, mesela yüzde 30 falan yapsak… Maazallah, hem kıyamet
kopar hem kimse alışveriş durur.
O zaman ne yapacaksınız?
Malum, bütçeniz açık, uygulanan KDV oranları zaten alışverişi
kayıtdışına kaydırıyor, sıradan insanlar bezgin…
Üstelik fakir standart bir araba alıyor %18 KDV, zengin lüks araba
alıyor ona da %18 KDV.
Bu durumda adaletli ve gerçekten doğru vergi almak isteyen bir devlet ne
yapar acaba?
Yapılacak olan bellidir:
ÖTV yani sıradan herkesten alınan KDV değil, "onun yanı sıra" bir de
sırtı kalın olandan, lükse meraklı ve lüks tüketmek isteyenden daha
fazla vergi almak değil mi çözüm?
İşte o zaman, mal ve hizmetlerin tüketiminde -hadi buna kısaca arabayı
örnek verelim- temel ihtiyaçlarda ve standart mal ve hizmetlerde düşük
ya da sıfır ama lüks ve ödeme gücü olanların alımlarında daha yüksek
(ek) bir vergi salmak.
İşte bütçe gelirlerinin yetmediği, gelir dağılımının adaletsiz olduğu
ekonomilerde bu işin bilimsel çözümü ÖTV denen “Gücü olana özel” bu
ergiyi uygulamaktır.
Örneğin vatandaşın biri dolmuş parası bile olmadığından işe yayan gidip
geliyor ama diğeri için para sorun olmadığından çekmiş altına birkaç
milyonluk arabayı, hatta yaktığı benzin de umurunda değil, fakat varsılı
da yoksulu da “nedir bu ÖTV” deyip bağırıyorsa ne yapmalı?
Siyasetçi de bu “mevsimlik” fırsatı kaçırmıyor tabii…
“Ne demek ÖTV, kaldır gitsin!, benim vatandaşım her şeyin en iyisine
layıktır”
Tamam, madem herkes hoşnut, kaldıralım o zaman!
Böylece ne yapıyoruz peki?
Bir kere başta otomobilden, onun yakıtından sonra da cep telefonu dahil
çeşitli ürünlerden belirli oranlarda ÖTV alıyorduk değil mi?
Alıyorduk ama, şimdi kaldırdığımızda o ürünlerin kullanıcılarını sevince
boğarken:
-Zaten açıkla boğuşan bütçemizi biraz daha açığa düşürdük mü?
Düşürdük.
-Durup dururken fiyat yoluyla ithalatı biraz daha patlattık, hiç aklında
olmayana, olanına arabayı yeniletmeye, tasarrufunu bankada değil de
böyle değerlendirmeye kalkana “fırsat” yarattık mı?
Yarattık
-Bu ürünlerin çoğu ithalata dayandığı için onların kullanımlarını ucuza
getirirken eksilerde dolaşan döviz rezervlerimizi daha da kuyunun dibine
indirmedik mi?
İndirdik
-Vergi adaleti falan deyip gezerken, özel otomobil ve yakıtı başta olmak
üzere verdiğimiz “müjdeler” işe yayan giden yurttaş ile lüks arabasına
kurulan yurttaş arasında “ödeme gücüne göre vergi” konusunda bir
adaletsizlik yaratmadı mı?
Yarattı
-Buradan kaybedilen vergi hasılatı bu kez emeklinin maaşında, devletin
yoksula desteğinde bir başka çaresizlik yaratmadı mı?
Yarattı tabii…
Onu da yarattı.
O halde konuyu toparlayalım:
Bu vergi denen ödentiler aslında yurttaşa her zaman sevimsiz gelir.
Ama yurttaş bilmez ki bir devlet ne kadar çok vergi alır ve bu vergileri
halkının ihtiyaçlarına harcarsa o kadar kendisine yarar.
Örneğin devletin hiç vergi almadığını düşünün…
Siz o devletten hizmet alabilir misiniz?
Piyasa düzeninde vergi, "devletin devlet olabilmek için kullandığı
imkandır".
Birkaç istisna ve muafiyetle sağlanan ince ayarları dışında herkese ve
her mala aynı oranda uygulandığı için “ödeme gücüne göre” alınmayan,
tekniği dolayısıyla “sıradan” alınan KDV cinsi vergiler hem
vergilemedeki adaleti hem bütçe dengelerini sarsacağı için buradaki
zaaflar benzer tarzda olan bir vergi ile, ÖTV ile giderilir.
Bu niteliği ve işlevi dolayısıyla ÖTV, hem sosyal devlete bir imkan
yaratmak hem adalet sağlamak açısından adeta “vazgeçilmez” bir
uygulamadır.
Üzerinden ÖTV istenen harcamalar bir “lüksün” değil, Anayasanın da
belirttiği “ödeme gücünün” esas alınmasıdır.
Tamam, siyasettir bu gün böyle söylenerek varsıl-yoksul herkes
sevindirilebilir. Ama o sevindirmenin karşılığı açıkça yarınki bütçe
açıkları, vergide adaletsizlik ve bir sosyal devletten beklenen
işlevlerde hayaati kaynaktan vazgeçilmesi ise, doğan bütçe açıkları daha
beter bir borçlanmayla karşılanacaksa aslında yapılan şey o yükün
gelecek nesillere taşıttırılmasıdır.
|
|