|
Türkiye bu fırtınayı atlatabilir mi?
Ortalık toz duman…
Kepenkler indiriliyor, işsizlik kol geziyor, enflasyonda son durum yüzde
24,52
İşçi işinin, patron işletmesinin geleceğinden endişeli.
Hatta emekliler bile “maaşıma bir şey olur mu” korkusunda.
Hemen herkes soruyor:
Bu iş nasıl düzelir?
Çare var mı?
Sonumuz ne olacak?
Bu işi iyimser tarafından anlatanlar ile “merak etmeyin, şöyle bir dört
yıl da bizi deneyin, şıp diye düzeltiriz” diyenler o kadar çok ve kendi
aralarında bile adeta “sen kurtaracaksın-ben kurtaracağım” diye “hizmet”
yarışına girmişler ki; bir süre için içini rahatlatmak isteyen gitsin
onlardan dinlesin.
Tercih serbest.
Dost acı söyler denir…
Biz de bir dostluk gösterisi yapıp işin “acı” yani tatsız tarafını
anlatalım.
Bir kere Türkiye kendi tercihiyle, göz göre göre memleketin istikbalini
bu çağın gerçekleriyle hiç bağdaşmayan bir takıma vermiş ve aradan geçen
on altı yılda yapılan yanlışlardan sonra -doğal olarak- milletler
liginde bir alt kümeye düşmüştür.
Kimse “öyle değil” demesin, durum aynen bu.
Mesela bu gün Amerika’da adam başına milli gelir 59,500 dolar,
Almanya’da 44,5 Fransa’da ve İngiltere’de 40 biner dolar iken bizde
“şimdilik” 6 bin dolar.
O da çarpık gelir dağılımımızın gösterdiği.
Bir ayağı dışarıda, bir kısmı eşikte 40 küsur milyarderimiz de
ortalamaya katıldığı yani onların parası da “hesaben” bize
bölüştürüldüğü için durum böyle “görünüyor”.
Zaten daha küçük boylardan da giden gidene ya… Çık onları hesaptan, yeni
rakam 4 bin doları geçmez.
İşin kötüsü, bu atalet, bu vurdum duymazlık ile buralardan daha da alt
kümelere düşmememiz için henüz ortada bir ışık bile görünmüyor.
Şimdi, “Orasını anladık ama, peki buradan tekrar yukarılara o eski
seviyelerine hiç mi çıkamayız denebilir…
Çıkılmaz…
O matbaayı batıdan 200 yıl sonra kabul etmiş Osmanlı’dan bu yana batı
ile açılmış olan mesafe, bu günün teknolojisi dolayısıyla biraz daha
büyümüştür..
Bir düşünsenize;
Diyelim ki çağdaşlık ve teknoloji yolculuğunda örneğin herkes uçağa
binmiş ilerlerken, siz bir ara binmişken vazgeçip “ben burada ineyim,
yoluma otobüsle gideceğim” diyorsunuz. Belki o da yetmiyor, otobüsten
inip yaya yürümeye, hatta geri geri gitmeye niyetleniyorsunuz…
Hadi söyleyin bakalım, bu durumda siz şu anda o uçakla hatta artık uzay
aracıyla ilerlemekte olanlara yetişebilir misiniz?
Yetişemezsiniz.
Çünkü bundan sonra dönüp bir başka uçağa binseniz bile -ki çok zor bir
iş- diğerlerini yakalayamazsınız.
O diğerleri bu arada öyle bir yol almıştır ve hala giderek artan bir
hızla öyle yol almaktadırlar ki…
Bu iş böyledir.
Yok mu başka ihtimal?
Var elbette…
Olur ya;
Bakarsınız şimdi evrenin sırlarını çözmek için Avrupa Nükleer
Araştırmalar Merkezi (CERN)’de atomları çarpıştırıp evrenin oluşumunu
anlama yolunda çalışanlara, Mars’a robot indirenlere bir haller olur da;
mesela biz bu işi Türkiye’deki Cübbeli’den, olmazsa menzilcilerden
öğrensek daha iyi olacak derler;
Mesela bizim gibi bu işlerin başına hayvanat bahçesi müdürünü
getirirler; Mesela bir ara bu dünyada her şeyin boş olduğunu düşünüp
bilimi, teknolojiyi bırakıp kendilerini ahiret işlerine adar, cennette
kendilerine kaç huri düşeceği rüyasına dalarlar; mesela küresel
kapitalistler paranın saadet getirmediğini düşünüp şirketlerini
dağıtırlar
Falan filan…
Hah işte ancak öyle bir durumda bir gün onlarla yine aynı ligde
olabiliriz.
Ama dikkat edin; bizim onlara yetişmemizle değil, onların bizim
durumumuza “düşmesiyle”.
Peki neden?
Bu bir karamsarlık mı?
Hayır asla değil, hesap meselesi…
Yapın hesabı…
Bir ülke; çağın bilimine, anlayışına, teknolojisine sırtını dönüp
cahilliğe güzellemeler yaparken karşısındaki gelişmişler artık bırakın
laboratuarlarda sabahlamayı, işleri neredeyse yapay zekalara gördürürken
aradaki o fark belki bir gün yerli araba yapma temposuyla nasıl
kapatılabilir?
-Zaten arayı kapatmanın olmazsa olmazı, en azından çağdaş ülkelerdeki
gibi bir eğitim düzeyinde olmak değil mi?
Fakat üzülerek görüyoruz ki şu anda Matematik, bilim ve okuma- anlama
alanındaki bilgi ve beceriyi ölçen PİSA araştırmasında 72 ülke arasında
ellinciyiz. 35 OECD ülkesi içinde ise sondan ikinci sırada yer almışız.
Hemen altımızda Meksika var.
Ondan ancak bir “tık” yukarıdayız neyse ki.
Soralım bir daha:
Bu sıralamada biz en altlarda iken o önde gidenleri yakalama şansı
nedir? Hadi iyimser olalım ve bilimde “yakalarız” diyelim.
Onlar durup beklese bile bu farkı kapatmak için hangi bilimsel feraset
ve kaç yıl, hatta on yıllar gerekecektir?
Eğer kalkınma bir de kaynak meselesiyse, bir şeyler üretip önce iç
piyasaya yetme, sonra dışarıya satıp para kazanmaysa; bu eğitim
düzeyiyle hangi ürünün daha iyisini, daha ucuzunu üretecek ve bu “sınır
tanımaz Pazar”daki küresel zincirleri kıracaksınız?
Eğitimde arayı kapatmayı koyalım bir kenara; diyelim ki herkesin
eğitilmesi gerekmez; göndeririz on bin kişiyi batıya, süper adamlar
yetiştiririz.
Peki ne lazım üretip kalkınmak için daha başka?
Yatırımcı sermaye…
İyi de bu arada eldeki üçü beşi bile ya batırıp ya kaçırıp beş parasız
kalmadık mı?
Hadi yalvar yakar bulduk diyelim, o bulunan para ancak mevcut borçların
çevrilmesine yani borç içinde yaşamayı “sürdürmeye” çare olmayacak mı?
Osmanlı Duyunu Umumiye belasından -o da büyük kurtarıcının sayesinde-
kaç yılda ve ne büyük bir çabayla kurtuldu. Peki şimdi biz aynı gücü,
gayreti, kararlardaki isabeti şimdiki hangi siyasetçilerde görüyoruz?
Tutun ki bir kısım adamımızı gerçekten eğittik ve memlekette tutabildik,
-para yoktu ya- hadi borcu çevirecek dövizi de bulduk diyelim…
“Enerjiyi” mesela, dışarıdan almıyor muyuz?
Bırakalım ucuz ucuz üretimde kullanmayı, yarın doğal gazı kesseler,
ısınmak için bile hepimiz çareyi yorganın altına girmekte görmeyecek
miyiz?
Enerjisiz hele de ucuz enerjisiz üretim olur mu?
Pahalıya ürettiğin piyasada rekabet edebilir mi?
Dünyanın gelişmişleriyle kıyaslayınca; teknik kadro yetersiz, sermaye
yetersiz, enerji dışarıdan ve pahalı… hangi para eden üretimi yapıp
dışarı satacağız da belimizi düzelteceğiz?
Adamlar kapasiteyi dünden kurmuş, kaliteyi tutturmuş, randımanı
yakalamışken nasıl rekabet edeceğiz?
Maalesef durum budur.
İktidarı ya da muhalefetiyle, hiç fark etmez; şimdi bunda hepimizin
büyük payı vardır.
Bir zamanlar üçüncü dünya ülkelerinin ümidi olan, parmak ısırtan bir
ülkeyi bu hale getirdiğimiz için hepimizin çocuklarımıza karşı büyük bir
suçu var.
Bunun ağırlığını hep hissedeceğiz hissetmesine de, şimdi yapılabilecek
olan nedir biliyor musunuz?
Bırakın dünyanın bilmem kaçıncı gelişmiş ekonomisi olmayı, o tren çoktan
kaçtı.
Boş böbürlenmeyi terk edelim, hayal kurmaktan vazgeçelim, kanmayalım
politika esnafına. Maval dinlemeyelim.
Hala hayal satanların sahtekarlıklarını yüzlerine vurup bir an önce
“karnımızı doyurabilecek bir ekonomiyi” hayata geçirmeye çalışalım.
Aksi takdirde bir kademe daha aşağıya düştüğümüzde o karnımızı doyurmak
bile birilerinin lütfuna bağlı olacak.
|
|