Atılması gereken çok ciddi adımlar ve idare-i maslahat


“Ekonomik gidişten mutlu muyuz?”
Bu soruyu kim sorarsa sorsun, alacağı cevabın ne olacağı daha baştan belli değil mi?
Onun için “malum”u ilan etmeye gerek yok.
Hemen herkes bu konudaki düşüncesini kendi üslubuna uygun bir biçimde ve büyük bir olasılıkla tek kelime ile özetleyecektir: “……”
Durumu özetlemek bu kadar kolay da; ya düzeltmek için yapılması gerekenler konusunda ne demeli?
Tabii bu soruyu daha çok “Meraklanmayın, ben çözerim” deme geleneğinde olan siyaset aleminin cevaplandırmasını gerekir.
Sahi, bu işler nasıl çözülecek?
Bakın büyük kurtarıcı, ülke bundan daha kötü koşullar altındayken 16 Ocak 1923’te İzmit’te yaptığı basın toplantısında, “yapılanı ve yapılacak olanı” nasıl anlatıyor:
“Kendimi düşünseydim, Milli Mücadele'den sonra hoşuma giden bir yerde otururdum”
“Biz gerçek bir devrim yaptık ve devrimimizi devam ettiriyoruz.”
“Fransız Devrimi, yüz sene devam etmiştir.”
“Üç senede esaslı bir devrimin son bulacağını zannetmek hata olur.”
“Gelecek bizimdir.”
“Herkesi memnun etmeye çalışarak amacımıza ulaşamayız.”
“İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamaz”
Nasıl?
Tam da “Bu işler nasıl çözülecek?” sorusunun cevabı…
Hatta bu işlere soyunacak olanların önüne konan en net ve doğruluğu en fazla anlaşılmış reçete bu değil mi?
*
Türkiye bugün ne yazık ki üretimden kopmuş; alışageldiği tüketim düzeyini, ya sermayeden yiyerek ya da bir biçimde borçlanarak sürdürmeye çalışan bir ekonomi haline gelmiştir ve durumun birazcık ayırdında olanlar işin giderek ne kadar da sarpa sarmakta olduğunun tedirginliğine düşmüşlerdir.
Haklı olarak da sormaktadırlar: “Peki nasıl?”
Görünen o ki, bu konuda sorumluluk mevkiine gelecek olanların artık -Atatürk’ün deyimiyle- “Hoşuma giden bir yerde otururdum” deme şansı yoktur ve o oturulacak yerlerin sıkıntısı her geçen gün biraz daha artmaktadır.
Dolayısıyla, bu gidişi durdurma iddiasıyla ortaya çıkacak olanların asla bu işlerden pek hoşluk beklememesi, arananların da pek hoşluk bekleyenler arasından aranmaması gerekir.
Çünkü “Herkesi memnun etmeye çalışarak amacımıza ulaşamayız”.
Nedeni açık:
Bu gidiş öyle şimdiki alışkanlık ve kabuller üzerine yapılacak bir iki değişiklikle düzeltilemeyecekse, pek çok şeyi belki de kökten biçimde gözden geçirmek ve “sadece gerekeni, gerektiği gibi yapmak”tan başka bir çıkar yol olmayacaktır.
Çünkü “idare-i maslahat”; bugün itibariyle “kötüye gidişe tarafsız kalmak, içinde bulunduğumuz bu durumu kabullenmek, sürmesine göz yummaktan başka bir şey değildir.
Temel sorun mal ve hizmette “üretimsizlik” olduğuna göre çözümün anahtarı üretimdir.
Her ne olursa ve nasıl olacaksa:
-Türkiye, mutlaka üretim dışı bırakılmış kapasitelerini harekete geçirmelidir.
-Türkiye, mutlaka yaptığı üretimin kalitesini yükseltmelidir.
-Türkiye mutlaka üretici güçlerini planlı biçimde hedefe yönlendirmelidir.
-Türkiye mutlaka kendi ihtiyacını kendi üretimiyle karşılayacak duruma gelmelidir.
-Türkiye, kendi üretimini kendi eliyle pazarlamalıdır.
-Türkiye, dışarıya kaçan yerli sermayesini ve beyin gücünü geri getirmelidir.
-Türkiye, üreticisini çağdaş teknolojiye yönlendirmeli ve yeni kuşağı bu konuda eğitmelidir.
Ve bunları yaparken…
Karşımızdaki sorunların kökü ne kadar derinlere iniyorsa, çözümü sağlayacak düzenlemeler de o kadar derinlere inmek zorundadır.
Kimse “Yok canım, o kadar da olur mu?” dememeli.
Bu kadar olmuşsa, elbette en azından o kadar da olmak zorundadır.