'Tarlada bir lira, manavda beş lira' tekerlemesinin gülünçlüğü üzerine


"Piyasa ekonomisi" dendiğinde ne anlarsınız?
Piyasada serbestçe alıp satılabilen mallar, çok sayıda alıcı ve yine çok sayıda satıcı olması değil mi?

Mesela domateste…
Kaç yerde ve kaç üreticisi, o üretilen malın kaç tüketicisi vardır hiç düşündünüz mü?

Üzerinde dört mevsimin yaşandığı, bir tarafı yaz iken bir tarafının kış olduğu ve 783 bin kilometre karelik, ne ekersen yetişen bir “arazi”de, sayıları kolayca binleri bulan “kabzımal”ın işin içinde olduğu, 85 milyon alıcılı bir pazarımız var ya…

Şimdi bu “pazar”da birilerinin o dönem yetişmiş malı “sıkıp” “ileride para edecek, ben bunu saklayayım” demesi, bunu yapıp da 81 il, 921 ilçenin sayıları birkaç binleri aşan pazarı ve o pazarların yüz binleri aşan satıcısını benden talimat bekleyin diye ortak eylem için “organize etmesi” mümkün mü?

Haydi bunu birileri dünyada eşi benzeri görülmemş bir "muhalif" tavır ve müthiş bir beceri ile yapıyor ve bütün kabzımallar sve satıcılar söz birliği edebilirler diyelim;
Yahu, bu yüz binlerce marketçi ya da satıcının en az yarısı iktidar taraftarı değil mi?

Dolayısıyla özünde birbiri ile “rekabet” asıl olan "piyasa ekonomisi"nde, ne kimse “ben bu malı almayıp protesto ediyorum, pahalı satanı batıracağım” çocukluğuyla bir sonuç alabilir, ne de satıcılar ortaklaşa tavır alıp dev bir "monopol", “oligopol” yani satıcılar tekelini kurup fiyatı yükseltebilir...
Çünkü biri pahalı satarsa diğeri ucuz satıp onun piyasasını kapar. Hele hele sürekli birbiriyle yarışan zincir marketler söz konusu olunca.

Diyelim ki bu kadar olmasa da "biraz" istismar olabilir diyorsunuz. Peki bir düşünüp baksanıza etrafınıza ;
O esnaf kesimi arasında “ben bu bozgunculara uymam, iktidarı zor durumda bırakmam, domates tarlada bir lira ise ben de en fazla iki liraya satar, hem bire bir para kazanır, hem vatanseverliğimi ispatlar, hem iktidarın da gözüne girerim" diyebilen bir "aykırı esnaf" var mı?
Yok tabii.
Çünkü bir mal kaça alınıp kaça satılabiliyorsa aynen odur piyasa fiyatı..

Ve hiç bir zaman da başka türlü olmaz ...
Çünkü bu piyasa ekonomisinin ne olduğunu bir parça bilenler bunun böyle yapılamayacağını bilirler.
Ama siz her işinize gelen şeyi doğru kabul etmeye "teşne"yseniz, orada burada yazılıp söylenene inanacak kadar safsanız durum başka.
İnanmış görünmeye ya da gerçekten inanmaya(!) devam edin o zaman ne diyeyim…
*
Şimdi size örneğin “bire beş satıyorlar” lafındaki "oranlamanın" anlamsızlığını anlatayım.

Tutun ki domates tarlada bir lira, tezgahta 5 lira;
Şimdi bu hesaba göre bilerek pahalılaştırmadaki(!) oran yüzde beştir değil mi?
Peki, o domates tarlada elli kuruş ama tezgahta üç lira olsa, istismar oranı yüzde altı yüze çıkmaz mı?

Haydi gelin daha da fahiş bir oran bulalım:
Diyelim ki aynı domates tarlada 10 kuruşa indi ve artık ve tezgahta da bir lira.
Yapın bakalım hesabı aynı şekilde… Çıktı mı fiyat farkı bu sefer de “yüzde bin” oranına?
Hadi yürütün aynı mantığı, açıklayın bakalım bu işteki fahiş kazancın oranını aynı şekilde...
*
Bu işin kolaycıları ya da maksatlıları, her ne hikmetse tarladaki domatesin tezgaha kadar neredeyse yer çekimiyle yokuş aşağıya yuvarlana yuvarlana geldiğini düşünürler(!)

Tarladaki fiyat tamam. Hatta bedava diyelim bir seferinde de....
Haydi getirin tezgaha onu bakalım kaça getiriyor, hangi açgözlülük oranıyla(!) kaça satıyorsunuz.

*
Bu arada bir soru daha atalım ortaya:
Diyelim ki üreticilerin hepsi doğru bir fiyatlamayla ve hiç abartmadan bir liradan veriyor malını toptancılara.
Onlara sözümüz yok.…
Bu durumda fiyatları yükseltenler, bunu onlardan alıp sırf pahalılık ve fesat yaratmak için tezgaha kadar getirenler olmalı değil mi?

Şimdi bütün bu aracıları, "hal"cileri, kabzımalları, marketçileri toplayın Adana’dan, Konya’dan, Rize’den, Manisa’dan, Yozgat’tan ve bu ülkenin neresinde bu işi yapanlar varsa… Sorun kendilerine siyasi düşüncelerini; “Kim iktidar partisinden memnun, kim muhalif?
Göreceksiniz ki kaba bir hesapla en az yarısı iktidar yanlısı, kalanın yarısı da siyaset dışı ve kendi derdinde insanlardır.

Peki o zaman bu fiyatları fahiş hale getirip pahalılıkla iktidarı zorlayanlar(!) nasıl oluyor da geriye kalan o küçük bir grup oluyor?
Yoksa ve yapılan bir şey varsa, bunu yapanlar(!) asla o muhalif falan olmayanlar mı?
*
Gelelim sadede…
Türkiye’de üretim ciddi biçimde pahalıdır ve ihmal edilmiştir.

-Tarım alanları imar yağmasına kurban edildiği için ekilecek arazi azalmış, kıymetlenmiştir biir…

-Yerli tohum bitirilmiştir, tohumluk üretilme imkanı kalmamıştır, her seferinde dışarıdan ithal edilir ve pahalı hale gelmiştir ikii…

-Tarlanın, bahçenin ilaçlanmasında kullanılan ilaç ya ithaldir ya ham maddesi dövize bağlı olduğundan pahalıdır üüç..

-Tarlayı bahçeyi süren, işçiyi oraya götürüp getiren traktörün kullandığı mazot şehrin göbeğinde fiyaka için lüks arabayla gezenin kullandığı benzinle aynı fiyata yükseltilmiştir döört..

-Tarlada, bahçede çalışan işçinin de, orayı ektirip biçtirenin de çoluk çocuğuyla geçim giderleri yükselmiştir, Onlar geçinebilmek için bu işten eskisinden daha fazla para kazanmak zorunda kalmışlardır beeş.

-Bu üretimin finansmanında kullanılan kredilerin faizi asla zirai üretime izin vermeyecek kadar kıt ve yüksektir altıı..

-Tarladaki malın paketlenmesi bedava değildir, ambalaj sandıkları, plastik kutuları, folyoları pahalılanmıştır yedii…

Hadi bütün bunlara rağmen -o hangi domates ise- diyelim ki onu bir liraya malettik.

Bütün bu maliyetin üzerine:
-Tarladan alınan domatesin taa oralardan bu trafik keşmekeşi içindeki “hal”lerine ulaştırılabilmesi için bir kamyon kaça gelir hiç düşündünüz mü?
Örneğin Antalya’dan İstanbul’a kamyon kiralamamışsanız bunu bilemezsiniz.

-O kamyonun şöförü kaça, muavini kaça çalışırsa direksiyona geçip bu şartlarda karnını doyurabilir hiç sordunuz mu?

-Taşımacılıkta ve tezgahtaki ürün maliyetindeki en önemli şeyin mazot maliyeti olduğunu ama onun da özel otomobil muamelesi gördüğü ortada değil midir?
Benzincide, pompaya yanaşan traktör ya da kamyonet ile dizel mersedesin aldığı aynı mazotun fiyatında bir fark var mıdır?

-Haydi malı yüklediniz kamyona, diyelim ki Antalya’dan İstanbul’a geliyorsunuz. Hazineden beş kuruş çıkmadan yapılan o paralı yolların, tünellerin, köprülerin dövize bağlı “acıtıcı” ücretlerini cepten çıkarmadan sokabilir misiniz domatesi hale?

-Bırakın kabzımalın, marketin dükkan kirasını, hal rüsumunu, indir bindir parasını bir kenara, hepsi tamam da o domatesler hal’de "perakende" olarak satılmıyor ki?

Onu satan pazarcı, marketçi sabahın kör karanlığında halden aldığı beş-on kasa malı dükkanına indirecek önce değil mi? Düşündünüz mü bu şehirlerde hal’den domates yüklediğiniz kamyonetin malı şehrin falan semtindeki dükkana kadar kaça taşıyacağını?

-Son olarak yatırın masaya şunları:
Süpermarket ise süpermarketin, manav ise manavın kirasını; pazar tezgahı ise pazar tezgahının işgaliyesini, bu işleri yapan elemanın maaşını, çürüğünü çarığını, patronun eline geçmesi gereken üç beş kazancını…
Sonra, Sel basması, kredi daralması, karı-kışı aklınıza bile getirmeden; tohumundan tezgaha gelene kadar bütün bu aşamaları düşünüp kendinize kabaca bir maliyet çıkarın ve bundan sonra siz kendiniz bir fiyat koyun bakalım o mala kaça satardınız…
*
Türkiye’de üretim asla ucuz değildir.
Üretimin bütün girdileri pahalıdır, o girdilerle üretilen malın nakliyesinden müşteriye sunumuna kadar her aşamada giderek artan ve çoğu zaman ölçüsü bile belli olmayan maliyet artışlarını göze alabilmek kolay değildir üretmeye kalkışınca.

Hatta zor zahmet üretirsiniz, tam pazarlamaya kalkarsınız da bir bakarsınız ki bir gecede alınan kararla sizin mallar ithalata açılmış, daha siz haberdar olmadan, birileri hemen ertesi gün müthiş bir beceriyle dışarıdan getirdiği malları tezgahlara yayıvermiştir.

İşte böyle bir yapıda, hemen her şeyin belirsizliği, riski ve maliyeti nedeniyle, aslında "üretici" olması gereken insanlar üretimden kaçarken, “sen malı stokladın” “Ucuza satmak varken fiyat yükselsin diye elde tutuyorsun” "Vatandaşı kazıklıyorsun" gibi şeyler söylemek, bu piyasanın şartlarına da, piyasa ekonomisinin mantığına da aykırı hatta gülünç bir söylemdir.

Hani “hırsızın hiç mi suçu yok” diye bir söz vardır ya bizde…
Yahu, bütün suç Antalya’dan bir liraya aldığı domatesi nasıl yapacaksa İstanbul ya da Ankara’da iki liraya satmayan esnafta(!) da;
Bu memlekette iğneden ipliğe her şey pahalılanır, üreteni bulunmaz, dövizle dışarıdan alınırken o maliyetler hesaba katılmaz da;
Nasıl olur bütün kabahat, aç gözlülük, hani neredeyse vatana ihanet suçları şu zor dönemde iyi kötü malı bulup getirip piyasaya sunana yüklenir? bunu anlamak hiç mümkün değil.

Ve haklı olarak soruyorum:
“Bütün bozgunculuk(!) ve tamahkarlık(!) onlarda mı?
Ey medyacılar, ey siyasiler, ey bu söylenenlere bakıp bakıp “He valla” diyen sade yurttaş; bu konuda suçlanacak başka bir kimse yok mu?