|
Sol ya da sosyal demokratların '
Bu parasız dönemde iktidar' konusunda imtihanı
Bir yerlerde bunu destekleyen bir çalışma var mıdır pek bilemiyorum ama;
dikkat ederseniz sol ya da sosyal demokrat partilerin iktidara
gelmesinde "sonucu belirleyen" tek bir unsur vardır:
Ekonomi!
Dileyen yakın tarihimize bir göz atabilir.
Ama sakın “ekonomi” deyince hiç kimse “Bunlar teorik konular, ben
ekonomiden anlamam ki buna doğrudur ya da yanlıştır diyeyim, o tarafı
tartışmalıdır” falan demesin.
Gelin, o kısmını şimdilik ihmal edip yine ekonomik ama bunu herkesin
anlayacağı dilden söyleyelim:
Sol ya da sosyal demokrat partilerin iktidara gelişlerinin nedenleri,
asla geniş halk kitlelerinin kapitalizmle, liberalizmle, pazar ekonomisi
ya da uygulanan hükümet sistemi konusunda bir “fikir ayrılığına” düşmesi
değil; sadece ve sadece günün birinde yoksullaşması, işsiz kalması,
borca batması ve iktidarın da artık onlara dağıtacak parasının kalmamış
olmasıdır.
Hani Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün Samsuna çıktığı zaman memleketin
o günkü hali hakkında söylediği o söz var ya “1335 senesi Mayıs’ının on
dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye…” diye…
Büyük kurtarıcı Nutuk’a memleketin içinde bulunduğu imkansızlık ve
çöküntüleri anlatmakla başlar.
Bir sol ya da sosyal demokrat partinin iktidara geldiği gün ortada
görülen manzara için baştan söylenecek söz ya da manzara-i umumiye de
aynen böyle olmalıdır:
İktidar; hoyratça harcamaları, talanı ve yanlış ekonomi politikalarıyla
bütün gelir kaynaklarını kurutmuş, borç birikmiş, halk yoksullaşmış,
işsizlik diz boyu olmuş, umutlar yitirilmiş ve önceleri bu durumları pek
umursamayan, çok doğru eleştirilere bile kulak asmayan geniş halk
kitleleri, sefaletin kendi kapısına dayandığı bu noktada iktidara
“buraya kadar” demiştir.
O zamana kadar “halk buna oy veriyor” diye kendileri de bazı popülist
politikalarla rekabet edip oy kazanmaya gayret ediyor olsalar da; sol ve
sosyal demokrat partileri iktidara aslında tam da bu safhada doğan
tepkiler getirirler.
Bunun böyle olmadığının söylenmesi, çok büyük bir yanılgı olmasa da; en
hafifinden “siyasal romantizm”dir.
*
İktidarın talanı, hoyratlığı ve yanlışlarıyla düşülen duruma verilen
tepkinin itici gücüyle kazanılan seçimlerde sol ve sosyal demokratlar,
öyle ya da böyle bu iktidar değişikliklerinde kendilerine bazı paylar
çıkartsalar dahi, asıl olan tarihi süreçte “kendilerine puan getirecek
basireti” aslında tam da bu zamanlardaki özveri ve siyasi maharetleriyle
gösterebilirler.
Bu maharet; öncelikle kendilerini iktidara getiren “ekonomik tepkiyi”
hiç unutmamaları, o tepkili geniş kitlelerin “iktidar değiştiren”
gerekçelerine hiçbir zaman ters düşmeyecek bir genel tavır içinde
olmalarıdır.
Nedir bu tavır?
-Kısmen de olsa; seçim zamanı kullanılan salt popülist politikaları
yumuşak bir inişle terk etmektir.
-Geniş kitlelerin tepkisine yol açan ekonomi politikalarından adeta bir
“U dönüşü” ile vazgeçmektir.
-Yeni ekonomi politikalarında görev alacak olanları -neredeyse örgütün
taleplerine dur diyebilecek- gerçek profesyonellerden seçmektir, çünkü
genel tercih siyasi olsa da “ekonomik operasyonlar” her zaman
profesyonel bir iştir.
-“Şu kadar yıldır hep onlar saltanat sürdü, şimdi sıra bizde”
aceleciliğine, bencilliğine, yanlışına düşmemektir.
-Devir alınan enkazı “ucu bizden birilerine de dokunabilir” ya da
“belediyecilik şikayet yer değildir” demeden olmuş bitmişi bütün
açıklığıyla halkın gözü önüne sermektir.
-Ve tabii ki halkın dertlerine üretilecek çözümleri kısa vadeli ve
geçici tedbirlerle değil orta vadeli” planlama ile masaya yatırmaktır.
Çünkü;
-Kazanılan başarının yaratılan popülizmden kaynaklandığını sanmak işi
yine popülizmden medet umarak sürdürmek gibi büyük bir yanlışı getirir.
-Kısa vadeli planlama, derin sorunlar karşısında aynı kısalıktaki sürede
bütün kredi ve şansları tüketir.
"Kısa süre kısa sürer".
Sonuçta da hiçbir şey düzeltilemeden hatta daha da ağırlaştırılmış
olarak yine başa dönülmek durumunda kalınır.
- “Onlar gitti, şimdi nemalanma sırası bizimkilerde” anlayışı hakim
olursa; yeni kadrolara “mücadele edilecek zorluklar ve ağır
sorumluluklar” yüklemek yerine, bazı siyasilere -iktidarı kaybedene
kadar da olsa- saltanat sürme imkanı lütfedilmiş olur.
-Bugün özellikle İstanbul örneğinde olduğu gibi, belediyeciliğin üçte
ikisi halka şirketler üzerinden hizmet sunmak haline getirilmişse, o
şirket genel müdürlüklerine mutlaka profesyonel ve örgütle arasında
mesafe olan kişiler getirilmeli, oluşturulacak yönetim kurulları, asla
siyasilerin hakimiyeti dolayısıyla operasyonları fiilen yönetecek bu
genel müdürleri yani profesyonelleri “kuşatmamalıdır”.
Bu denge baştan ya da zaman içerisinde siyasiler lehine gelişirse,
şirketlerin yönetimleri de siyaset yönünde gelişir ve izlenmesi gereken
profesyonel anlayıştan uzaklaşılır.
-Halka iktidar değiştirten ekonomik sıkıntılar çözülmemiş, durum yeni
iktidarla da değişmemiş hatta daha da derinleşmişse, o baştan iktidar
sağlayan nedenler bu kez de alınan iktidardan sittin sene uzaklaştırılma
nedeni haline gelir. “Gelenler gideni arattırdılar” dedirtilmemelidir.
*
Sol ve sosyal demokrasi, bugün başta iktidarın ekonomideki olumsuz ve
yanlış tavırları nedeniyle büyük şehirlerde ciddi ve tarihi bir fırsat
yakalamıştır.
Ancak bugün bu fırsatın maliyeti çok yüksektir.
Gerek dünyanın, gerekse bu ülkenin içinde bulunduğu koşullar dolayısıyla
bu maliyet, kısa sürede ve kolayca altından kalkılamayacak derecede ağır
olduğu gibi, önümüzdeki konjonktürel gelişmeler de bu durumu daha da
katmerli hale getirebilecektir.
Türkiye’nin giderek daha ağır bir krize gireceği bizzat sol ve sosyal
demokratların söylemidir.
Bu koşullarda yapılacak siyaset, kim ne derse desin asla “kısa sürede”
harikalar yaratacak, borca batık belediyeleri ayağa kaldırabilecek,
halkın beklentileri ölçüsünde bir refah artışı sağlayacak, çağdaş bir
belediyecilik hizmeti sunmaya imkân veren sonuçlar yaratamayacaktır. Bu
tablo, biraz finansal matematiği bilebilen hemen herkesin görebileceği
bir durumdur.
Bunun olası siyasal sonucu; şimdi yönetimi devralan kadroların ve
siyasetin dönem sonunda hem muhalifler hem muvafıklar tarafından çok
ciddi biçimde sorgulanması olacaktır.
Ve tabii ki bu sorgulamada yeni yönetime hangi anlayışla kimlerin
getirildiği, bunların başarıları ya da başarısızlıkları, verilen
kararların yerindeliği hep tartışılacaktır.
Bu zor dönemde, olaylara hep bardağın boş tarafından bakmaya alışkın
olan siyasete karşı “başarılı” olmanın ya da kabul edilmenin yolu; belki
de “elinden geleni, olması gereken her şeyi yaptı” “tercihini siyaset
üzerinden saltanat sağlamak için değil, hep halka hizmet için kullandı
ama zaten kim olsa bundan fazlasını da yapamazdı” dedirtebilmektir.
Dolayısıyla bu dönemin en büyük yanlışı, en affedilmez kararı, şimdi
daha özverili kadrolar kurmak, daha liyakatli kadrolarla çalışmak yerine
“azıcık da bizimkilere gelsin” anlayışı olur.
Özetleyelim:
Bu iktidar değişikliğinin en büyük nedeni ekonomi ise, halkın
öncekilerden memnuniyetsizliğinin birinci sırasında “ekonomi var”
deniyorsa, bu işten başarıyla çıkabilmenin anahtarı, şu zor dönemde hem
belediyeye hem şirketlerine ,siyasetten daha çok ekonomi üzerinden
eğilmektir.
Belediyelerin ekonomisi ağırlıklı olarak belediye şirketlerinde ise, o
ağır yükün daha da ağır kısmı yine bu belediye şirketlerinin
yönetimlerinde olacaktır.
Önceki yönetimde bu şirketlerin hangi anlayışlarla yönetildiği(!),
yöneticilerin(!) hangi saltanatları sürdüğü, kimlere hizmet ettiği
ortada iken, asla ve asla aynı ya da ondan "bir tık farklı" yapı ve
yönetim tarzını yeterli görmemek, asıl devrimi buralarda yapmak
gerekmektedir.
|
|