|
PANDEMİ, EKONOMİ VE...
BİZDEKİ “OLSA DÜKKAN SENİN” DURUMLARI
Bu günler ne yazık ki hem bizim hem bütün
Dünyanın çok çok kötü günleri…
Acımasız ve henüz hız kesmemiş bir salgınla birlikte yükselen ekonomik
kriz. Bu kişi, neredeyse kendi aralarında “at başı” bir bilinmezliğe
doğru yarışıyor.
Ve, çok geniş kitleler için bir yanda yarın kimi alıp götüreceği pek
belli olmayan bir hastalık, diğer yanda her gün ağırlaşan geçim derdi.
Şimdi “Yok canım, o kadar da değil” denebilir mi?
Hayır!
Trafikte çılgınca araba kullanıp arabasını devirmedikçe “bak bana bir
şey olmuyor” diyen ehliyetsiz şöför örneğinde olduğu gibi, gamsızlar ve
şimdilik geçim derdi olmayıp kendini bir şekilde herkesten ayrı görenler
dışında bir büyük çoğunluk günden güne artan tedirginliğiyle, giderek
daralan ekonomik çemberi içerisinde ve çaresizce işin nerelere
varacağını bekliyor.
Geçer mi bu günler?
Geçer elbette.
Bu dünyanın başına neler gelmiş de geçmemiş ki
bugüne kadar.
“Orası doğru” doğru olmasına ama işin kötüsü “biz de geçiciyiz” bu
dünyada...
Dolayısıyla zihinleri meşgul eden şey; “Bu ne zamana kadar böyle
gidecek” ya da “Yaşamımızın bu evresinde yarın daha başka nelerle
karşılaşacağız” türünden sorular.
Hastalık için tıp bilimi şüphesiz gece gündüz çözüm arayışında. Büyük
müjdelerini de her an patlatabilir tamam ama; ya işin ekonomisi… Ya o
müjdelerin verilmesiyle özellikle bizim gibi ülkelerin sıradan
insanlarına ulaşmasına kadar alacağı yol?
“Politik-acı”ya bakarsanız; var bir şeyler, “yapıyoruz, ediyoruz”…
Ama malum, şu siyaset mesleğinin özünde hep “yarın için umut vermek”
vardır.
Hem de şartlar ne olursa olsun ve “hele o güne kadar”…
İşte bu nedenle şimdiden herkesin kendi şapkasını önüne koyarak genel
durumu ve kendi özel durumunu iyice değerlendirmesi gerekiyor.
Mesela, esnafın, çalışanın ve “ne iş olsa yaparım” dediği halde
çalışamayanın beklediği “destek” konusu?
“İrili ufaklı sanayicisi de dahil, ticaret erbabı ve esnafın derdine bir
çözüm geliyor mu?”
“İşine ara verilmişlere destek sürecek mi?”
“Büsbütün işsizlerin hali ne olacak?”
Ortada görülen o ki, sınırlı imkanları ile kimi belediyeler ve onların
yanı sıra imkanları yine sınırlı olan yardımseverlerin bir anlamda “can
suyu” kabilinden yardımları dışında “şimdilik” ve “destek” anlamında bir
tek kaynak olabilir, o da “devlet”.
Peki devletin şimdi bile yetersiz bulunan o desteği devam eder mi?
Ya da bu sıkıntı epeyce uzun süreceğine göre devlet destekleri nereye
kadar gider?
Bu sorunun tek ve açık cevabı “gücü yettiğince” ve “gücü yetene kadar”
tabii ki.
Gördüğümüz kadarıyla, bu dünyadaki; ekonomisi lafla değil de “gerçekten”
güçlü ülkeleri “gün bu gündür” deyip bastırıyor vatandaşına parayı…
Sağlıkta fazla bir şey söyleyemeseler de örneğin ABD 5 trilyon dolarlık
teşvik paketinden söz ediyor. Vurun bu rakamı bakkal hesabına,
Türkiye’nin “biz bu kadar borcun altından nasıl kalkarız” diye kara kara
düşündüğü bütün dış borcumuzun yaklaşık 10 katı kadar bir şey…
O ölçülerde olmasa da Almanya 750 milyar Euro destek açıkladı ki yine
bizim tüm dış borcun iki katı falan.
Fransa’nın Maliye Bakanı Le Marie, koronavirüse karşı savaşın ekonomik
ve finansal alanda olacağını kaydetti.
Yani insanların beklentisi ne olursa olsun, kendilerine gelecek destek
ancak o ülke ekonomisinin ödeme gücü kadar.
O zaman bu “bizdeki destek ne olacak?” sorusunun cevabı gelip gelip
“peki bizim devletimizin gücü ne?” sorusunun cevabına dayanmıyor mu?
Elbette öyle.
Türkiye, iktidarı her ne kadar itibarından tasarruf etmeyerek yeni
saraylar, paralı yollar, devasa köprüler yaptırıp bir kısım yetkilisine
uçaklar, filolarca lüks otomobiller tahsis etse de; finansal tablolarına
bakıldığında artık çevrilemeyecek kadar dış borçlu, kolay kolay
kapanamayacak kadar bütçe açığı veren bir ülkedir.
Alın size birkaç rakam:
-Eylül 2020 itibariyle, bir sene içinde vadesi gelen dış borcumuz 134
milyar dolardı. Bu rakam, en pahalısından da olsa en az 45-50 tane kadar
boğaz köprüsü ya da 5 tane kanal İstanbul yapılabilecek bir paradır.
-Aralık 2020 itibariyle Merkez bankasının “açığı” yani bir biçimde
yerine konması gereken döviz noksanı tam 60 milyar dolardır.
-2020 yılı sonundaki bütçesinin “maalesef harcamalarımızı
karşılayamıyoruz yetmiyor” dediği rakam 200 milyar liraya doğru
yükselmektedir.
-2021 yılı bütçe açığı, bu bütçeyi hazırlayan iktidar tarafından bile bu
seneden 40 milyar lira fazlasıyla 240 milyar lira olarak tahmin
edilmektedir.
Şimdi, devletin bütün harcamalarının “bütçe”lerden yapıldığını göz
önünde tutarak düşünelim bakalım:
Herkesin beklediği desteğin “asıl kaynağı” devlet ve onun bütçesi
olduğuna göre o umulan “destek” kimlere, hangi büyüklüklerde ve ne
zamana kadar gelebilir?
Bu durum, aynen borçlu esnafın alacaklısına söylediği gibi “Olsa, dükkân
senin” durumu değil midir?
Uzun lafın kısası:
1.Türkiye ekonomisi, pandemi dönemi değil, taa daha çok öncesinden
içinde bulunduğu “sıkıntı” dolayısıyla ekonomik açıdan uluslararası
finansal kurumlarda itibarlı bir durumda değildi.
Pandemi, bu duruma ciddi ölçüde ilave yük getirmiştir.
Dikkat edilirse, Merkez Bankamızda bir sene öncesinde bulunduğuyla
öğündüğümüz 100 milyar dolarlar, şimdi eksi 60 milyarlara “pandemi
harcamaları” ve destekler dolayısıyla değil, ekonominin bir süredir
yokuş aşağı olan gidişatı dolayısıyla inmiştir.
Dolayısıyla, bir gün pandemi illeti “mucizevi bir biçimde ortadan kalksa
bile” “vaziyet” bu sefer de “ekonominin yaşadığı pandemi” dolayısıyla
sıkıntılı olmaya devam edecektir.
Üstelik, bu hastalığın o zaman kadar üzerimize binecek olan yeni
yüklerini ve tahribatını da üstlenmiş olarak.
2.Bu durumda bizde de, her hükümetin yaptığı gibi halk diliyle “para
basılacak” ve her şeye rağmen ama oldukça “tasarruflu” bir biçimde
“destek” sürdürülecek ancak bu destekler hiçbir zaman kimseyi tatmin
etmeyecektir.
Çünkü para basılarak sağlanan kaynak, herkese yetsin diye içine daha
fazla su katılan ayrana benzer ve o paranın satın alma gücü yenileri
basıldıkça giderek düşer, refah çıtamız her seferinde bir tık aşağıya
iner.
3.Hastalıkla mücadelede sağlık personeline verilecek paradan dışarıdan
alınacak ilaç ya da aşıya kadar hemen “her şey para” olduğu için,
siyasetçinin bu mücadelede insanları bir süreliğine gerektiği gibi tam
kapatıp sonuç alması zor bir yoldur.
İşte bu zorlu yolda, politikacılar açıkça söylemese de, bu arada gelişen
durum özünde adı konmamış “sürü bağışıklığı”dır. Yani, “Saldım çayıra,
mevlam kayıra” der gibi.
Şeklen; “Gereken her şeyi yapıyoruz” denirken bu arada hastalığın kendi
bildiği gibi yayılması ve artık yayılacak fazla kimse kalmadığında
kendiliğinden yavaşlaması ve eldeki sınırlı tedavi imkanları ya da
tedbirlerle kontrol edilebilecek hale gelmesi beklenir.
Bu noktaya geldik mi?
Bence geldik.
-Çünkü hastaneler, hastaneler olmasa bile sağlıkçılar artık
kapasitelerinin sonuna gelmişlerdir. Çünkü bir yer boşalmadıkça(!)
“yatacak yer yok”tur.
-Günlük vak’a sayısı baştan 5-6 bin denip gizlenmiş, sonra bir günde 30
binlere yükseltilmiş ama sağlıkçıların ifade ve hesaplamalarına göre bu
günlerde gerçek vak’a 60-70 bin dolayındadır ve hem dünya hem Avrupa’da
liste başlarındadır.
Ölü sayısında verilen sayılar ne yazık ki çok açık biçimde
“sembolik”tir.
Öyle ki sadece İstanbul’da gömülenlerin sayısı tüm Türkiye için söylenen
ölü sayının üzerindedir ve resmi açıklamaların inandırıcılığı
kalmamıştır.
Bu tercih, “yok bir şey, her şey kontrol altında” denerek aslında ve
büyük ölçüde çaresizlikle kendi haline bırakılmasının yani sürü
bağışıklığı yönteminin üstü örtülü uygulamasıdır.
“Ya şu aşı” mı?
Evet, politikacılar böyle bir “umut” veriyor.
Tabii işin bir de “formalite”si varmış:
-O aşılar henüz piyasaya sürülebilecek gibi değil, piyasaya
sürülebilmesi için dünyadaki sağlık kurumlarından izinleri alınmamış.
-Aşılar geldiğinde önce Halk Sağlığı ve TİTCK laboratuvarlarınca
ülkemize ithal edilen tüm aşılarda uygulanan incelemeler yapılacak.
-Kovid-19 aşılarına ülkemiz standartlarına uygun bulunduğu takdirde
erken kullanım izni verilecek, uygulamaya bu aşamadan sonra geçilecek.
-Gelişmeler beklediğimiz yönde olumlu “seyrederse” Türkiye, aşılama
çalışmalarına erken dönemde başlayan ilk ülkelerden olacak.
4.Ne yapmalı?
Hani bizde “Kendi muhtaç-ı himmet dede, nerde kaldı gayrıya yardım ede”
sözü vardır ya. Bu, çok şey anlatıyor olmalı bu günlere ilişkin.
Devlet imkanları ile yapılması beklenen “destek” yakın günlerde
kesilmese de, çok seçici olacak ve giderek azalacaktır.
Kişisel olarak “ekonomik sıkıntı”ya karşı alınabilecek tek çözüm; eğer
varsa olanı mümkün olduğu kadar tasarrufla kullanmak, olabildiği kadar
yardımlaşmak ve eğer alınabiliyorsa yaşam biçimini bu destek şartlarına
çevirmektir.
“Sağlıktaki sıkıntı”nın şimdilik en geçerli çözümü ise; tedbir, tedbir
ve yine tedbirdir.
Çünkü şu günlerde yaşamın o eski günlerdeki gibi sürdürülme aymazlığı,
ekonomik sıkıntının üzerine bir de pandemi sıkıntısını eklerse, bu ikisi
bir aradayken hayat çok zor.
“Daha daha… mı diyeceksiniz?”
Kısa vadede dikkat ve sabır, ama orta ve uzun vadede mutlaka yeni bir
yol.
Hani, “Alp dağlarını aşamayız” diyen askerlerine ünlü Kartaca komutanı
Hannibal’ın bir zamanlar söylediği gibi:
“Aut viam inveniam aut faciam”
yani: Ya bir yol bulacağız ya açacağız.
|
|