Çarşı pazar muhabbeti ve “ayvaz kasap hep bir hesap” ama… Bazen ben de çok kızıyor ve kaptırıyorum kendimi şu ekonomik çöküntüde ama, galiba bizler bu işe biraz ters tarafından bakıyoruz… Yaygın muhabbet şu: “Baksana hıyar kaç para olmuş” “Onu bırak, biber yine şampiyon” “Kabak yahu kabak, kaçaydı dün biliyor musun pazarda? “Çıkma patlıcana bile para yetmiyor arkadaş” “Hele de şu bildiğin dereotuna ne demeli” ……………………… Ve sonuçta, bu memlekette ne kadar sebze-meyve varsa her birinin fiyatı üzerinden bir yakınma, bir eleştiridir gidiyor. Şimdi çoğu kişi “Senin tuzun kuru galiba” diyecek ama olsun, yine de söyleyeceğim: -Sabahtan akşama kadar çarşı pazardaki bütün fiyatları sıralıyoruz da ne oluyor? Sen ben bunları söyleyince o köşedeki manav, semtteki pazarcı, filanca marketçi yüzü kızarıp başını öne, fiyatları aşağıya mı çekecek? Olmayacak böyle bir şey tabii… Bir sorsana adama. Ama biz meseleyi bu yanlış ucundan tutunca bak işin asıl sorumluları bunu nasıl da iyi kullanıp zabıtasını, maliyecisini gönderip rafta, tezgahta sözüm ona sıkı denetim yapıp pahalılığın sorumlusunu(!) cezalandıracakmış havalarına giriyor farkında mıyız? Hatırlayan çoktur; hani şu “Banker Bilo” filminde Şener Şen dönüp dolaşıp saf köylü çocuğu İlyas Salman’ı kandırıyordu da her yakalandığında Salman’a “Tamam yaptım… ama bi sor bakalım niye yaptım” diye kendine göre bir mazeret uydurup onu yine ikna ediyor, yine de kurtarıyordu ya paçasını. Aslında kökü çok derinlerden gelen bu sorunumuzun “nedenini” bırakıp sonucuyla uğraşınca bizim işler de o filme benzedi aynen. Tamam; manav, kasap, pazarcı, marketçi hepsi her gün etiket tazeliyor tazelemesine de… Yahu kardeşim, aramızda her gün en o son fiyatlar üzerine muhabbet etmek yerine şu ettiğimiz lafların en azından yarısını neden bu işi başımıza saranlara sormuyor, hatta cevabı besbelli olduğuna göre aslında bu işin hesabını, bu işin nasıl düzeltileceğini konuşmuyoruz ki? Düşünsek ya… Acaba fiyatlar mı durup durup azıyor ve bizi üzüyor, yoksa cebimizdeki para mı gün be gün değer kaybediyor? Fiyatların yükselişini anladık: Bak etiketleri her gün tazeleyen esnaf da aynı o filmdeki gibi “tamam, yine zam yaptım ama bi sor bakalım neden yaptım” derken niye dönüp de hep yükselen sebze meyve fiyatlarından şikayet ederken söylediğimiz gibi bu sefer de neden; “Bizim paramız şu hıyar karşısında bile niye bu kadar düştü” “Şu iki tane domates nedir ki şimdi bizim 10 liramızla boy ölçüşüyor” “Niye kabak kadar düştü” Niye şu dereotu karşısında bile kıymeti kalmadı” demiyor ve çarşıda pazarda satılan ne kadar sebze, meyve, şu bu varsa hepsinin karşısında her gün daha da dermansız kalan paramızı bu hale getirenleri konuşmuyoruz ki? Bu iş bir şekilde çözülecekse bunun yolu; bilumum sebze fiyatlarının yükselişini söyleyip söyleyip o etiketlere ve satıcılarına saydırmak mı yoksa sadece “bizim parayı kim düşürdü bu kadar” diye işin aslını soruşturmak, onu konuşmak mı? Şimdi denecek ki “Ayvaz kasap, hep bir hesap” Yani “ha öyle, ha böyle… sen bu işe neresinden bakarsan bak sonuç belli: her şey pahalı!” Yok, bence öyle değil. Bir kilo domates satan karşılığında yine bir kilo patlıcan alabiliyor mesela. Mal ile mal değiştir, bak değişen bir şey yok. Ama sok araya parayı, bak bakalım ne oluyor. Demek ki işi değiştiren şey paranın değeri. Her şey pahalı değil; kazancımız, cebimizdeki para değersiz ve hala da değersizleşiyor. Böyle olunca, hangi sebzenin hangi fiyattan satıldığını konuşmakla olsa olsa sadece “Hayatın giderek ne kadar kadar da pahalılandığı” kuru muhabbetini yapmış oluruz. Ama “Kazancın, ücretin ya da cepteki paranın bir ıspanağı, bir kabağı, bir domatesi satın almaya bile gücünün yetmediğini” söyleyip tartışmak bizi doğru sonuca daha kolay ulaştıracaktır. O zaman gelin biz sonucu değil, nedenini konuşalım: -Türkiye, göz göre göre üretimden uzaklaşmıştır -Türkiye, göz göre göre elindekini avcundakini “en azından şimdi sırası olmayan işlere” sarf etmiştir. -Türkiye, sarf edilen o paraların kimleri bir anda “türedi zengin” yaptığının üzerinde durmamıştır. Aslında bunların hepsini saymaya da gerek yok biliyor musunuz… Çünkü hepimiz de farkındayız: Aynen Şair Baba’nın çok yerinde söylediği gibi: “Kabahat senin -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatın çoğu senin canım kardeşim!” Evet… Kabahatin çoğu da “bizim”. “Ve bu dünyada, bu zulüm bizim sayemizde. Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak” Ve hala pazardaki kabağın, dereotunun, hıyarın fiyatına bakıp bakıp canımızın çektiğini alamadan etrafında dolanıyor da bu duruma neden düştüğümüzü soruşturmuyor, konuşmuyor, bunları birbirimize anlatmıyorsak…
|
||