|
"Ben
yiyemiyorum sen ye" ihracatçılığı
ve ah şu Bodrum'un lahmacun fiyatları
Düne kadar, kirazın öyle erik gibisini görmemiştim ne yalan söyleyeyim.
Hatta bir zamana kadar o “Bursa siyahi” denen inciri de...
Alışveriş ettiğimiz yerlerdeki manavlara mı hiç gelmezdi bunlar yoksa
biz mi oralarda dolaşmazdık bilemiyorum.
İthal olabileceğini düşünüp, kirazı satana “Bunlar nereden patron?” diye
sorduğumda aldığım cevap beni daha da şaşırtmıştı.
“Isparta’dan dedi, “Ama buralara pek uğramaz, her zaman doğru ihracata”.
Sonraları o “Bursa Siyahı” denen inciri de öğrendim.
“İngiltere Sarayına, Kraliçeye kadar gider bu incir mesela…” dediler.
“Hem de dalından koptuğu gibi bir soğuk hava koridoru içinden geçip yine
soğutmalı tırlarla…”
Enteresan. Her nasılsa yolumuz kesişmişti.
Daha kim bilir gözümüz görmeden, ağzımıza bile sürmeden neleri
satıyoruz.
Karşılığında tamam “döviz geliyor”, tamam borç döndürmek için ne var ne
yok satıyoruz, “ihracatı arttırıyoruz” falan diyoruz ama bu yapılan
işler daha çok kimi sevindiriyor?
Bir halk kendisinin yemeyip başkasına yedirdiği malı ile ya da "hep"
böyle yapmasıyla ne kadar öğünülebilir hiç düşündünüz mü?
*
Türkiye ne yazık ki gelir düzeyi oldukça düşük bir ülke.
Anlaşılan o ki, bizim memlekette çok güzel sebze ve meyve de yetişiyor
ama -herhalde- bazı lüks semtler, lüks oteller ve lüks restoranlar
dışında bunlar bizde yurt dışındaki gibi paralı alıcıları olmadığından
iç piyasada görünmüyor ve doğrudan dışarıya satılıyor.
İnsan düşünüyor:
Peki memleketin bu kadar da varsılı varken niye en azından onlara
satılmıyor da ihraç ediliyor?
Bunun birinci nedeni, dışarıdaki varsılların daha da iyi fiyat vermeleri
olabilir tabii… Ne de olsa el elden üstündür. Bizdeki “çok para” belki
de elin adamı için leblebi çekirdek parası.
İkincisi, içerideki de yiyor, ama dışarıya satılacak kadar da çok
yetişiyor olmalı. Bu nisbeten iyi ama yine de yiyemeyen çok.
Ya da bir ihtimal bu bir “damak tadı” meselesi. Bizimkiler bunun tadını
bilmez, o nedenle satıyoruz diyeceğim ama… Biraz tereddütteyim bu
konuda.
Çünkü ikisi de olabilir: Adam varsılsa, görmüşse, bunların albenisine
kapılmaması mümkün değil, mutlaka bizimki de yiyordur. Ancak aksini
düşündüren bir başka gariplik de var ortada.
Pahalılığı her zaman ileri sürülür de, bu ara yine ve yeni bir haberi
çıktı: Bodrum’da bazı lüks sahillerde “loca” denen plaj çadırlarının
kirası 10 bin avroymuş. Haber devam ediyor: Ama ah şu lahmacun var ya
deniyor… O da 200 liraya satılıyormuş.
İnsan bu durumda yaşam biçimi açısından bu ikisinin bir aradalığını
kolay kolay bağdaştıramıyor: Acaba sırf o plajın kumunda yatmak için 10
bin avro yani bugünün parasıyla 150-160 bin lira veren varsılımız giriş
parası bu kadar abartılan oralarda otururken ille de lahmacun mu yiyor
ki bu konu bu kadar gündeme geliyor medyamızda?
Bu sadece bize has bir kültür mü? Acaba şu kirazları alan Avrupa
varsılları da “hadi kiraza bu kadar para veriyoruz ama tanesi 200 olunca
yanında bir lahmacun bile yiyemiyoruz” diyorlar mıdır?
Sanırım bu sosyolojik konu derinlemesine incelenmeli.
İncelenmeli ve keşfedilmeli ki o kirazların yanında varsıl yabancılara
lahmacunu da tanıtıp ihraç malları arasına dahil edebilelim, üç beş de
oradan gelsin.
*
Haksızlık olmasın, şu da var:
Bir bakıyorsunuz semt pazarında bağırıyor satıcı: “Haydi ihraç malları
bunlar!”
O gördüklerim kadar olmasa da bayağı albenili, lüks ambalajlı falan.
Allah Allah, haydi bunu da bağdaştıralım bakalım yukarıdaki durumla…
Tamam, parasızız, midemize taş basıp “malın iyisi dışarı, taponu içeri”
diyoruz da; ya bu pazardaki “ihraç malı” ya da “eksport” diye
satılanlara ne demeli?
Acaba, hani “Bunların durumu bizden de kötü” denen bu yabancılar bazen
bizim o güzel kirazlarımıza, incirlerimize para yetiştiremiyorlar da
siparişlerini iptal edip -özendirmek istemeyiz ama- bu sefer de biz mi
tadını çıkarıyoruz bunların?
Değilmiş.
Adamlar bu işe o kadar meraklı, o kadar bilincindeymişler ki; öyle bizim
gibi kirazın kırmızısına, incirin siyahına, iriliğine, gösterişine tav
olmayıp bir de içindeki hormonundan üzerindeki ilacına kadar inceler,
beğenmezlerse “alın bunu siz yiyin o zaman” diye aynen geri
gönderirlermiş.
Ne diyelim peki bu duruma?
İhraçtan döndü, para kazanamadık ama bu sefer de malın hasını yedik diye
sevinelim mi, yoksa bu sefer de ilaçlısını yiyoruz diye üzülelim mi?
Geçen gün pazarda yine çok güzel domates vardı.
Pazarcıyla konuşuyoruz:
“Yoksa yine almadılar mı?” dedim, “Evet aynen öyledir beyim” dedi.
“Aynen geri geldi”. Yok ilaçmış, tüymüş, kılmış, kelebekmiş…”
Bunlar da mal beğenmiyor. “Ama olsun, bu sefer de bizim millet yesin”
mis gibi malımızı denize dökecek değiliz ya…
İhraç edemediğimize ilk defa sevindim.
“Yiyelim valla” dedim. Şuradan ver üç kilo da bana!
İlaçlıysa da en azından bedavadan ilaçlanmış oluruz.
.
|
|