Yap işlet devret modelini yanlış anlamak,
yanlış anlatmak ve işin özünü atlamak


İşin kolaycılığından da olabilir, üzerinde yeteri kadar düşünmemekten de…
Ama bir şeyi kendiniz yanlış anlamışsanız ona yapacağınız muhalefeti de yanlışa düşmeden yapamazsınız.
Özellikle ekonomi ya da işletmecilik gibi insanlara bazen çok karışık bir iş gibi görünüp üzerine odaklanmaktan kaçınılan, ben o işlerden anlamam denip yanlış bir değerlendirmeye dayansa bile o söylenenlere “inadına” inanıldığı, öyle deniyorsa öyledir dendiği olaylarda…
Bunlardan biri de “Yap-İşlet” olayı.

Asıl konuya geçmeden söyleyelim:
Osmanlının son döneminde yabancı devletlere bir tür imtiyaz vermek olarak kullanılan bu modelin kapsamlı bir uygulama haline gelmesi 1980’li yıllar yani Turgut Özal dönemidir.
Doğru uygulandığında parasızlık çeken ama halka bir şeyler yapıldığını göstermek isteyen iktidarlar için kurtarıcı bir modeldir, doğru sonuçlar da verebilir. Ancak şu iki “durum”a dikkat etmek şartıyla:

1.Yap-İşlet modelleri, devletin kendi cebinden yapacak parası olmadığı için sermayesi kuvvetli bir yada birkaç yatırımcıya yaptırılan iştir ve işi alan yatırımcı buraya yatırdığı parayı, kazancıyla birlikte devletten değil artık “müşterisi” haline gelen vatandaştan alır.

Genellikle yol, köprü, tünel gibi aslında ödenen vergilerimizle ve birer ücretsiz kamu hizmeti olarak yapılması gereken bu işlerin bedeli hem vergisini ödeyen vatandaşa bir kere daha ödetilir hem de o uzun sözleşme döneminden sonunda bile artık halka maledilecek olan yani ücretsiz hale gelmesi beklenen kamu hizmeti ne hikmetse asla ücretsiz hale gelmez, ticaret konusu olur; ya aynı şirketi yeniden kiralanır ya bir başka sermayedara.

Ama kolay kolay “bedelini ödemiş olan halka” bir daha ücretsiz olarak geri dönmez. Yani devletin vermesi gereken bir hizmet, artık bir işletmeye dönüşür, bunu veren devletin ekonomideki “babalık payı” da küçülmeye devam eder.

Artık ortada bir kamu hizmeti ve vatandaş yoktur, bir işletmeci şirket ve onun “zorunlu müşterileri” vardır. Dolayısıyla, parlak vaadler ve büyük yatırımlar yapıldığı tanıtımlarıyla başlatılan bu projelerde dikkat edilmesi gereken birinci konu, bu yatırımın ülkenin içinde bulunduğu koşullarda “mutlaka” yapılmak zorunda olup olmadığı ve gerekmiyorsa yapılmamasıdır.

Bir itiraz olacaksa önce bu noktadan olmalıdır. Çünkü bir kamu hizmeti hiçbir zaman bir sermaye grubuna neredeyse ömür boyu para kazandırmak için yapılmaz, yaptırılmaz. Eğer yine de yapılıyorsa bu iş özünde birilerine imtiyaz vermektir.

2.Yap-İşlet Devret modeli, doğru kullanıldığında doğru bir finansman modelidir. Peki bunun doğru uygulanması ne demektir ya da doğruluğu nasıl anlaşılmalıdır? Söyleyelim:

-Bir kere, bu işe devlet para ya da “garanti vermesin” ama yapan da kazançlı görüyorsa istediği kadar kazansın demek yanlıştır. Çünkü bu aynen bir “imtiyaz verme” olayıdır. Kamu, işletmeciliği iyi para kazandıracak olan bir işi kendi yapmalı, halkın sırtından kimseye böyle bir kazanç ikram etmemelidir.

-Bir proje, devlet açısından yapılması zorunlu görülüyor ancak yapacak parası olmayıp “halkımız bunun parasını taksit taksit yatırımcısına ödesin” deniyorsa, burada önemli olan konu, bunun asla hangi garanti ya da ne hasılat getireceği değil, “gerçek maliyetinin” ne olduğudur.

Ama ne yazık ki, günlük söylemle “işin kaça çıkacağı” değil, “geçmeyen yolcu” ve “verilen garanti” üzerinde konuşulur. Oysa bir yatırımın yapılması mutlaka gerekiyor ve bunu bu yatırımı üstlenen finanse edecek ise, burada verilecek garantinin ne olması gerektiği, sadece işin maliyeti ve bu maliyete katlanacak olanın makul sayılacak kazancına göre belirlenir.

Örneğin 5 milyar dolara çıkacak bir iş için verilecek garanti yine örneğin %20 karlılıkla 6 milyar dolar olarak belirlenecekse, bu hesap bırakılıp 8 milyar dolarlık garanti verilmez. Verilmesi eğer işi bilmezlik değilse sadece istismardır. Bu işbilmezlik ya da istismar gerektiğinde perdelenebilir mi?

Tabii, üstelik çok da kolayca… Uygulanacak geçiş ücretleri ile 5 senede kendini finanse edebilecek bir işte bu sefer de süreyi uzun tutar 8 sene falan derseniz, o yatırımcıya hiçbir devlet garantisi ve para vermeden ama halkın sırtından yine aynı kazancı ikram etmiş olur, sonra da “bak hem garantiye vermedik hem geçiş ücretlerini düşük tuttuk hem devletten beş kuruş çıkmadı dersiniz. Oysa, fazladan tanınan süre halkın cebinden 3 sene daha para çıkıyor olması demektir. Devletten çıkmayan para bu sefer de milletten çıkmış olur.

Öyleyse, Yap İşlet modelinde doğru hesap; verilen garanti ve para değil, “doğru maliyet ve doğru süre” üzerine yapılır.

Bizde maalesef maliyet ve verilen süre geri planda kalır; geçen sayısı, geçiş ücreti ve verilen garanti öne çıkarılır. Bu doğru değildir.

Gelin bir başka örnek üzerinden düşünelim: Diyelim ki kuş uçmaz, kervan geçmez bir yere stratejik örneğin askeri nedenlerle bir hava alanı ya da yol yapacaksınız ve ücreti 1 lira bile yapsanız buradan kimse uçmayacak, geçmeyecektir. Üstelik devletinizin de parası yok.

Burada Yap-İşlet modeli uygulanması doğru olur mu? Evet olur. Oturur işin gerçek maliyetini bulur, bunun üzerine finansman masrafı ve sair ile birlikte yatırımcının makul kazancını koyar hesabı yapar ve projeye de -halktan pek para gelmeyeceği için- neredeyse bütün bu para kadar garanti verirsiniz.

Şimdi de soralım bakalım: “Kuş uçup kervan geçmeyen bir yere bu yatırımı yapmak, sonra da dünyanın garantisini verip parasını ödedik” demek doğrudur denebilir mi? Denemez… Bu işte doğru ile yanlışı ayıran ölçüler: -Bu işin zorunlu bir yatırım olup olmadığı -Gerçek maliyete göre yatırımcıya sözleşme süresince -halktan ve devletten- toplam kaç para ödeneceğidir.

Bunu yapmadan kolaycılık yapmak isterseniz, çıkarsınız meydana; -“Kimsenin geçmediği meydanlara şu kadar kişi garantisi verildi, şu kadar kişi geçti” der, sözde yanlışı işaret edersiniz. Peki, ya siz iktidar olup yapılması bir gerekli yatırımı orada yine bu sistemle yapacak olsanız aynı eleştiri bu sefer de size yapılmaz mı?

* Galiba biraz teknik açıklamalara daldık ama şu son sözlerle özetleyelim demek istediğimizi: Yap işlet Devret modeli, yatırımın zorunlu, devletin parasız olduğu zamanların finansman modellerinden biridir.

Doğru kullanıldığında “kurtarıcı” bir modeldir. Ancak, burada verilecek garanti ve sözleşmeye konacak olan işletme süresi, sadece “gerçek maliyet+makul kazanç”a göre belirlenmelidir. Bunun dışına çıkıldığında ya da bu hesap bir kenara bırakılıp sadece buradan kaç kişinin geçip kaç para için garanti verildiği tartışmalarını yapmak yanıltıcıdır, iş bilmezlik ya da ucuz değerlendirmedir.

Hadi muhalefet etmek için olacak o kadar da denebilir ama; konuyu bu açıdan tartışmak ve anlatmak karşı tarafa belki garantiye bile gerek kalmadan şişirilmiş maliyet ve şişirilmiş süre ile aynı sonuca ulaşma fırsatı vermez mi?

Doğrular doğru anlaşılıp doğru anlatılmazsa ancak yanlış yapanların yeni yöntemler uygulamasının önü açılmış olur.