Millet açken ekilmeyen tarlalara bakıp
İçini çekmek mi? Yoksa başka bir şey mi?


Yurttaş ekonomist olma iddiasında falan değil ama yine de şu içinde bulunduğumuz durumda bu sorunun neden çözülemediğini bulmaya çalışıyor.

Hani “Un var, şeker var ama helva yapan yok” deriz ya…

Üstelik bugün için söylersek; un da yok şeker de, dolayısıyla helva hiç yok.

Neden?

Un için buğday, şeker için pancar, bunlardan çıkanlarla helva yapacak insanımız da mı yok şu koca memlekette?

Olmaz mı?

Milyonlar boşta gezer, esnaf kepenk kapatır, sanayi çarkları gerektiği gibi dönmese de adeta paslanırken niye helva yok?

Niye bu üretimsizlik?

Haydi hepsine bir kulp taktın ey siyasetçi; yahu kardeşim senin gidip gemiler dolusu buğday, şeker aldığın memleketlerin toprakları buralardan daha mı verimli, çiftçisi daha mı çalışkan, sanayicisi daha mı yaratıcı ki bu adamlar hem kendi karnını doyuruyor hem seni.

Öyle atasözlerine falan sığınıp kuru kuru “biz varız ya biz…” falan gibisinden büyük laflar etmeden bir düşün bakalım oralarda neden öyle de buralarda neden böyle?

Hadi tartışmayı ateşlemek için buradan bir ucunu başlatalım:

Bırak ayda dolaşmayı, marsa gitmeyi bir kenara, bu işlerin daha ilk adımından başlayalım:

Biz niye daha kendi karnımızı doyuracak kadar bir şeyler üretemiyoruz?

Kabahat toprakta mı?

Havada mı?

Suda mı?

İnsanlarımızda mı?

Yoksa bütün bunların dışında bir başka neden mi var?

Galiba öyle.

Her memlekette, her yerde olan şeyler bizde de var da; işin kötüsü, başka yerlerde pek olmayıp daha çok bizde olan bir başka şey var gibi.

Bu iş her birimizi çok aşacağına göre, tek tek biz insanlar değil; o da “kötü yönetim” tabii…

Kökü çok gerilerde ama haydi ortalama yaştakilerin de bilebileceği dönemlerden başlayalım:

Ne hikmetse;

-Bir dönem kaderimizi bağladığımız birileri “sen tarlanı ekme, sana dekar başına şu kadar para verelim” demiş. Hadi bize laf düşmez ama bizi yönetenler de “aynen yapalım” demiş ve kabul etmiş.

-O birileri tarımsal güçlerini sürdürebilmek açısından kendi çiftçisine destek vermiş, bol bol ürettirmiş, sonra da artan fazlayı bize yedirmek için “sen ekme, meraklanma da, biz sana daha ucuza satarız” demiş mi demiş.

-Bizim siyasetçilerimiz, “oh ne ala” alt tarafı biraz daha borçlanırız, milletin karnı ne ile doyacaksa bulur buluştururuz gereken parayı, alırız malı demiş mi demiş.

-İçeride desteklenmeyen, kendi içgüdüsüyle üretimini sürdürmeye çalışan çiftçi ithal ürün karşısında kendi pahalı maliyetleriyle başbaşa kalıp işi terketmiş mi terketmiş.

-Böylece bu pahalı maliyetler, dekar başına trink para, kahvede pişpirik, hepsinin üzerinde de “kutsal mülkiyet hakkı” olunca tarlalar boş kalmış, o sürecin ayrılmaz parçası hayvancılık çökmüş mü çökmüş.

Hadi ne kadar yanlış olursa olsun siyaset o tarlayı sürdürmek değil ama siyasetini sürdürmek için bu güne kadar imkan bulmuş mu bulmuş.

Ama gün gelmiş para bitmiş, harpler çıkmış ortalık gerilmiş mal değerlenmiş mi?

-Aynen öyle.

N’apçaz şimdi?

Demek ki iş çok ciddi, üstelik başlangıcı çook eskilere dayanan bazı yanlışlar var.

O zaman öyle laf olsun ya da bir de bunu deneyelim cinsinden önlem(!)lerle bir yere varma olasılığı kalmamış.

Dolayısıyla daha “köklü” bir şeyleri tartışmak ve gücü yetenden de bunu yapmasını istemekten başka seçeneğimiz var mı?

*

Başka çare olmadığına göre işe sondan başlamak gerek:

Madde 1. “Her şeye rağmen üreteceğiz” diyeceğiz.

Madde 2. Kimin neyi ne kadar üreteceği konusu bir “hesap” ve “plan” gerektireceğine göre bunun devlet eliyle gerçekleştirilecek bir planlamayla yapılmasını kabul edeceğiz. Etmez de “kim ne üretebilirse üretsin, vatan sizden üretim bekliyor” derseniz hem yanlış hem israf olur.

Nitekim örneğin patatesteki, soğandaki gibi bir sene tarlada çürütüp ertesi sene ateş pahası yaptırmamak gerekir ki bu yanlış üzerine ekonomi kitaplarında “örümcek ağı” diye bir teori bile okutulur.

Madde 3. Tarla sahiplerine (mülkiyete) dekar başına para verme adeti çiftçiyi üretimden soğutma taktiğidir, kesinlikle lanetlenmeli; aksine köylü, hem üretimine destek hem üreteceğine alım ve fiyat garantisi verilerek teşvik edilmelidir.

Madde 4. Fiyatı ne kadar yükselirse yükselsin, içeride üretilen ürünün dışarıdan ithalinden vaz geçilmelidir. Çünkü içerideki fiyatların yükselmesi başta sıkıntı yaratsa da giderek üretimi özendirir. Geleceği düşünen siyaset günlük siyasetin kolaycılığına düşmemelidir.

Madde 5. “Bu ülkede toprak mı yok ki biz üretemiyoruz” sorusunun cevabı, “Toprak çok ama maalesef ekmeyene de bir şey diyemiyoruz”dur. Oysa hele de bu dönemde gereken destek verildikten sonra artık “Ekmeme hakkı” diye bir şey olamaz. “Mülkiyet hakkı” ne kadar kutsallaştırılırsa kutsallaştırılsın, toplumun yararı karşısında sınırlandırılır ve kullanımına müdahale edilir ve bu safhadan sonra bizde de edilmelidir.

Yani ekmeyen ekmeye yönlendirilmeli, “ihtiyacım mı var” deyip ille de boş bırakan ya da boş kalmasına neden olan, neden olduğu toplumsal bedeli ödemelidir.

Bunun yolu, ekilebilir bütün arazilere şimdiki gibi sadece düşük bir emlak-arazi vergisi koymak değil, “o arazi ekildiği tarihte alınacak olan standart verimin belirli bir yüzdesi kadar” Tarımsal üretim vergisi koymaktır. Böyle bir durumda tarlasını eken, elde ettiği ürünün o belli yüzdesi ile vergisini ödeyecek, ekmezse vergisi ile karşılaşacağı için o araziyi ekene satacak ya da kullandıracaktır.

Bu, ünlü ekonomist N. Kaldor’un dünyaca bilinen kalkınma modelidir.

Peki, Model’i Kaldor’dan aldık da “mülkiyet hakkını sınırlama” düşüncesi sonuçta bir kahvehane muhabbeti mi?

Hayır o da sağlam bir dayanağa sahip:

Bakın bizim Anayasamız mülkiyet ile ilgili olarak ne diyor:

"Madde 35 - Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

Bu öylesine konmuş bir hüküm mü?

Yoo, o da sağlam bir hukuk mantığına ve desteğe dayanıyor:

Bizim de üyesi olup hükümlerine tabi olduğumuz “Avrupa Konseyi” (A.K)’nin önemli bir organı olan AHİM yani Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi de bunu söylüyor ve diyor ki:

“Kamu yararı ölçütü çerçevesinde sosyal ve ekonomik politikalar, … ve ekonomik hayatın korunması adına mülkiyet hakkı sınırlanabilir”

“Ekonomik hayatın korunması”

Ne dersiniz?

Millet yiyecek ekmek bulamazken; devleti yöneten siyaset, ülkedeki sosyal ve ekonomik politikaların korunması, daha da Türkçesini söyleyelim; aç kalmamamız için şu boş tarlalara bakıp bakıp “Ekmiyorlar ki kardeşim, ben ne yapayım, hepsi şehirli oldu” deyip içini mi çeker yoksa mutlaka yapabileceği hatta bu koşullarda mutlaka yapması gereken bazı işleri mi vardır?