|
Şu “istihdam
vergisi”, SGK batağı, EYT
ve düşük emeklilik maaşları hepsine birden
Yazının başlığını yazmak bile hayli detaylı bir iş.
Hele bir de işiniz düşüp ya da meraklanıp şu başlıktaki konuları
anlamaya çalışır, bu konuların birbirleriyle ilişkisini çözmeye
çalışırsanız epeyce zorlanacağınızdan eminim.
Bu nedenle öyle mevzuata, şekle, klasik tanımlamalara falan takılmadan,
olabildiğince sadeleştirip size olayın derli toplu bir özetini yapmaya
çalışacağım.
Ha, sonrasında siz kendinizi bu olayın neresinde bulur ve kendinizi
ilgilendiren kısmını nasıl çözüp ayrıntısına iner, ne bulmayı umar ve ne
sonuca varırsınız orasını bilemeyeceğim.
*
Birincisi şu “Sosyal güvenlik” işi, “devlet” dediğimiz kurumun zaman
içerisinde giderek sosyalleşmesi yani bir “sosyal devlet”e dönüşerek
yurttaşlarının aç, açıkta kalmamasını sağlaması için geliştirilen
uygulamalardan biri.
Neden “Sosyal devlet?”
Şu nedenle: Astığı astık, kestiği kestik devletçilik dönemi bitip iyi
kötü demokrasiler yeşerince bu işlerde de bir değişiklik olmuş. Devleti
yönetenler o koltuğa halkın oylarıyla gelecek ya da orada oturabilmesi
için halkın desteği aranacaksa tabii ki her iktidar, devlet idaresine
geçince şöyle ya da böyle geniş halk kitlelerini bir biçimde hoşnut
etmek durumuyla karşı karşıya kalmış.
Peki, nasıl bunu yapacak?
Biliyoruz ki bir devletin devlet olarak bir şeyler yapabilmesi için esas
olarak ekonomiden belirli bir pay alması ve böylece harcama gücüne sahip
olabilmesi lazım. Yani vergi toplayacak, -borçlanma gibi istisnai olması
gereken yöntemler dışında asıl olarak- bu kaynakları harcayarak “icraat”
denen bir şeyler yapabilecek.
İşte bu tabloda devlet, hiç parası olmayanı da bir ölçüde destekliyor
ama; genel harcamaları için çeşitli vergiler toplarken, çalışanların ve
esnafın ileride yaşlanıp çalışma yaşamından çekildiği dönemlerinde
muhtaç duruma düşmemesi için yine onlardan bir de “sigorta primi” adı
altında para topluyor.
Şimdi düşünelim bakalım:
-Bir sosyal devlette insanlar daha önceden belirli bir prim ödemeseler
de onları sokağa terk edip aç açıkta bırakabilir mi? Hayır, bırakamaz.
-Yurttaşların çalışıp kazanırken “İleride devlet bana şimdi bir şey
istemeden baksın, parayı da nereden bulursa bulsun” denebilir mi? Olmaz
tabii, buna güç yetmez…
-Devletin topladığı para onların yaşlılığında geçinmelerine yetecek
kadar olmasa da o devlet; “benden bu kadar” diye kesip atabilir mi?
Hayır diyemez.
-Devlete, “sen çalışanların 25-30 yıllık o çalışma yaşamı boyunca
ödedikleri parayı bir kenara koy ve o güne kadar beklet, sakın bir yere
kullanma” denebilir mi? Hayır, o da denemez.
İşte bu özellikler devletin sosyal güvenlik uygulaması, toplanan
“primleri” aslında “ileride belirli bir emekli aylığı ödemede kullanmak
üzere” çalışanlardan ve çalıştıranlardan toplanan bir tür vergi
kapsamına sokar.
Taşıdığı bu niteliğinden dolayı devlet, çalışma-çalıştırma döneminde
alabildiği kadar alır, yaşlılıkta da verebildiği kadar verir.
Bu nedenle de bilimde ve uluslararası karşılaştırmalarda sosyal güvenlik
primleri de o ülkede alınan vergilerden sayılır.
Bu böyle olmasına böyledir ama buna karşı yine de olaya biçimsel bakılıp
“bunun neresi vergi, bir kere vergiler karşılıksızdır, bak bu
karşılıklıdır” denebilir.
Hayır, basbayağı vergidir
-Çünkü vergiler nasıl ki verdiğimiz paralar karşısında devletten çeşitli
hizmetler alınması için toplanmaktaysa, sigorta primlerinin de
yaşlılıkta ödenecek maaşlar için toplanması onun bir vergi olarak
kabulünü engellemez.
Ya da tam tersini düşünelim:
-Vergiler nasıl ki size yol, köprü olarak dönecek denmesine yani bir
karşılık gösterilmesine rağmen bazen hiç de akla gelmeyen harcamalarda
kullanılıyorsa, bir kişinin çalışma yaşamı boyunca örneğin 25-30 yıl
boyunca ödediği pirimlerle yaşlılıkta eline verilecek emekli maaşı
arasında da öyle söylendiği gibi birebir değil daha esnek bir karşılık
ilişkisi olmamaktadır.
İşin özeti; “Vergi” ve “Sosyal güvenlik primi” gibi her iki olayda da
devlet her ikisinde “hep bir şeyler alır, karşılığında bir şeyler
verir”.
İkisinde de öyle söylendiği gibi “bire bir” ilişki göremezsiniz.
Peki ya kitaplarda “Aktüerya hesabı” denen hesaplama, alınan
prim-verilen maaş ilişkisi?
Yani “şimdi ne kadar prim toplanırsa şu kadar zaman sonra kaç para
emekli maaşı ödenecek” dengesine ilişkin teknik hesap ne oluyor?
O aktüerya hesapçılığı işte burada görülemiyor, prim ile emekli maaşı
arasında şeklen bir denge kurulmaya çalışılsa da uygulamada öyle
olmuyor. Sigorta tekniğindeki aktüerya hesabı yani şimdi ne toplarsam
ileride ne veririm dengesi sadece özel sigortacılıkta, hayat
sigortalarında falan söz konusu.
Konunun daha iyi anlaşılması için şu örnekleri de verelim: Sosyal
Güvenlik sisteminde bir aktüerya hesabının yapılıyor olduğunu
söyleyebilmek için, bir çalışanın işe ilk girdiği günden itibaren hangi
senede emekli olacağı, emekli olduğunda eline -reel anlamda- kaç para
geçeceği belli olmalıydı değil mi?
Oysa biliyoruz ki bu süreçte siz devlete ne kadar istiyorsa o kadar prim
öderken, ve de belirli bir süre sonra emekli olacağınızı hesaplarken
aradan geçen bu 25-30 yıllık sürede bir bakıyorsunuz ki devleti
yönetenlerin kendi dönemlerindeki siyasi kararlarına ve bütçe
ihtiyaçlarına göre emeklilik süreleri de, emeklilik şartları da, ödenen
primler de çok kere değişebiliyor, hatta “işsizlik fonu” örneğinde
olduğu gibi emeklilik fonları da çoğu zaman siyasi tercihlere göre
değişik yerlerde kullanılabiliyor ve getirisi tartışılabilecek
biçimlerde “değerlendirilebiliyor”.
O halde hem bilimin hem uluslararası kabullerin hem siyaset pratiğinin
gösterdiğine göre çalışanlardan toplanan primler işin aslına
bakıldığında; “emeklilik maaşı” taahhüdü karşılığı toplanan ama
sanıldığı ya da kitaplarda yazıldığı gibi bir aktüerya hesabına
dayanmayan ödemelerdir ve bu özellikleri ile de bir tür “vergi”
geliridir.
Sosyal güvenlik primlerinin bir vergi olduğunu kabul ettiğimiz zaman,
bugün tartışılan pek çok sorunun cevabı da kolayca ortaya çıkıyor.
Şimdi de onları ele alalım:
SORU-Bu yazıda sadece emeklilik üzerinde durdunuz, sigorta aynı zamanda
sağlığımızla da ilgili. Ondan da prim alıyor o konuda da hizmet veriyor.
Onu hesaba katmayalım mı?
CEVAP- Bu karmaşık konuda anlatımı kolaylaştırmak, detayda kaybolmamak
ve yazıyı daha çok uzatmamak için sağlık konusunu bilerek ele almadık.
Aslında alsaydık da aynı şeyleri söyleyecektik.
Siz buradaki “emeklilik” konusunu sosyal güvenlik ile sağlanan tüm
hizmetler olarak düşünebilirsiniz.
SORU-Sosyal güvenlikte bir kara delikten söz ediliyor, bu nedir?
CEVAP- Nasıl ki hükümetlerin bütçelerinde “toplanan gelirler” ile
“giderler” arasında bir açık olabiliyor ve buna kara delik denmiyorsa,
özünde bir vergi olan sosyal güvenlik işinde de bir kara delikten söz
edilemez. Çünkü sosyal güvenlik primleri de aynen vergiler gibi
olabildiği kadar toplanıp elden geldiği kadar sosyal güvenliğe harcanır.
Dolayısıyla, çalışma yaşamının başında olanların ancak 25-30 yıl
sonrasında kendilerine geri ödenecek bedelleri öderken o dönemlerdeki
bütçelere yaptığı katkının unutulup sıra maaş ödemelerine gelince bu
ödemeleri adeta bir kara deliğin içine atılan paralar gibi görmeleri hiç
de hakkaniyetli, kadirşinas bir değerlendirme değildir.
SORU-Sosyal güvenlik primleri zaman içinde artar mı azalır mı?
CEVAP-Bu primler bir aktüerya hesabına göre değil, belirli zamanlarda
devletin ihtiyacı ile çalışanların, piyasanın tepkisi ve dönem
siyasetine göre artar ya da azalır. Dikkat edilirse sigorta priminde
kapsamlar, alt-üst sınırlar, istisnalar, oranlar zaman içerisinde
değiştirilebilmektedir.
SORU-Devlet her zaman emekliye geçinebilecek kadar maaş öder mi?
CEVAP-Sosyal güvenlik ödemeleri gerçekçi bir aktüerya hesabına ve
sigortacılık kuralına bağlı olabilseydi zaten böyle bir soru sorulmaz,
kurallar ve yapılan hesaplar kendiliğinden bu rakamları ortaya
koyarlardı. Zaten dikkat edilirse emekliler de isyanlarında bu aktüerya
hesaplarına göre kendilerine daha fazla maaş ödenmesi gerektiğine değil
“devletin verdiği” paranın geçimlerine yetmediğine itiraz ederler.
Ancak devlet, hem sosyal devletliği hem siyasi tercihleri dolayısıyla
elinden geldiği ölçüde emeklisine belirli bir geçim düzeyi sağlamak
isteyecektir. Nitekim herkesin bildiği “kıyak emeklilik” olayları, eski
yıllarda olmayan “bayram ikramiyeleri” bile bu ödemelerin baştan
yapılmış bir aktüerya hesabına göre verilmediğinin, başka bir hesaba
göre “takdir edildiğinin” açık örnekleridir.
SORU-EYT’lilerin sorunu kısa zamanda çözülür mü?
Cevap- EYT olayı, sosyal güvenlik olayının bizde ne hukuken ne
sigortacılık tekniği açısından aktüerya hesaplarına ya da bir sözleşme
veya sigortacılık hukukuna dayanmadığının örneğidir.
Dayandırılamaz da.
Nitekim bir kısım çalışanımız, prim ödemeye başladığında şu kadar yılda
emekli olacağını düşünür ve bunu bir hak kabul ederken, kendileri ve
başlangıçtaki kurallar dışında bir gelişmeyle sonuç çok farklı
olabilmiştir.
Türkiye’nin 1998-1999 yıllarında yaşadığı ekonomik krizle devlet,
içeride ve dışarıda para darlığına düşünce, kendisine başvurulan IMF her
şeyde tasarruf edilmesini ve devletten “harcamalarının” dış borçlarını
ödeyecek kadar kısılmasını istemişti.
Bu kısıtlamalarda da en büyük kaybı ne yazık ki en büyük harcama yeri
olduğu için sosyal güvenlik konusunda yaşadık ve IMF’in isteği üzerine
emeklilik yaşları uzatıldı. Yani çalışanların emekliliği ötelenerek
bütçelerden tasarruf edildi, Türkiye biraz daha borcunu ödeyebilir hale
getirildi.
Bu olay da yine baştan beri anlattığımız gibi aktüerya kurallarının ve
hesaplarının işlemediğinin, ortada sadece “alınabildiği kadar prim”,
“imkan ölçüsünde emeklilik hakkı ve maaşı” olduğunun yani toplanan
primlerin bir tür “vergi”, yapılan emeklilik ödemelerinin “bütçe
harcaması” olduğunun açık örneğidir.
EYT sorunu çözülebilir mi sorusunun cevabı da yine şartlara bağlıdır;
Türkiye IMF, Dünya Bankası gibi küresel sermaye kurumlarından
borçlanacak ya da diğer kaynaklardan borçlanırken onların verdiği
karneye göre borç bulabilecekse, bu kurumlar tabii ki 2001 yılında
koydukları ve bu güne kadar tersine çeviremediğimiz bu şartı yine
dayatacaklardır. Burada kendi kendimize her ne kadar aktüerya dediğimiz
sigortacılık hesapları ve hukuk açısından söylenecek çok şey olsa bile,
soruna getirilecek çözümler, çok büyük bir siyasi zorlanma ve gayret
olmadıkça her zaman için ancak bu yaraya sınırlı bir pansuman olmaktan
ileri gidemeyecektir.
SORU-Sosyal Güvenlik Kurumu batar ve bir gün maaş ödeyemez hale gelir
mi?
CEVAP-hayır, devlet vergi toplayabildiği ya da borçlanabildiği sürece
yani devlet yerinde durdukça bu kuruma bir şey olmaz, içinde bulunulan
şartlar dolayısıyla zaman içerisinde ödenen maaşların satınalma gücü
düşse de ödemeler düzenli yapılır. Ancak emeklilik süresinden emekli
maaş tutarlarına kadar hemen her şeyin ölçüsü, belirleyicisi, zaman
içerisindeki iktidarların siyasi tercihlerine ve elindeki bütçe
imkanlarına bağlıdır.
SORU-Peki Sosyal Güvenlik Kurumu daha sağlıklı bir modelle kendi kendine
yeterli hale gelebilir mi?
CEVAP-Toplanan primler emekliye ödenene kadar uzunca bir süre devletin
elindeki fon olarak kaldığında bunun bu kadar süre içinde bir kenarda
tutulabileceği, nasıl kullanılacağı konusunda bir sınırlama düşünülemez.
Kayden hesaplarda dursa da fiilen bir ihtiyaca harcanacaktır.
Ancak bir an için bunun ayrı bir fonda tutulabileceği kabul edilse bile;
şu anda toplanan primler ile bu primlerle yaratılan fondan ödenen
maaşlar arasındaki denge hayli bozuktur.
Bunun düzelmesi için; matematik olarak ya çalışanların ve tabii ki
kayıtlı çalışanların sayısının ya primlerin artması ya da emeklilere
daha az ödeme yapılması gerekir ki şimdilik böyle bir olasılık söz
konusu değildir.
Primleri arttıramazsınız çünkü ücretler hayli düşük, işletmelerin
işçilik maliyetleri oldukça yüksektir, dayanamazlar.
Emeklilerden kesemezsiniz geçim sıkıntıları büyüktür. Dolayısıyla vergi
gelirlerindeki yetmezlik nasıl borçlanmayla karşılanıyorsa buradaki
yetmezlik de en azından bir süre daha önce bütçeden, bütçeye yetmeyen
gelir ise dışarıdan karşılanacaktır.
SORU-Peki bir şekilde düze çıkıldığında bu sosyal güvenlik konusu sağlam
bir modele bağlanamaz mı?
CEVAP-Bağlanabilir tabii. Eğer siz sosyal güvenlik kurumunu aynen adında
olduğu gibi sadece sosyal güvenliği sağlayacak yani kimseyi yaşlılığında
aç-açıkta bırakmayacak bir kurum olarak yeniden modellerseniz,
ölçülerinizi emeklilikte standart bir yaşam sağlayacak düzeye çekerseniz
en azından bu konudaki sorunlar azalacaktır.
Oysa şimdi vergi ve sigorta yükleri bu piyasanın kaldıramayacağı yükler
taşıtıp istihdamı kayıtdışına kaydırıyorsa, sigorta prim tavanları
“yüksek öde yüksek maaşla emekli ol” türü özendirmeyle bir açıdan hayat
sigortası gibi bir uygulama gösteriyorsa, bu uygulamalar yüksek
ücretlerde istihdam maliyetini yükselterek işletmeleri zorlamaktaysa,
her ücret düzeyinde kayıtdışına kaymayı cazip hale getirmekteyse,
çarkların dönmesinde her zaman sıkıntı olacak demektir.
Düşünülürse, sosyal güvenlikte devletin güvence altına alması gereken
düzey öncelikle emeklinin asgariden geçim düzeyini garanti etmektir. Bu
da bilemediniz bir-iki asgari ücret düzeyidir.
Bırakın bu hantallaşmış modeli, dönün “sosyal güvenlik” ölçülerine,
böylece istihdamın da önünü açın.
Bırakın emeklilikte yüksek gelir bekleyenler bunu özellikle bu işlerle
ilgili kurumlara gitsinler, isteyenler istedikleri kadar prim ödeyip
ileride istedikleri kadar emeklilik maaşı alsınlar. Beklenen aktüerya
hesapları, bu işin hukuku işte oralarda tam olarak işletilsin.
Ama bu işi de mi özel sektöre bırakalım denirse ona da bir çözümümüz
var; Bu tür sigortacılık karlı olacak, özel sektöre, yabancılara
kaptırılmayacaksa hadi onu da sadece kamu bankaları yapsın.
|
|