|
Bir bilseniz, sıkıntıya girilince ne
harika çözümler üretiliyor
Dünyada ticareti en iyi Yahudi milleti bilir derler bilirsiniz.
Bu söz çok doğru olmalı.
Yüz yıllarca bir toprağa sahip olamadıkları, bulundukları her yerden
çıkarılmak istendikleri göz önüne alındığında belli ki kazançlarını
hiçbir zaman bizim gibi ev, tarla gibi “sabit” değerlere gömmemişler;
servet yerine sermayeyi, üretim yerine ticareti seçmişler ki kazançları
ya da sermayeleri hiçbir zaman bir yere bağlı olmasın, istedikleri ya da
istenmedikleri anda sermayeleri de kendileriyle birlikte bir başka yere
kayabilsin.
İşte bu nedenle biz bol bulunca paramızı inşaata, taşa toprağa gömerken
onlar “ticaret”le uğraşıp zenginleşmişler. Bu tercihleri zaman
içerisinde onların genlerine kadar işlemiş, genetik becerileri olmuş.
*
Şu naylon poşetlerin “satılan malın ambalajı” olmaktan çıkarılıp
doğrudan “satılan bir ürün” haline getirilmesi bana eski bir Yahudi
fıkrasını hatırlattı:
Bay Moizalış veriş için gittiği bir dükkanda kıyasıya pazarlık
ediyormuş. “Al takke ver külah” kıyasıya bir çekişme ama karşı taraf da
bir Yahudi olmalı ki, o da satacağı malın fiyatından bir kuruş aşağıya
inmiyor…
Bizimki alacağı maldan da vazgeçemediği için “tamam” demiş “alıyorum
bunu, sar….”
O vakitler böyle naylon poşetler yok, dükkanda paketleme işleri günü
geçmiş gazete kağıdıyla yapılıyor ya; Moiz son bir hamle yapmış; “bak,
sar ama yakın tarihli bir gazeteye sar”
*
Poşet olayı belki iyi oldu ama bir süre sonra bu iş de çoğu gibi
yumuşatılır sanırım.
“Hışır poşet” bu uygulamanın dışında bırakılmıştı ya; yarın o hışırın
tanımı değişir ve ne kadar poşet varsa hepsi de bayağı hışırdadığı
gerekçesiyle kapsam dışına çıkar mı bilemiyorum.
Uygulama şimdilik birkaç olumlu gelişme gösterdi:
-Yurttaşlar 25 kuruşun bile artık kendi bütçelerine büyük yük olduğunu
düşünüp -deyim yerinde ise- o bardağı taşıran son damlaya bayağı itiraz
ettiler.
-Ev hanımlarının mutfak tezgahlarının altında inatla oluşturdukları
poşet dağları hiç olmadık biçimde işe yaradı ve ufak ufak kullanılmaya,
azalmaya başladı.
-Mağazalar, 25 kuruş için poşet taşımaya değmez diyenlere, örneğin 2
liralık patates sattıklarında, şu 25 kuruşluk poşet parasıyla birlikte
yüzde 12,5 daha fazla para kazanmaya başladılar ki, aslında işlerin
kesatlığı, kiraların yüksekliği dolayısıyla buna çok ihtiyaçları vardı.
Gerçi onların bu ek kazancı diğer taraftan durumu daha zorda olan
yurttaşların geçim maliyetini etkiledi ama olsun. Çevreyi kurtarmak diye
dile getirilen amaç kutsal ya; varsın o 25 kuruşu verenler yine de
kirletmeye devam etsinler, veremeyenler aynı poşetle gidip gelmekle
doğada biriken toplam poşet miktarını düşürsünler.
*
Kriz ticarette böyle ince ayrıntıları getiriyor insanın aklına.
Durum biraz daha ilerlerse kim bilir daha neler göreceğiz.
Yine bu anlattıklarımıza örnek bir başka Yahudi fıkrasıyla devam edelim:
Kazançların düşük, ince hesap yapmanın gerekli olduğu bir zamanda aynı
caddede karşı karşıya ve bunlardan birinin sahibi Yahudi olan iki
peynirci dükkanı varmış.
Bizimki, diyelim ki on liradan aldığı peyniri insaflı bir kazanç
beklentisiyle 11 liradan satmaya çalışır ama hiç satamaz ve dolayısıyla
kazanamazken karşısındaki Yahudi 10 liradan alıp yine 10 liraya satar ve
durumdan gayet memnun görünürmüş.
Ve nihayet bir gün gelmiş, 11 liraya satmaya çalışan peynirci daha fazla
dayanamayıp kepengi indirdikten sonra esnaflık ve komşuluk gereği
karşıdaki yahudiye vedaya gittiğinde dayanamayıp o çok zamandır içine
dert olan soruyu sormuş:
“Yahu piyasa kötü, ahalide para yok, ben üzerine ufacık bir kar koymak
istediğimde satamıyorum ama sen nasıl oluyor da maaşallah hem aldığın
fiyata satıyor hem bu kadar memnun görünüyorsun?
Yahudi, adam nasıl olsa artık dükkanı kapattı, benimle rekabet edemez
düşüncesiyle sırrını açıklamış:
“Ben aldığım fiyata satıyorum ve bu işten de çok memnunum, bak bu doğru;
ama akşama kadar sattığım peynirin boşalan tenekelerinden kazanıyorum o
parayı be kuzum.”
*
İhtiyaçlar ve kıtlık bazen insanlara harika buluşlar yaptırıyor ya;
bakın buna benzer bir olay da “şeker” konusunda yaşanmış.
Bildiğimiz şeker, on sekizinci yüz yıla gelinene kadar tarih boyunca hep
şeker kamışından elde edilmiş ve bu iş çok para kazandırıcı bir tarımsal
faaliyetmiş.
Kolomb, Amerika kıtasını keşfettikten sonra şeker kamışı köklerini 1493
yılında denemek üzere Karayiplere götürünce oraların ikliminin bu işe
çok uygun olduğu anlaşılarak tarımı hızla geliştirilmiş ve işte o
tarihte işin kaderi de değişivermiş.
O kadar ki; Amerika’nın keşfinden sadece 28 yıl sonra 1520 yılında,
Antillerin bir adası olan St. Thomas’da 60’tan fazla şeker fabrikası
kurulmuş.
1540 yılında, Brezilya’nın güneyinde bulunan SantaCatarina Adası’nda
şeker fabrikası sayısı 800’ü, Latin Amerika’nın kuzey kıyılarında yer
alan ve şimdiki Guyana’nın içinde kalan Demarara ve doğusundaki
Surinam’daki fabrika sayısı ise 2 bini bulmuş.
1550 yılına kadar ise küçük ölçekli fabrika sayısı 3 bine ulaşıvermiş.
Fransa ile İngiltere arasında 1793-1815 tarihleri arasında yapılan
Napolyon Savaşlarına kadar da Avrupa, ana şeker kaynağı olarak
Amerikadaki kamış şekerini kullanmaya devam etmiş.
Bu dönemde İngiliz Donanması, Fransa’nın başta kamış şekeri olmak üzere
mal ithalatını önlemek amacıyla limanlarını ablukaya alınca Avrupa
kıtasına şeker girişi de durmuş.
İşte bu olay, şeker pancarından şeker elde edilmesinin keşfedilmesine ve
bu keşif de üretimde artık pancara dönülmesine yaramış.
*
Bunları yazarken bir başka keşif olayı da bizim düşük emekli maaşlarında
yaşandı.
Mevcut iktidar bir yandan bütçe açıklarıyla uğraşırken diğer yandan
düşük maaşlı emeklilere seçim üzeri şirin görünmek isteyince harika(!)
bir buluşa imza attı.
Öyle bir buluş ki; aynen hazineden beş kuruş çıkmadan(!) köprüler,
tüneller yaptırdığı gibi, bu işte de emekliye hem zam yapıyor hem
yapmıyor!
Nasıl mı becerdiler?
Dediler ki, şimdi size bu seçim yılında en az 1000 lira “para”
vereceğiz. Ama bu paranın sadece şu kadarı sizin kendi maaşınız. Geri
kalanı "destek", önümüzdeki üç yılda alacağınız zamların bu günden
ödenmesi olayı. Siz şimdi para olarak birinci yılda her ay tastamam 1000
lira alacaksınız ama önümüzdeki üç yılda bu para hiç değişmeyecek.
Yani bir bakıma bu yıl ve önümüzdeki üç yılın verilecek maaşlarının
rakamsal ortalaması alınıp bu dört yıl boyunca size eşit miktarlarda
verilecek.
Nasıl formül ama?
Aynen önümüzdeki üç yılın maaş farklarının tefeciye “kırdırılması” yani
iskonto edilerek bu günden ödenmesi gibi bir şey.
Onda da elinize çok para geçer ya başında.
Bizim iktidarın icadı olan şu siyaset, bakın darda kalınca ne harikalar
yaratıyor, ne çözümler keşfediyor değil mi?
Aynen yakın tarihli gazeteye sardırılan paket, aynen peynirden değil ama
boşalan tenekesinden kazandıran peynir ticareti, aynen kamışı
bulamayınca pancarı keşfedenler gibi…
Gerçi biz ektiğimiz pancarı reddedip şekeri kamışçılardan tedarik
ediyoruz ama olsun, bu arada şu “zamsız zam” işini de biz tarihe
geçiriyoruz en azından…
Görüyorsunuz...
Tarih yaşanan sıkıntılardan çok iyi şeyler çıktığını da göstermiştir.
Bakarsınız bu sıkıntılı günler de ileride sevineceğimiz çook şeylere
gebedir.
|
|