|
Bizdeki demokraside iktidarın yolu
müteaahhitlikten mi geçiyor?
Çok duymuşsunuzdur;
“İktidarın yolu yerel yönetimlerden geçer” denir.
Gerçekten de öyle mi acaba?
Belki bazı derin sosyo-ekonomik, politik analizlere girdiğinizde farklı
şeyler de söylenebilir ama görünüşe bakarsanız “doğru” da diyebilirsiniz
şimdiden. Çünkü bunun en tartışmasız örneği şu andaki iktidardır ve
neredeyse ful kadro yerel yönetimlerden gelmiştir. Yani köken olarak
“belediyeci”dir.
Ya muhalefet?
Muhalefet halen yerel’i aşamadığı için, bizim kastettiğimiz “iktidar”
anlamında yani “hükümet etme” anlamında alınmış bir sonuç yok.
Dolayısıyla, ancak bir süre sonra bu “yerel”den alacağı güçle ve
kendisinin de benimsediği gibi bu yolla iktidar olursa, o zaman tabii ki
bu memleketin bir siyasal gerçeği alınan somut sonuçlara dayanılarak
doğrulanmış olacak:
“Evet” diyeceğiz, eldeki verilere göre bizim memleketin demokrasisinde
iktidarın yolu yerel yönetimlerden geçer.
Bu kuraldan yola çıkarak da uzatabiliriz vardığımız sonuçları:
-Bizim demokrasimizde siyasete gireceksen yerelden gireceksin,
-Yerel siyasetçi olarak gösterdiğin performans seni partinin üst
yönetimine taşıyacak,
-Yereli iyi muhafaza edeceksin, yerelde kaybedersen hayat damarların
kesilmiş olur, iktidarı kaybedersin,
-Yerelde başarılı olamayan parti memleket idaresinde hiç başarılı olamaz
Falan…
*
Şimdi gelelim bu düşünceleri eldeki en son rakamlarla irdelemeye…
Geçenlerde İnternette gözümüze bir haber ilişti:
İstanbul’un 39 ilçesindeki belediye başkan adaylarından 30’u
Karadenizli.”
“Ne var bunda ki” diyeceksiniz?
Doğru tabii, bu memleketin yedi bölgesinin insanı da siyaseten aynı
haklara sahiptir, memleketin geleceği açısından aynı sorumluluk
duygusunu taşır ve dolayısıyla belediye başkanlığı gibi memleket hizmeti
türünden bir yurttaşlık görevi olduğunda gözlerini kırpmadan kendilerini
ortaya atarlar.
Bundan asla kuşkumuz, “sen neden bu işlere bu kadar isteklisin” deme
hakkımız var mı?
Yok tabii…
Ancak örneğin 30/39 Karadeniz kökenlilik oranına baktığımızda, belediye
başkan adaylığı listelerine yansıyan bu rakamların diğer bölgelere neden
bu kadar fark attığı, örneğin Marmara bölgesi gibi nüfus yoğunluğu hayli
yüksek bir bölgenin neden açık ara gerilerde bırakıldığını görünce insan
bu işte bir başka unsurun etkili olduğunu düşünmeden edemiyor. Üstelik
resmi verilere göre Karadeniz illeri hızla boşalırken içerisinde
İstanbul gibi en büyük ilimizin de olduğu Marmara Bölgesinin nüfusu
artarken...
Nedir Karadenizli olmanın en bilinen vasfı?
Bu bölge insanlarının imar konularına diğer bölgedekilerden daha
istekli, bu konularda daha yaratıcı olmaları değil mi?
Örneğin bu son son yıllarda en hızlı parlayanlar Karadenizli
müteahhitler değil mi?
Şüphesiz tartışılabilir ama, galiba bizim yerel yönetimlere talip olan
ezici çoğunluk sadece Karadenizlilikten değil, “Karadenizli
müteahhit”likten ya da aynı çevrede olmaktan kaynaklı.
Sonra dönüp Parlamentoya bakıyoruz; “acaba siyasete yerelde yoğun
biçimde Karadenizli müteahhit ve yakın çevrelerinin ilgisi varken bu
tablo Meclise aynı ölçülerde yansıyor mu?” diye…
Enteresan; örneğin elimizdeki 2018 sonuçlarına göre hiç de öyle değil:
Şampiyonluk her nedense avukatlarda. Mecliste 123 avukat 64 mimar ve
mühendis, 46 doktor ve diş hekimi, 45 iş insanı, 33 akademisyen, 33 kamu
ve özel şirket yöneticisi, 24 eğitimci, 24 siyasetçi, 17 mali müşavir,
10 da gazeteci var.
yani örnekler bizi yanıltmıyorsa Karadenizli, daha doğrusu Karadenizli
müteahhitler yerel yönetimlerde bu kadar görev düşkünü olup vatana
millete görev almak için kıyasıya bir yarışa girmişken her nedense iş
Meclis’e yani Türkiye’yi yönetmeye gelince birinciliği yerelde o kadar
da ağırlığı olmayan Avukatlara kaptırıyorlar.
Meclisimizdeki son durumda 123 avukat varken sadece 64 mimar ve mühendis
var. Orada da bu 64 mimar, mühendisten müteahhitlikle uğraşanları
çıkarırsak Meclis üyeleri içindeki müteahhit oranı daha da aşağılara
düşüyor. Hoş düşmese ne fark eder? 64’ü de müteahhit olsa yine de 600
kişi içerisinde ancak yüzde 10 gibi bir rakam.
Oysa "yerelde" bu oran yüzde 77 dolayında idi.
Yine buradan -ne kadar tartışılabilecekse tartışılabilir ama- çıkan
sonuç; Karadenizli müteahhitlerin yereldeki sevdaları onların Meclis’e
girip beldeyi yönetmek yerine memleketi kurtarmalarına kadar uzanmıyor
her nedense.
*
Şimdi dönelim müteahhit ağırlıklı siyaset ürünü memleketin genel
görünümüne…
Ülkede en büyük ekonomik aktivite inşaatçılık değil mi?
Ekonomi üretimden düştüğü gibi, bir yandan satıp savıp bir yandan
dışarıdan borçlanarak fabrikalar kurmak yerine olur olmaz her yere
heyula gibi “ucube” binalar dikmedik mi? Şimdi bunu dikenlerle dikimine
ses çıkarmayan bu işi hatta ilerleme gibi kabul edenler de pişman değil
mi?
Pişman tabii…
O zaman şu sorumuzu soralım ve siz de düşünün cevabını:
Son dönem siyaseti ve ülkedeki demokrasi bozulurken, buna karşılık
yükselişte olan neydi ve kimlerdi?
Devasa binalar ve bu binaları diken müteahhitler değil mi?
Öyleydi tabi… Çünkü bol kazanç ve yakın ilgileri dolayısıyla yerel
siyasetin belirleyicisi, "destekleyicisi" müteahhitlerden başkası mı?
Haydi baştan işin nereye varacağı düşünülmedi, oldu bir kere; bunun
cezasını hep birlikte çekeceğiz şüphesiz de; zaman zararın neresinden
dönülse o kadar kazançlı olunacak zaman değil mi?
Peki buna evet diyorsanız, şu anda muhalefette olanların ortadaki bu
vahim sonuca rağmen yine de “İktidar yerel yönetimlerden geçer” deyip bu
seçim için hayli tartışmalı olarak “belirlediği” adaylarının 39 ilçeden
14'ünün
-muhtemelen müteahhit- siyasetçilerden(!) seçilmesine, ülkenin bu
sıkıntılı dönemden çıkışında hala o denenmiş ve yanlışlığı anlaşılmış
hatta itiraf edilmiş yolu benimsemelerine ne diyorsunuz?
Türkiye’nin bu krizden çıkışı sizce her şeye rağmen yine bu tercih
üzerinden mi olacak?
Sizin de bizim de umudumuz yine bu mu olmalı?
Bu tablo sizde bir garabet duygusu yaratmıyor mu?
|
|