|
Gelişmekte” olan ülkelerde neden
iyi politikacılar hep solcu olmalı?
“Gelişmekte olan ülke” ve “solcu” politikacılık…
Önce bu iki kavramın altını çizmekte yarar var:
Çünkü yukarıdaki başlık ancak bu kavramların anlamı iyi anlaşılınca
yerine oturabiliyor.
Daha önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi; “bize gelişmiş ülkelerden
bakıldığında” ya da konu onların ölçülerine vurulduğunda bizim ülke ne
yazık ki hala “gelişmemiş” durumda.
Peki şu “gelişmişlik” denen şey nedir ki biz gelişmemiş sayılalım? diye
düşünecek olursak hemen söyleyelim:
“Gelişmişlik” göreli bir kavram.
Örneğin Ahmet Mehmet’ten daha gelişmiştir ama Hasan kadar gelişmemiş
olduğu için Ahmet Hasan ile karşılaştırıldığında “gelişmemiş”tir.
Sonra bir başka bakış: tel dolaptan buz dolabına geçmek gelişme sayılır
mı?…
Bu kendi içinde ya da kendine göre bir “gelişme” olsa bile; asla her
evde bir buzdolabı ya da bulaşık makinesi bulunması gelişmiş ülkelerin
yanında bir ülkenin gelişmişliğinin ölçüsü sayılamaz.
Öyle olsaydı, bu gün ne kadar geri ülke varsa oralardaki her eve, alt
tarafı birer buzdolabı verildiğinde hepsi birden “gelişmiş“ sayılırdı.
O zaman düşünelim bakalım: Evinde buzdolabı olan herkes gelişmiş
sayılırsa, buzdolabı ne ki; mutfağında robot bile çalıştıranın
gelişmişliğini nasıl ayırt edeceğiz?
Dünyada en azından bir grup ülke her gün yeni ve tabii ki kendi
insanlarının refahını olumlu yönde arttıran gelişmeler sağladığına,
buluşlara ulaştığına göre “gelişmişliğin ölçüsü” onların “diğerlerine
göre” almakta oldukları mesafe olmalı.
Yani, onların arayı şu kadar açtıkları, belirli bir arayla bizden şu
kadar ilerilerde olmaları meselesi.
Gelişme yolunda biz şimdi hangi kilometrede olursak olalım, o
gelişmişlerin peşlerini bırakmayıp ufak ufak bazı adımlar atıyor olsak
bile, yine de birilerine göre “geriden” geldiğimize ve üstüne üstlük
aradaki bu mesafe kapanacağı yerde giderek açıldığına göre; açıkça
kabullenmeliyiz ki, zaman içerisinde onlar ileride biz gerideyizdir.
Çünkü “gelişmişliğin kendisi” de asla olduğu yerinde durmayıp, yani
durağan olmayıp sürekli gelişme halindedir.
Gelişmişlik, bırakalım bizleri; en başta kendisiyle yarışmaktadır.
Nasıl mı?
Adam 1969 senesinde Ayda dolaşmış ve önümüzdeki sene çıtayı daha da
yükseltip Mars’ta astronot dolaştıracaksa gelişmesi kendisiyle
yarışmakta, sürekli artmakta değil midir?.
Bu arada sen “gelişiyorum” deyip onun 1903 yılında yaptığı otomobili
yapmaya mı heveslendin? O sana göre bir gelişmedir şüphesiz de, Mars’a
adam göndermeye çalışana göre hiçbir şey değildir.
Hatta dahasını da söyleyelim mi?
Yıllar içinde o aradaki gelişmişlik mesafesi giderek açılırken kendileri
bize diplomatik(!) bir nezaketle “gelişmekte olan” deseler de, işin
doğrusu “gelişmekte olan” değil, “gerilemekte olan”dır.
Haydi gelin, okullarda öğretilen matematik probleminde olduğu gibi
düşünelim bu işi:
“Eğer siz bisikletle saatte 20 kilometre hızla giderek saatte 180
kilometre yapan hatta bu hızını giderek arttıran bir otomobile yetişmeye
çalışıyorsanız; bilin bakalım derler, siz ona yetişmekte misiniz yoksa
hayat devam ederken giderek daha da gerisinde mi kalıyorsunuz?”
Tabii ki gerilemektesiniz çünkü aranızdaki mesafe an be an açılmaktadır.
Türkiye ne acıdır ki, eğitiminden ekonomik yapısına kadar pek çok alanda
“gelişmiş” ülkelerle kıyaslandığında arayı kapatan değil, arayı giderek
açan yani “gerilemekte olan” bir ülkedir.
Merak eden ya da bu sözleri çok abartılmış bulanlar bilimsel, ekonomik,
sosyal konulardaki pek çok uluslararası istatistiğe bakabilirler.
*
Dönelim sol politikaya…
Bunu da “kurulu düzene uyumlu” politikalardan yola çıkarak açıklamaya
çalışalım..
Dünya bugün, büyük sermayenin kendi ülkesiyle yetinmeyip fırsat
yaratabildiği ölçüde dünyanın en ücra köşelerine kadar uzandığı bir
düzende dönmektedir.
Küresel dediğimiz sermaye, önüne kendi ülkesinin siyasetçilerini de
katarak daha önce giremediği tüm ülkelere girmeyi her türlü zorlamakta,
ve girdiği her ülkede -kazanımlarını sağlama almak için- önce siyaseti
etkilemeye, bunu başarır başarmaz da kendine gerekli hukuksal düzeni
kurdurmaya gayret etmektedir.
Şurası açıktır ki, oyun kapitalist düzenin kurallarıyla oynandığında
“küresel sermaye” bu gayretinde çoğu zaman başarılı olmakta ve bir süre
sonra -kendi düzenine ters düşmeyen anlamında- düzene uygun kafaları
bulmakta ve hep onların önde olmasını istemektedir.
Başka?
Ve tabii ki o küresel sermaye sana otomobil satacaksa otomobil üretmeni,
teknoloji satacaksa bilim adamı yetiştirmeni istemeyecek, “bırakın böyle
kalın” diyecektir.
“Böyle kalın”ın anlamının “biz gelişirken siz iki ileri bir geri
buralarda oyalanın” “Eskiden bu var mıydı ki deyip atacağınız ufak
adımlarla tatmin olun” demek değil midir?
Bu nedenle, sizi sadece pazar ya da gerektiğinde bir yerlere
yönlendirilecek kitle olarak görmek isteyen o güçler sizin bulunduğunuz
yerde debelenmenizi uygun görecektir.
Sol politika, -bırakalım daha teorik tartışmaları- en azından bu
yukarıda anlattığımız küresel sermaye ve ona yarayan düzene karşı kendi
halkının çıkarlarını koruyan, geriletmecilerin karşısına dikilen
politikalardır.
Hatta sol politikaları belki daha anlaşılır olması için “halkçı”
politikalar diye tanımlamak basit ama daha anlaşılır olacaktır.
“Sol”, sonuçta halkçılıktır, sizi kendine pazar olarak yapılandırmak
isteyenlere karşı gösterilen tepkidir, tavırdır.
Çünkü solun amacı, “küresel düzenin güçlülerini korumak” “onların
koyduğu kuralları kabullenerek rolünü oynamak”değil, tam aksine, onların
halkın sırtından zenginleşmelerini, halkın birikimlerine ve geleceğine
el koymalarını engellemektir.
Bu haliyle de sol politikalar, o gelişmişlerle arayı sürekli açan
“ülkeyi gerileten” politikaların karşıtı, onlarla mücadele eden
politikalardır.
Peki ya “İyi politikacı?”
Düzenin kendi halkının aleyhine işlediğini “göremeyen” ya da görse bile
umursamayan kişinin bu dengelerde bir politik etkinliği olabilir mi?
Asla olamaz.
Çünkü sadece şu ya da bu koltuğu doldurmak bir politik tavır almaya
yetmeyeceği için orada “oturana” da asla politikacı demek mümkün değil.
Politikacı, halkının yararı için o dengeleri değişime “zorlayan”
kişidir.
“Değişime zorlama” bir sol politikaysa ve halk için iyi olan “bu gelişme
sürecinin dengelerini zorlama” ise, tabii ki iyi politikacı da “ben
solcuyum” “ben değişimden yanayım” diyen politikacıdır.
Gerisi mi?
Gerisi, olsa olsa “koltuk dolduran” dır.
Ve doldursa ne olur doldurmasa ne…
|
|