|
Şu korona günlerinde sosyal demokrasi
üzerine
Mini minnacıktan daha da küçük bir virüs, bu günlerde hemen bütün
devletleri esir aldı.
Zenginini de fakirini de…
Neden “hepsini” biliyor musunuz?
Çünkü en zengin ülkede bile ancak günlük kazancı ile geçinen ya da onu
bile bulamayan çok geniş kitleler vardı.
Korona çıktı ortaya ve işte bu işleyişteki dünya ekonomisine “dur” dedi.
Ekonomi durunca belki hali vakti yerinde, yarını güvende olanlar evine
çekilip bu salgının geçmesine kadar durumu içeride ve içeriden idare
edecekler ama ya diğerleri?
-İşsizler,
-İşi ancak günü kurtarmaya yetenler,
-Küçük esnaf…
Onlar ne yiyip ne içecekler, bu krizin faturasını nasıl ödeyecekler?
Hastalanmışlarsa, yarın çaresi bulunduğunda bile kendilerine sıra gelip
tedavi edilebilecekler mi?
Açlıkta ve sağlıkta ihtiyaçları karşılanmadığında nasıl bir tablo ile
karşılaşılacak?
Son zamanlarda iyiden iyiye küreselleşen piyasa ekonomisi modelinde yine
de “arada olur böyle şeyler, buluruz her seferinde bir yolunu” demek
sağlıklı bir çözüm olur mu?
Yoksa bu salgın, biz insanlar becerememiş olsak da; o gözle görülmeyen
bir virüsün doğaya ihanetimize de insafsız kapitalizmimize de haklı bir
tepkisi mi?
Yerküre ya da “âlem” bize bu virüsün diliyle “artık zengin fakir ayrımı
olmayan yeni bir düzene evrilin” mi diyor acaba?
Hele hele “sıkıntı”nın daha büyük olduğu bizim gibi ülkelere...
Eğer öyleyse; o düzen acaba sosyal demokrasi gibi bir şey mi olmalı?
*
Sosyal demokrasi malum…
Hem sosyal hem demokrat.
-Dahası?
“Sosyal”, yani emek ile sermaye arasındaki olguda sermayeyi tümden
reddetmeyen ama emeğin ezilmesine de razı olmayan, ikisi arasındaki
dengeyi “hakça” paylaşım diye formüle eden bir dünya görüşü.
“Demokrat”, yani bütün bunları “arkasına halkın oy desteğini alarak”
yapmak isteyen bir siyaset…
Tanım çok güzel.
Peki netice?
Henüz böyle bir tablo yok ortada tabii.
“Netice” eğer iktidarda olmaksa; evet var, işte budur diyebilir miyiz?
“Siyaset umut vermektir” denir.
Kürsüden konuşulduğunda bu söylediğimize karşı çıkan çok olacaktır ama
şimdilik eldeki sadece umut:
--iktidarın biraz daha yanlış yapması,
-içlerindeki çıkar çatışmalarının gözlerini döndürerek birbirlerine
düşmeleri,
-har vurup harman savurmalardan dolayı paranın suyu çekilince hem
kavganın hem sürdürülen sadaka ekonomisinin sona ermesi ve
-“ iktidar”ın belki bir gün “devr-i sabık yaratılması korkusundan”
kurtulup "hayırlısıyla.." diyerek kendi iktidarını teslim etmesi.
Sloganlarımız ne?
-Biz çalmayız,
-Biz yolsuzluklara karşıyız, çaldırmayız
-Vergi kaçırtmayız
-Biz fakir fukarayı daha fazla koruruz.
Ne yapıyoruz peki?
-Bunların bütün yolsuzluklarını ortaya çıkarıyoruz
-Memleketi nasıl batırdıklarını sabah akşam anlatıyoruz
-Bizim gibi bu iktidara karşı olanlarla da sen şusun busun demeden,
dirsek temasını kaybetmeyip “demokrasi ittifakı” yapıyoruz.
Demokrasi için güç birliği tamam da; peki önerilen program, ileri
sürülen model ne?
-Hele bir iktidara gelelim gerisi kolay.
-Tabii ki en iyi kadrolarla çalışacağız, en yüksek asgari ücreti biz
vereceğiz, kimse aç kalmayacak, her eve şu kadar para girecek, her şey
kanunlara uygun olacak, çözümleri parlamentoda tartışacağız...
Falan filan…
İyi de sadece bu mu sosyal demokrasi modeli?
Bu sadece “Hele bekleyin, göreceksiniz” diye vaad edilen bir sonuç.
Peki bu sonuca nasıl ulaşacağız? O pek ortada yok.
Yeni bir modelin arayışı ya da fikri yoksa tabii ki iktidar modelinde de
pek bir değişiklik olmaz.
Hani bir zamanlar “Yok aslında birbirimizden farkımız; ama biz Osmanlı
bankasıyız” diye bir reklam vardı ya…
Şimdi bu söylenenlerin o reklam spotundan “fazlaca” bir farkı var mı?
Bence yok.
Çünkü belli ki ortaya konmuş farklı bir metot ya da model olmazsa sonuç
da farklı çıkmaz.
“Peki ne olmalıydı?” derseniz gelin konu buralara gelmişken bunun
üzerine birkaç şey söyleyelim.
1.Sosyal Demokrasi, tarihi süreçte vahşi kapitalizm ile Marksizm gibi
birbirine taban tabana zıt iki ekonomik model arasında kendine yer
bulmaya çalışmış ve “temeli” yine onlarınki gibi "ekonomi"ye dayanan bir
modeldir.
Çünkü sosyal demokrasinin sağındaki ve solundaki sistemlerin her ikisi
de ekonomi temelli olduğu için, el mahkûm; bu ikisini dengeleyecek
modelin de özünde ekonomi temelli olması gerekir.
- Örneğin siz çökmüş bir ekonomide paranın yeniden nereden
kazanılacağını bilip söylemeden nasıl olup da bol bol dağıtılacağını,
halkın refah seviyesinin nasıl yükseltileceğini söyleyemezseniz
inandırıcı olamazsınız. Ne vaad ederseniz vaad edin son sözü yine de
ekonominiz söyler.
-Örneğin; sadece, “biz çaldırmayacağız” demek ortaya daha dengeli, daha
halkçı bir model koymak değil, olsa olsa “kendi kurallarına” daha
saygılı, daha şeffaf bir kapitalizm vadetmek demektir. Bu hakça düzen
anlamına gelmez.
2.Bir sosyal demokrat ekonomik düzen, temelde piyasa ekonomisini
reddetmeyen ama meydanı da tümüyle piyasanın güçlülerine terk etmeyen,
onu kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı yollardan -denetleyen de
değil- doğrudan yöneten düzendir.
Sosyal demokraside kamu, üretimde de vardır, paylaşımda da.
Ayrıca stratejik sektörler asla piyasaya bırakılamaz,
Örneğin eğitim, sağlık, ulaşım konuları hiç kimsenin kazanç hesaplarına
terk edilemez. Bunu onlar yapsın biz denetleyelim diye hafife de
alınamaz; çünkü hiçbir denetim mükemmel değildir.
Asıl olan ve güvenli olan doğrudan yönetimdir.
Eğitimi, sağlığı, yap işlet modelli hastahanelerini, demiryollarını,
metroları, vapur işletmelerini ve hatta tünelden geçip kısa yoldan eve
gitmeyi, şehir içinde dolaşmayı bile sermayenin eline teslim etmişseniz,
bu hizmetlerden ancak paralı ve üstelik sermayeyi mutlu edecek kadar
paralı yararlanmayı kabul etmişseniz böyle bir düzende hangi halkçı
politikadan söz edilebilir?
Siz piyasa düzeninde kimse daha fazla kazanamayacak, mal ve hizmetini
her zaman halka ucuz satacak deseniz, sadece denetlemekle bunu
sağlayabilir misiniz?
Asla sağlayamazsınız.
İşin sahibi olup, kuralı baştan koyup “Bu böyledir” demezseniz,
yapacağınız “denetim” ancak o karşı çıkmadığınız sistemin özü olan
piyasa mekanizmalarını da tıkar. Bu durumda da ya kaçak çoğalır ya
üretim durur.
3. Sosyal devlet, olaya yüzeysel yaklaşıldığında “geliri, refahı daha
çok dağıtan, geniş kitlelere yayan devlettir” diye düşünülür genelde.
Ancak ortada bir gerçek var ki; o refahın, o gelirin hakça
dağıtılabilmesi için önce yaratılması yani üretilmesi, ortaya
çıkarılması gerekir. Ortada bir üretim artışı yoksa hangi yoksulun
gelirini arttırabiliriz ki?
Dolayısıyla Sosyal Demokrat bir modelin sadece olanı paylaşım değil,
-aynı anda- daha fazla üretip o üretileni hakça dağıtmak gibi bir hedefi
olmalıdır.
“Hele bir sermaye üretsin, nasıl olsa bir kısmını elinden alırız halka
dağıtırız” Nasıl olsa iktidar bizde olmayacak mı da denecektir.
Peki küresel bir piyasa düzeninin hâkim olduğu, sermayenin kolayca
dolaşabildiği bu günkü dünyada siz o piyasa düzeninde yaratılmış gelirin
ne kadarına el koyup bunları ihtiyacı olanlara dağıtacağım
diyebilirsiniz?
Haydi "ben yaparım" dediniz, büyük kısmına el koydunuz; bu koşullarda
eldeki kendi sermayeniz, kendi yatırımcınız dışarı kaçmasın diye
tedbirler alırken “aman gelsin” diye yolunu gözlediğiniz yabancı
sermayenin memleketinize yöneleceğini düşünebilir misiniz?
O zaman kamu olarak hangi kazanca, hangi üretime el koyacak ve olmayan
refahı nasıl sözüm ona hakça dağıtacaksınız?
Gümrük duvarlarınızı yükseltmezseniz, ekonomiyi siz yönetmiyorsanız
piyasayı yine o piyasa şartlarıyla yabancı sermayenin kazanç hesapları
ve insafına(!) terk etmek durumunda kalmayacak mısınız?
4. Bütün bunlar belki çok da geniş olmayan bir kadro eliyle yine de
modellenip düzenlenebilir.
Ana hatlarıyla güzel bir model de çıkarılabilir ortaya.
Ama o modelin uygulanabilmesi mutlaka sosyal demokrat inançlı, çok
geniş, çok deneyimli kadrolara ihtiyaç gösterecektir.
Böyle kadrolar gerekmeseydi zaten gider, her zaman yapımıza tam uymasa
da birilerinin modelini alıp bize uygularız derdiniz.
Ama uygulayamazsınız.
Hadi modeli aldınız, bünyenize de uygun gibi ama oralardaki yönetici,
uygulayıcı kadro ağını alıp getiremezsiniz. O kadrolar bu halkın içinden
devşirilmek zorundadır.
Daha da tarafsız olmak için şimdi kendimize şu soruyu soralım: Acaba
yarınlarda bu işleri yapar dediğimiz ve "umudumuzdur" dediğimiz siyaset,
yarınlarda beklediği kendi iktidarı için bir yandan da bu kadroları
yetiştirmekte midir? Onların siyasi hiyerarşi içerisinde yükselmesine
imkân vermekte midir?
Ne yazık ki hayır.
Çünkü mevcut siyasetin işleyişi ve sonuçta hiyerarşisi her zaman
yukarıdakilerin aşağıdakileri “atamasıyla” şekillenmektedir. Dolayısıyla
imkân vermek bir yana, -bu günkü şu beğenilmeyen siyasette bile-
birilerinin birilerine rakip olunmasından çekinilmektedir.
Kim bu imkan verilmeyenler diye soranlar, en iyisi "açıktan" bir sorsun
şöyle etrafına, alsın cevabını.
Bu günkü işleyişte örgütlenmede gözetilen en önemli ölçü ne yazık ki
gelecekle gerek duyulacak olanı, gerekli olanı seçmek değil, şimdiki
işleyişte kendini geçebilecek olanı, liyakatliyi engellemektir.
Dolayısıyla, sosyal demokrat da olsa, bu günün siyasetinde kadrolaşma
büyük ölçüde "içerideki iktidarlara" odaklanmıştır.
Öyle ki, tutun bu gün en beğendiğiniz, en başarılı kadroları bir
mahallenin delegelik seçimlerine sokun, eğer yukarıdan destek
görmüyorlarsa, eğer bir üst kademenin hesabına uymuyorsa onlar -neme
lazım denip- kendi mahallesinin delegesi bile seçilemeyecektir. Çünkü
sistem, iyiyi değil kötüyü yani biat edecek olanı seçmekten başka bir
işe yaramamaktadır.
*
Ne yapmalı?
1.Çok sık sorulan bu soru; gündemde bir arayışın, daha doğrusu henüz
umut verici, tatmin edici bir duruma ulaşılamadığının ifadesidir.
Soruyu sorma ihtiyacı duyanlar, kendi konumları ne olursa olsun
öncelikle halkın refahı için endişelenmekte, halktan yana bir düzen
kurulmasını istemektedir.
2.Sosyal demokrat partiler -teorik olarak- bu özlemi duyanların
“fikirsel birliği”dir. Buradan bakınca, bir sosyal demokrat partide
buluşanların sadece ve sadece sosyal demokrasi fikrinde birleşmiş
olmaları gerekir.
Oy getiriyor diye kimi aykırı fikirleri de barındıran bir partinin
“Sosyal demokraside fikren anlaşmış, birlikte iktidar mücadelesi veren
insanların birliği, bir fikir birliği kurumu” olduğu söylenebilir mi?
Aksi görüntüler “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz falan
partiyiz” sözüne hak verdirmez mi?
3.Bu partiler içerisinde olup fikri farklı olanların birinci önceliği
kendileri ise onların sosyal demokrasiye gerçekten katkıları olacağına
inanmak aslında kuruma, yani çoğunluktaki diğerlerine de zarar vermez
mi?
4.Sosyal demokraside sonuç alabilmek, sosyal demokrat bir örgütlenme,
sosyal demokrat bir ekonomi düzeni kurmakla olur. Kapitalist düzene
dayalı sosyal demokrasi olmaz. "Olur" dendiğinde ancak kapitalizme süpap
olunur.
5.Kapitalizmde supap arayışı ise gerçek sosyal demokratların değil ancak
bir gün darda kalan, kitlelerin tepkisine cevap veremeyen, işin içinden
sistemsel olarak çıkamayan kapitalistlerin ihtiyacıdır ki; o ihtiyacı
karşılamak üzere iktidar devralınsa bile yapılmış olan şey aynen
“yumurtasız omlet” olur. Sosyal demokrasiyi iktidara getirmek olmaz.
|
|