|
Bir tren, bir havuz problemi ve
biz batıyı yakalayabilir miyiz?
Hani damat demiş ya; “Erdoğan Mars’a dört şerit yol yapacağız dese
inanacak seçmenimiz var” diye…
İşte bu günün Türkiye’sinde, en azından yarıya yakın insanımızın içinde
bulunduğu düşünülen ya da bulundurulmaya gayret edilen “çok vahim”
durumun bir sürç-ü lisan eseri de olsa en açık ifadesi.
Yani “muhterem” resmen “Bizim seçmenimiz aptaldır, böyle şeylere bile
inanır” diyor ve söylerken de muhalefete şu mesajı vermek istiyor:
“Siz ne anlatırsanız anlatın, sonunda bu halk gerçeklere değil,
kayınpederin söylediklerine inanır ve seçim denen şey de halkın
tercihini belirlemek ise; siz ancak havanızı alırsınız”
Ne söyleyeceksiniz bu durum karşısında?
-“On altı yıllık gayretinizle bu gün halkın ciddi bir kesimini
getirdiğiniz nokta budur, siz buna seviniyorsanız bizim diyebilecek
sözümüz yok” mu demeli?
-“Siz öyle zannedin, o laf ağzınızdan çıktığına göre şimdi görün bakalım
bu halk da sizin siyasi seviyenizi nasıl değerlendiriyor” mu demeli?
*
Halkımız biraz enteresan gerçekten;
Bazen insanın umutlarını tümüyle kaybettirecek kadar vurdum duymaz; ama
asla her zaman damadın söylediği gibi de değil.
Galiba fazla “sabırlı”.
Ne kadar bir sabır bu? derseniz düşüncemizi söyleyelim:
Sabrı, “Bıçak kemiğe dayanana kadar” olabiliyor..
Bu iyi bir şey mi?
“Değil elbette” ama öyle…
Kötü tarafı, zarardan geç dönmesi,
İyi tarafı, gerektiğinde her türlü zorluğa katlanabilmesi.
Nitekim Kurtuluş savaşında da öyle olmamış mı? Bir taraftan memleket
batana kadar sesini çıkarmamış, sonra bir şimşek çakmış, onca
yoksulluklar, onca zor koşullar içinde yedi düvele meydan okumuş ve bu
işi başarmış da.
*
Türkiye, yine bir uzunca dönem aynen “damat”ın ağzından kaçırdığı gibi
hayaller, aynen bakara-makara olayında olduğu gibi ucuz din ticaretiyle
yönetildi ve o şanlı kuruluş yıllarında dünyaya parmak ısırtmışlıktan
sonra şimdi hiç de hak etmediği durumlara düştü.
-Bir yandan karnını doyurabilmek için elin ürettiği yiyeceği ithal etmek
zorunda,
-Diğer yandan, -hadi buna efeliktir diyelim, verelim parayı onlar
üretsin biz yiyelim ama- elde avuçta para yok.
Artık şunları da satalım diyecek ata yadigarı mal da suyunu çekti…
-Bir de, bu işler ancak bu dünyanın kurallarıyla düzeltilebilecek iken
ahiret ilmiyle halletmeye yönlendirildik.
*
Olsun, madem bu bizim genetiğimizde var diyoruz;
Ne kadar zor duruma düşmüş olsak da yine toparlarız evvel Allah da
denebilir.
Tabii bu saatten sonra başka söylenecek bir şey de yok aslında.
Çünkü o çağdaşlık trenini kaçırmış, arkasından bakakalmışız bir kere.
Peki nasıl olacak bu iş?
Önce şu tren işinin ciddiyetini ortaya tam koyalım ki; o yola
çıktığımızda gerçekten yol alıp alamadığımız daha açıklıkla ortaya
çıksın.
*
Okullarda “havuz” ve “tren” problemleri çözdürülürdü bize hatırlarsınız.
Hani 1000 litrelik bir havuza yukarıdan dakikada 5 litre su
doldurulurken dibinden 8 litre kaçırıyor ya da boşalıyorsa bu havuz kaç
dakikada dolar falan gibi…
Tren problemi de şöyleydi; Treni kaçıralı bir saat olmuş, tren saatte
100 kilometre hızla uzaklaşırken siz arkasından bisikletle ve 30
kilometre hızla ona yetişmeye çalışıyorsunuz; bilin bakalım treni kaç
dakika sonra yakalayabilirsiniz?
Doğru cevap; “Çok inceden bir hesap yapmaya gerek yok, bu durumda ne
havuz dolar ne trene yetişilir” olması gerekir değil mi?
Biliyor musunuz, şimdi o havuzun yerine memleketin ekonomisini, trenin
yerine bilimi, uygarlık düzeyini koyun aynı problemdir karşımızdaki bu
gün.
*
Problem buysa biz yine de bu işi çözeriz demenin ne kadar sıkıntılı, ne
kadar azim gerektiren bir iş olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Çooook…
Olmaz diye bir şey yoksa, ki yoktur; yöntem belli:
-Havuza giren suyu çıkan sudan daha fazla akıtacağız, dibini
tıkayacağız.
-Tren 100 kilometreyle gidiyorsa biz 120 kilometre hızla yetişmeye
çalışacağız.
İşin aslı bu.
Bunun dışındaki hiçbir yöntem, hiçbir siyasi model şu anda ekonomisi çok
daha güçlü, bilimde çok daha önde giden ve başarısını “katlayan”
çağdaşları yakalamaya yetmeyeceği gibi sırf “sürdürülebilir” siyaset ve
iktidara tutunabilme endişesiyle hareket edildiğinde diğerlerine oranla
“nisbeten” gerilemeye devam edeceğiz ve durumun telafisine bizim o
güvendiğimiz genlerimiz de yetmeyecek.
*
Dolayısıyla, bu işin matematiğini düşünerek siyaset belirleyeceklerin
aynen yukarıdaki havuz-tren problemlerinde olduğu gibi “verilerini” yani
şu anda nerede olduğumuzun, geçen her dakikada diğerleriyle aramızın ne
kadar hızla açıldığını bütün içtenlikle ortaya koymaları gerekir. Sonra
da göze aldıkları, sözünü verdikleri vadeye göre, imkanlarımızı
çarpıp-bölüp “arayı kapatma hızımızı” hesaplamaları, topluma dönüp,
aynen bir cumhuriyet dönemi öğretmeni tavrıyla anlatmaları, hedef
vermeleri ve gidişatı matematik olarak izlemeleri gerekecektir.
“Olmaz” diye bir şey olmaz;
Her şey yapılabilir, her şey başarılabilir.
Kaybettiğimiz zaman asla işi olmaza sokmamış, ama toparlanma maliyetini
yükseltmiştir.
O maliyetin boşta geçen zamanla her an biraz daha yükseldiğini görüyor
ve anlayabiliyorsak bunun üstesinden nasıl gelinebileceğinin cevabı da
hesaplanabiliyor demektir.
Yeter ki problem bütün açıklığıyla ortaya konsun, hesaplar doğru
yapılsın ve hedef; Çağdaş dünya ile açılan aranın belirli bir süre sonra
kapatılması, ekonomi havuzunun dolması çağdaşlık treninin yakalanması
olarak belirlensin.
Buna niyetlenmişsek, maliyetini görmüş ve katlanmak zorundayız diyorsak;
Gerisi sadece bir “hesap” işi
|
|