|
Bu yaşananlar bir 'kriz' mi? Yanlış
politikaların çöküşü mü?
“Kriz” “kriz” deyip duruyoruz ya…
Krizin ne anlama geldiğini düşündük mü hiç?
Kriz, “önceden öngörülmeyen ve istenmeyen bir durumun aniden ortaya
çıkması değil midir?
Bile bile, göstere göstere gelen, nereden bakılsa sonucunun öyle olacağı
belli olan bir gelişmeye hiç “kriz” denebilir mi?
Örneğin; yanlış yere dükkan açmışsınız, zarar ediyorsunuz…
Kirayı bile çıkaramazken “büyük düşüneyim, işi biraz daha büyüteyim”
diyorsunuz.
Aslında “yanlışı” büyütüyorsunuz.
Önce sermaye tükeniyor, sonra borç boyu aşıyor, sonra tefeci hikayeleri…
Bir gün kapıya haciz memurları geliyor doğal olarak.
-Ne oldu?
-Valla finansman krizine girdik!
Sizce burada bir finansman krizi mi vardır yoksa daha başından ne
olacağı belli olan bir yanlış gidişin sonundaki beklenen “çöküş”,
tünelin sonundaki duvara çarpış, saadet zincirinin kopuşu mu?
*
Kriz, “beklenen” değil, “olağan dışı” bir durumdur.
Koşullar “beklenmedik” biçimde gelişmiştir, siz bununla baş edersiniz ya
da edemezsiniz.
Baş edebilirseniz geçer gider.
Geçmezse sizi götürür tamam, ama bu işte bile bile yaptığınız bir
yanlışınız yoktur.
Peki ya şimdi yaşananlar?
Bu yanlışlar daha baştan belliyse, sizin önünüzü tıkamış, elinizi
kolunuzu bağlamışsa ve gelinen bu noktada öyle hiç de geçici gibi
sayılmayacak durumlar yaratılmışsa;
Ama siz hala bunun nedenini yapılan hatalarda değil de “başka yerlerde”
arıyorsanız; bunun adı “kriz” midir yoksa “beklenen çöküş” mü?
Bize göre bu durum, yanlış bir ekonomik tercihin, yanlış bir
politikanın, yanlış bir tarzın çöküşünden başka bir şey değildir.
Dolayısıyla burada hiç vakit kaybetmeden “yanlış olan neydi?” diye bir
özeleştiri yapıp sistemden esaslı bir U dönüşü yapılmadıkça düze çıkmak
mümkün değildir.
Bilirsiniz, patlak lastikle yol gidilmez. İlle de gideceğim derseniz dış
lastiği de ezersiniz.
*
Nedir göz göre göre gelen “durum”?
Türkiye, güçlünün sözünün geçtiği, “basabilenin” haklı sayıldığı
"küresel ekonomi"nin bir parçası olmayı yani “oyunun kurallarını” baştan
kabul etmemiş midir?
O oyunda, piyasacılık esas ve finans işi şimdi kapıştığımız ellerin
kontrolunda değil midir?
"Oyun" bu kurallara göre oynanmak zorunda değil midir?
Ayrıca bu memleket:
-Eğitim kalitesi düşük ama sayısal olarak hayli büyük ve büyümesine
taraftar olunan bir nüfusa sahiptir.
-Yetişkin eleman kıttır, çağın gerektirdiği kalifiye eleman
yetiştirilememekte, zor bela yetişenler gelişmiş ülkelere göçmektedir.
-Sermaye birikimi çok düşüktür. Var olan yerli ve bir zamanlar gelmiş
yabancı sermaye de şimdi dışarıya akmaktadır.
-Her türlü kurumlaşma zayıftır, mevcut kurumlar yerli yerine
oturmamıştır.
-Kayıt dışılık yaygındır.
-Rant ekonomisi hakimdir. İthalat ve inşaatın cazibesiyle üretimden
adeta vazgeçilmiştir.
-Tarım ve hayvancılık sürekli gerilemektedir.
-Stratejik konumda ve büyüklükteki sanayi şirketlerinin pek çoğu
yabancıların elindedir. Yabancı elinde olmayanlar da; lisans, ham madde,
finansman, pazarlama… gibi yönlerden büyük ölçüde dışa bağlıdır.
-Yap-İşlet modeli, ihtiyaç yerine adeta istismar düzeyinde hoyratça
kullanılarak hem ekonominin kıt kaynakları israf edilmiş hem o bir
zamanlar şikayet edilen KİT’lerden çok daha büyük yüklere neden
olunmuştur.
-Kamu ve özel sektörün dış borçlanmaları konusundaki hesapsızlık ve
öngörüsüzlük bu borçların artık çevrilemeyecek büyüklüklere gelmesine
neden olmuştur.
-Uygulanan dış politika ve bölgedeki gelişmeler ihracatta büyük pazar
kaybına yol açmıştır.
-Ekonomideki gerileme ve istihdamsızlık yoksulluğu arttırmış; bu
yoksulluk olgusu, siyaset kurumunu sadaka politikacılığına yöneltmiştir.
-Üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın uygulamalara
ilişkin gerçekçi analiz, eleştiri ve önerilerine itibar edilmemiş,
desteklerine ihtiyaç duyulmamıştır.
-Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve bu yapının yarattığı lüks yatırım
ve tüketim asla kısıtlanmamış, tam aksine, kan kaybeden ekonominin
“sözde” gelişiyor olduğunun kanıtı olarak gösterilmiştir.
Peki böyle bir durumda bütün bu sayılanların olumsuz etkileri ortadayken
yapılanları gözden geçirip buradaki yanlışlardan "keskin bir biçimde"
dönmek yerine, -sanki yapılanlar hep doğru sonuçlar vermiş ama yetmemiş
gibi- içine düşülen durum için bunların dışında bir sebep bulmaya
çalışmak ne kadar doğru olabilir ki?
Burada sayılan o yanlışlar "arızi" değil de "yapısal" hale gelmiş ise;
hala üzerlerine toz kondurulamıyor ise, şimdi kalkıp da, bütün bu
gerçeklere rağmen -sanki kalkınmamıza nazar değmiş gibi- “Biz hep
doğruları yaptık ama şu oldu da bizim ekonomimiz ondan dolayı aniden
krize girdi” demek mümkün müdür?
Şimdi bile bir "U" dönüşü yapabilsek, acaba o "kriz"den geriye fazla bir
şey kalır mı?
|
|