|
Vatandaş olmanın temel giderleri
Bütün ülkelerin bütün vatandaşları değil tabii ama;
Örneğin kimi Orta doğulular neden taa Avrupalara kaçmaya can atar?
Hem de Türkiye’yi bile ancak bir geçit, bir köprü olarak düşünüp, çoluk
çocuk…
Bizim kimi vatandaşlarımız neden bir yolunu bulup AB’li olmaya,
Amerika’da oturma izni almaya çalışır?
Şüphesiz kimsenin vatanseverliğine bir şey diyemem de; peki neden kendi
vatanı ve dolayısıyla vatandaşlığından sıyrılmaya çalışır?
Siz hiç bir İsveçlinin, bir Norveçlinin, bir Danimarkalının “Ah buradan
çıkıp falan memlekete bir kapağı atsam ne güzel olur” diyebileceğini
düşünebiliyor musunuz?
Demiyorlardır…
Çünkü o ülkenin vatandaşları oralı olmaktan çok çok keyiflidirler de
ondan.
Neden acaba?
Bunu isteyenlerin göçmen ya da sığınmacı olarak kabul edileceği ülkede
daha fazla para kazanabileceklerini düşündüklerinden mi?
Sanmıyorum.
İnsanlar; bilgisi, becerisi ölçüsünde kendi yurdunda da para
kazanabilir.
En azından çoluk çocuk kendini gurbete atacak kadar sıkıntıya düşmezler.
Ayrıca hiçbir ülke de kimseye “Gel vatandaş, gel buraya da seni
bedavadan yaşatalım” falan demez.
Örneğin Amerika’ya gelmek isteyene önce “kaç paran var ki burada
yaşamaya geliyorsun” der o Amerikalılar.
Kapağı Avrupa’ya atmak istiyorsanız “senin eğitimin, mesleğin ne, neyle
geçineceksin?, bize ne yararın olacak” diye sorarlar.
O zaman insanlar neden bulundukları kimi ülkelerden başka ülkelere
gitmeye, oraların vatandaşı olmaya bu kadar istek duyarlar ki?
Galiba, daha çok para kazanmak ya da şu devlet bana baksın demekten çok,
kendi ülkesinde vatandaş olmanın “maliyetinden” kurtulabilmek için.
Yani çok şeylerle birlikte -en başta- önemli bir sıkıntıdan “Vatandaşı
olmanın temel giderleri”nden kurtulmak için.
Şunu demek istiyoruz:
Eğer karnınızı doyurmaya yetmeyen kazancınız bile ağır biçimde
vergilendiriliyor ise,
Eğer yediğiniz ekmekte, içtiğiniz suda ya da içkide, kullandığınız
benzinde, gittiğiniz sinemada ve hemen her şeyde ödediğiniz KDV, ÖTV, ve
sair tüketim vergileri, harçlar, ücretler zaten yetersiz olan bütçenizi
zorlayıp sizin refah seviyenizi düşürüyorsa,
Hastalandığınızda “müşteri” muamelesi görüyorsanız; yani parasızlığınız
kadar vatandaş, paranız kadar müşteri kabul ediliyorsanız,
Örneğin çocuğunuzu okutmak için arabanızı satmanız gerekiyorsa, ya da
almaktan vazgeçmeniz şartsa,
Neredeyse şehir içindeki köprüden ya da tünelden geçmek bile ancak şu
kadar dolara karşılık bir parayla mümkünse,
İşte o “keşke gidebilsek”, “keşke oralarda insanca yaşayabilsek” denilen
ülkelere göre bu ülkede “vatandaş olmanın temel giderleri” ya da
maliyeti diye bir yük söz konusu değil midir?
Ödeyeceksin kardeşim.
Madem bu toprakların adamısın, "vatandaşsın" ödeyeceksin.
*
Bu konuda anlaştık sayalım şimdilik…
Peki, sizce bu durumda ne yapılmalı?
Bu ülkenin bir vatandaşı olarak bana “müşteri” muamelesi yapılmasın,
“Burada yaşamamın maliyeti devlet eliyle bu kadar da ağırlaştırılmasın”
mı dersiniz? Yoksa “Bütün bunlara bir itirazım yok, ama, çalışamasam
hatta çalışmasam bile bana bunları karşılayacak kadar bir para verin” mi
dersiniz?
Tabii ki ilkini. Yani Vatandaşlık maliyetine itirazı.
Çünkü o ilki, “sadece bu ülkenin vatandaşı olmaktan, orada yaşamaktan
dolayı” gelir düzeyi ne olursa olsun herkese devlet eliyle yüklenen
yüklerdir ki; bu yüklerin pek çoğunun yani vatandaşın müşteri haline
getirilmesinin kapitalist dünya görüşünden kaynaklandığı, ama aslında
bir "sosyal devletin" parasız ve temel hizmeti olması gerektiği açıktır.
Siz devletin vatandaşa yapacağı temel hizmetlerin birer “vatandaşlık
temel gideri” olmasına itiraz etmek gerekirken; işin bu tarafını bir
kenara bırakıp yani bir bakıma “bunları yine de ödeyelim ama devletimiz
çalışan çalışmayan herkese bütün bu yükleri de yüklenerek yaşamayı
sağlayacak kadar para versin” demekle çok da doğru bir iş yapmış
sayılabilir misiniz?
Belki bir ara havalara uyup dersiniz de… Bu yaptığınız, zaten geçim
sıkıntısından bunalmış vatandaş üzerinden popülizm yapmaktan ya da
yapanlara katılmaktan başka bir şey olmaz.
Çünkü bu işlerin temel yasası olan Anayasa’da bile; devletin
bayındırlıktan sağlığa, eğitimden işsizliğe kadar her konuda sosyal bir
devlet olduğu yani her yurttaşa destek olacağı yazılıdır, burada sorun
yok ama; vatandaşın “müşteri” kabul edilmesinin aşağı yukarı başlangıcı
sayılabilecek bir dönemde 2001 yılında o Anayasamıza “Devlet bütün
bunları sağlar “ama” eldeki imkanlar ölçüsünde sağlar” anlamında bir
ekleme yapılarak bu işten sıyrılınmamış ve “müşterilik” uygulamaları
hukuken de kitabına uydurulmamış mıdır?
Tarihe dönelim bakalım:
2001 yılında (Ekonomide Kemal Derviş dönemi) Anayasanın 65. Maddesi
şöyle değiştirilmiş daha doğrusu şu ekleme yapılmıştır:
“XIII. Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları:
Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini,
bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.”
Yani bütçe elvermezse “Anayasal” sosyal ve ekonomik haklar da "ancak" o
kadar yerine getirilir.
İyi de bizde ve bizim gibi ülkelerde hangi bütçe hükümet harcamalarına
yetebilmiş yani başka işleri yapmaya da elverebilmiş ki bu güne kadar?
Neredeyse hiçbir zaman.
Bütçeler her zaman “açık”tır.
Dolayısıyla bazı şeylerin garantisi sadece “kitapta” kalmıştır.
Sadece bu kadar mı?
Merak edenler yine Sayın Derviş’in, kapısında "Egemenlik ulusundur” yani
bu işlerde kuralı millet koyar diye yazan TBMM’den 15 günde 15 kanun
çıkartılmasını “isteyip” yaptırması olayını bir hatırlamaya çalışsın.
Neydi o 15 kanunda şimdiki şikayetlerimizin kaynağı olan bazılarının
konusu?
-Uluslararası Tahkim, özelleştirmelerde uluslararası hakeme gitme imkanı
verildi. Şimdi geçilmeyen köprünün parası için itirazınızı yabancı
hukukçular değerlendirecek dendi.
-Telekom Yasası: Telgraf ve Telefon Kanunu değiştirildi. Telefon,
Internet işleri işleri yabancılara bırakıldı.
-Şeker Yasası: Fabrikaların bir kısmı satıldı. Şeker ithalatının önü
açıldı. Ne fabrika kaldı, ne pancar eken ne de küspesiyle hayvan
besleyebilen.
-Tütün Yasası: Sigara fabrikalarının tamamı satıldı. Şimdi yerli bir tek
sigara markası yok.
-Tuz Yasası: Tuz işletmelerinde devlet tekeli kaldırıldı
-Doğal gaz Piyasası Yasası: Doğal gazda devlet tekeli kaldırıldı.
-Merkez Bankası Yasası: Merkez Bankasının görev ve yetkileri kısıtlandı.
-Bankacılık Yasası: Bankacılıkta devletin tasfiyesi başladı. Piyasa
yüzde 60 oranında yabancıların eline geçti.
-Kamulaştırma Yasası: Yasa ile kamulaştırma işlemleri yeni esaslara
bağlandı.
-İhale Yasası: Kamu ihalelerine yabancılar için konulan sınırlamalar
kaldırıldı. Ardından defalarca değiştirilen ihale yasalarıyla devlet
delik deşik edildi. İhaleye verilemeyen devlet işi kalmadı.
Ve arkasından... “babalar gibi” sıra sıra satışlar, satılan kamu
işletmelerinin ürettiği mal ve hizmetlerin “piyasa” şartlarına -daha
doğrusu kendi alanlarında birer tekel olmasına imkân verilen bu
işletmelerin sahiplerinin kar beklentilerine- göre fiyatlandırılması,
vatandaşın “mecburi alıcı” haline getirilmesine yol açıldı. Şimdi köprü
parasına itiraz edene “isteyen yüzerek de geçebilir, seni tutan mı var
kardeşim” denmiyor mu?
Bütün bunlarla başlayıp bu günlere kadar gelen bir dizi değişiklikten
sonra:
“Ah şu Avrupa bizi alsa, Ah şu Amerika’da oturma izni alabilsem.” “Ah ah
ah…”
İyi de ey sevgili “vatandaş”ım, şimdi senin peşine düşeceğin asıl
meselen bu küresel sermayeci, vahşi kapitalist politikaların tersine
çevrilip üzerindeki bu temel vatandaşlık yüklerinin yine senin elinle
kaldırılması mı olmalıydı, yoksa düzene itirazı falan bir kenara bırakıp
bütün bunlara para yetiştirebilmen için yine bu seni “müşteri” yapan bu
düzenin sana harcayacak para dağıtmasını beklemek mi?
Unutma, bu gün bu düzen apaçık “kapitalist” iken “ben ne sağcıyım ne
solcu, sadece herkese para dağıtsınlar isterim” demek; kapitalist
gidişata supap, işi onlara teslim eden, itirazı aklına getiremeyenleri
siyaset yapıyor sayanlara yoldaş olmaktır.
Mesela alırsın bayramda harçlığını, yetmez ya…
Ama yettiği kadarıyla gider paralı hastaneleri de dolaşırsın, oğlanın
okul taksitini de ödersin, eczanedeki ilacın parasını da…
Hatta evden işe-işten eve giderken bastırırsın o parayı, Boğaz
köprülerinden de geçersin, tünellerinden de.
Yine de bir şeyi söylemeliyim: isteyenin bir yüzü kara, vermeyen zenci
der istersin istemesine de…
Tamam iste;
İste ama; aslında yapman gerekeni, bu düzenin yanlışlarına itiraz edip
doğrusunu aramayı ve yaptırmaya çalışmayı da ihmal etmiş; elinden çıkmış
hakkını geri istemekten vaz geçip “müesses nizamdan” yani senin
kaptırdıklarınla işleyen o düzenden saf saf himmet beklemiş olursun.
|
|