|
Bir ekonomi politikası olarak vergicilik ve acı
ilaçlar üzerine
İnce düzenlemesi nasıl olur onu hemen söylemek kolay değil ama;
Türkiye ekonomisinde ciddi bir “toparlanma” imkânı yakalayabilmek -daha
doğrusu dibe doğru yuvarlanmasının durdurulabilmesi için- bazı sıkı
adımlar atmak zorundayız.
Çok kısadan özetleyelim:
2018 Bütçesi daha seçim baskını söz konusu olmadığı 2017 sonunda TBMM’de
66 milyar lira açık verecek şekilde bağlanmıştı.
Üzerine sadece 22 milyar liralık emekli ikramiyesi gelince o açık hemen
88 milyar liraya yükseldi.
Buna, vaad edilen diğer “destek” ve “indirimleri” de siz ekleyin…
Görünen o ki;
Bu bütçenin “borçlanmadan” ya da bir şeyler daha satmadan”
uygulanabilmesi için en ihtiyatlı tahminlere göre bile 100 milyar
liradan fazla paraya ihtiyaç var.
Bunun yanı sıra ekonomide “mutlaka yapılması gereken” pek çok şey gün be
gün listeye ekleniyor…
Yani önümüzdeki “hesap” sadece dört işlemle yapıldığında bile oldukça
sıkıntılı.
Ve bu işin çözümü için artık “Böyle gelmiş böyle gitmez” diyerek hayli
ciddi “operasyonlar” yapma zorunluluğu var.
Biz bu konulardaki kendi düşüncelerimizden bir kısmını ve tabii ki bu
yazı çerçevesinde anlatmaya çalışalım:
1.
Bu günkü Türkiye’nin ekonomiyi toparlayabilmesi için,
-Bir yandan her türlü mal ve hizmette kendi kendine yeterli hale
gelmeye,
-Diğer yandan; ihracattan, turizmden döviz kazanmaya ihtiyacı vardır.
Bu tartışılmaz bir mecburiyet.
2.
Sözünü ettiğimiz her iki konuda da, mümkün olduğu ölçüde hızlı sonuç
alabilmenin yolu, bunu planlı bir ekonomi ile yapmaktır.
Çünkü içinde bulunduğumuz koşullar, bu işlerin sadece yatırımcıların
tercih ve zamanlamasına bırakmaya imkan vermeyecek kadar ciddidir.
3.
Tarımda ve sanayide, gerek iç piyasanın ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve
gerekse dışarıya satabilmek, satarken fiyatta rekabet edebilmek için
birinci şart, bunların üretim maliyetlerinin mümkün olduğu kadar
düşürülmesidir.
Çünkü iç ya da dış piyasada rekabet edebilmenin iki şartından biri
belirli bir kaliteyi ucuza sunmak, diğeri pazarlama becerisidir.
4.
Devletin, mal ve hizmet üretim maliyetlerinin düşürülmesinde
kullanabileceği en önemli silahı işçilik üzerindeki vergileri
azaltmaktır.
Bu silahı kullanabilmek için; hangi ücret düzeyinde olursa olsun,
istihdam üzerinden alınmakta olan vergiler, üretim maliyetleri
üzerindeki yük olmaktan çıkarılmalıdır.
Burada söz konusu edilen yük, asla sadece “asgari ücret” ya da alt gelir
grupları üzerindeki vergi yüküyle sınırlı değildir.
Ölçü, en ileri düzeyine kadar her türlü üretimin bünyesine giren
verginin kaldırılmasıdır.
Konu asgari ücretle, hele bir tek asgari ücretle sınırlanırsa, yani;
örneğin iki asgari ücret düzeyinde çalışan daha kalifiye elemandan yurt
dışından göreve çağırılacak mühendise kadar her bir çalışanın
istihdamındaki yük hissedilir biçimde kaldırılmıyorsa, aslında bu konuda
bir şeyler yapılıyor sanılıyor ama asla fazla bir şey yapılmıyor
demektir.
Emek arzının bu kadar bol olduğu bu ekonomide eksikliği asıl hissedilen,
o yüksek ücretlerle yurt dışında çalışmakta olan yetişmiş elemanlardır.
5.
İstihdam (ücret) üzerindeki kamu yükünün (vergi+sigorta) toplamda
şirketlerin kurumlar vergisi oranını aşmaması, en fazla aynı düzeyde
tutulması ideal durumdur.
Bu durum sağlandığında, ayrıca kayıt dışı istihdamı yani açıktan
çalıştırmalar ve ödemeler anlamsız hale gelecek, ekonominin ciddi ölçüde
kayda geçirilmesi, ekonomi ile ilgili istatistiklerin sağlıksızlıktan
kurtarılması sağlanacaktır.
Çünkü böyle bir durumda kayıt dışı çalıştırma anlamsızlaşacaktır.
6.
Vergi politikası, asla sadece kurulu düzenin kuralları içinde devletin
finansmanı için “para toplamak” değildir. Vergi uygulamaları ile gelir
dağılımını da dahil, ekonomiyi yönetme politikasının bir aracıdır.
Buradan hareket edildiğinde; bizim gibi üretemeyen, ithalata mahkum,
sermayesi zayıf bir ülkede uygulanması gereken vergi politikası mutlaka
ve öncelikle “üretimi harekete geçirebilen” üretime ve üretene
yüklenmeyen vergi politikaları olmalıdır.
7.
Türkiye bu gün içinde bulunduğu üretimsizlik ortamında, çok ciddi
boyutlarda işsizi ile işi olmasına rağmen yine de yoksulluk içinde
kıvranan milyonlarca kişiye “transfer ödemeleri” dediğimiz sosyal
yardımları vermekle, hem mevcut durumu sürdürebilmeyi, hem bundan siyasi
pay çıkarmayı benimsemiştir.
Doğru olan, ne kadar yoksul varsa her birine “destek” vermek değil,
istihdamı arttırarak o yoksulların sayısını azaltmayı hedeflemektir.
Şu ayrıntı unutulmasın;
Ülkenin vergi politikası sadece asgari ücreti vergi dışı bırakmayı
hedeflemiş, yeterli bulmuşsa, asgari ücretten daha yüksek ücretle
istihdamı gerektiren kalifiye personel için, hele arge’de çalıştırılacak
üst düzey personel için “hiçbir şey yapmamış” olur ve bu şekilde bir
uygulamayla ancak ucuz kol işçiliği gerektiren geri teknoloji
desteklenmiş, yatırımcı sadece buna yönlendirilmiş olur.
Örneğin yurt dışında yıllık 300 bin dolara çalışan yazılımcı, yönetici,
araştırmacı asgari ücretten vergiyi kaldırmakla burada çalıştırılamaz,
böyle bir durumda olsa olsa fason otomobil fabrikaları daha da yayılır.
O “on bin dolar tuzağı” da aşılamaz.
8.
İstihdam üzerinden alınan vergilerin bir bakıma şok ölçüsünde
düşürülmesi, üretim maliyetini düşürmekle birlikte, bir yandan da
üreticinin yani tarımcının, sanayicinin, turizmcinin “kurum kazancını”
yükseltir ve istihdamdan kaybedilen verginin bir ölçüde kazanç üzerinden
alınan vergilerle telafisini sağlar.
Kazanç artışı tabii ki içeride yerli ve yabancı yatırımcıda cazibe
yaratır, dışarıdaki fonlar üretime katılma için hızla içeriye yönelir.
Şirketlerin karlılığı artacağı için Borsa yükselir, dışarıdan sermaye
gelir.
9.
Bu vergi indiriminin, enflasyonun %15’ler düzeyinde seyrettiği döneme
denk gelmesi “geçiş” için uygun bir ortam yaratmaktadır.
Örneğin; Vergideki indirimi yıl başında yaparsınız, bu sırada ücretlere
yapılması gereken %15’lik zam, böylece işveren yerine devlet eliyle
sağlandığı için bütün işletmeler, örneğimize göre yeni yılda işçilik
maliyetlerinden bu kadar avantaj sağlamış olurlar. Kazanç beklentileri
yükselir.
Ciddi bir üretim hamlesi için teşvik edilmiş olurlar..
10.
İstihdam üzerinden alınan vergilerde yapılacak indirim sonuçta, toplam
vergi gelirlerinde -uygulama dozuna göre- şu ya da bu kadar bir “açık”
yaratabilir.
Bu açığın bir kısmı, eğer varsa borçlanma imkanları kullanılarak, bir
kısmı da kazanç, tüketim ve servet üzerinden alınacak vergilerle
tamamlanacaktır. İdeali, tabii ki genişleyen ekonominin borçlanmaya ve
vergi arttırımına ihtiyaç göstermemesidir.
11.
Türkiye’de servet üzerinden alınan vergilerde en önemli kaynak arazi ve
imar rantlarıdır.
Nitekim,bu kaynağın neredeyse tamamen vergisiz bırakılmasındandır ki;
büyük kentler hızla betonlaşmış, kırsal kesim ve ülkenin doğusu buralara
göçmüştür.
Kentteki imar rantlarının; yani arsanın, arazinin, konutların mülk
sahibinin hiçbir katkısı olmadığı halde müthiş rantlar sağlaması, bu
rantlar realize olurken siyasetin ve inşaatçıların büyük bir iştiha ile
devreye girmesi, ekonomik ömrü dolmamış yapıların yıkılıp israf
yaratılması hep bu vergisizliğin eseridir.
İmar rantları gerektiği gibi vergilendirildiğinde, bütün bu sayılanlar
tersine döneceği gibi, rantın vergilendirilmesi ile hızlı şehirleşme ve
bunun getirdiği (yol, altyapı, trafik) maliyetleri düşecek, yerel
yönetimlerin yükü hafifleyecek, ama her şeye rağmen bu rant sürüyorsa o
rantın önemli bir kısmına devlet vergilendirme yoluyla el koyacaktır.
12.
Servet vergilerinden olan emlak vergilerinin yerele bırakılması yanlış
bir uygulama olmuştur.
Bu uygulama ile zengin yörelerin emlak vergileri yine kendi yörelerine
kullanılmakta, fakir yörelerde böyle bir gelir olmadığı için gelir
dağılımı adaleti tersine çalışmaktadır.
Emlak vergisinde bundan önemli ölçüde dönülmesi gerekmektedir.
Bilinen bir gerçektir ki, ülkede alım satımı yapılan, vergilendirilen
bütün gayrı menkuller “sembolik” değerler üzerinden işlem görmektedir.
İmar, inşaat sektörü bu haliyle ülkenin en kapsamlı sektörü iken bu
durum, alım satımdan yıllık vergilere kadar hepsinde büyük bir kayba,
kayıtlarda düşük değerlerde görünmeye yol açmaktadır. Gayrı menkuller
üzerinden alınan vergilerin belediye rayiçleri değil, gerçek piyasa
değerleri üzerinden alınması sağlanmalıdır.
Bu ekonominin kayıt içine alınmasına hizmet edecektir.
Gayrımenkul ün daha sıkı vergilendirilmesinde yapılacak tek ayrıcalık,
fabrika, üretimde kullanılan bina ve arazi gibi “prodüktif” gayrı
menkullerin yıllık vergilerinde olabilir.
13.
Tüketim üzerinden özelde (ÖTV) ve genelde (KDV) alınan vergilerde, -mal
bazında- bünyesindeki ithal girdi oranına göre yükselen vergilendirme
yapılmasına dikkat edilmelidir.
Bir ülkenin kendisinin üretmediği her mal ve hizmet lükstür.
Bu vergilemede alt gelir gruplarının ağırlıklı kullandığı gıda vb.
tüketim mallarının düşük oranda vergilendirilmesi yaygın bir
uygulamadır.
Ancak, alt gelir grupları da kullandığı için vergisi düşük tutulan bazı
malların aynı zamanda orta ve üst gelir gruplarınca da kullanıldığı
açıktır (Örneğin zeytini , peyniri vs bazı gıda maddelerini zangini de
tüketir fakiri de…) Burada, aynı malı kullanan üst gelir gruplarını bir
şekilde vergilendirmek mümkündür ve gereklidir.
Bunun için, gıda maddelerinde şimdikinden biraz yüksek tüketim vergisi
uygulanması ama buna karşılık işsiz, yoksulluk sınırının altındakiler,
emekliler gibi korunmak istenen kesimlere, “hesaplanan” ya da
“belgelendirdikleri” harcamaları üzerinden o kesilmiş tüketim vergisinin
iadesi bir yöntem olarak kullanılabilir.
14.
Otomobil ve benzin (Mazot ayrıca anlatılması gereken bir konudur)
üzerinden alınan tüketim vergileri, ekonominin bu koşullarında; dış
ticaret açık verir, bütçeler açıkla bağlanırken asla indirilmemesi
gereken vergilerdir.
Çünkü, bu açıklar sürerken, otomobil ve benzinde “alınmasından
vazgeçilecek vergilerin” mevcut bütçe açığını daha da büyüteceği bir
gerçektir.
Böyle bir indirim gerçekleştiğinde yani özel otomobil sahipleri -ki üst
gelir gruplarıdır- indirilmiş fiyatlarla otomobil alıp indirilmiş
fiyatla benzin kullanırken, bu nedenle doğan bütçe açığı nasıl ve kimler
tarafından kapatılacaktır?
Devletin biraz daha borçlanmasıyla mı?
Yoksa otomobil kullananlardan alınmayan bir kısım vergilerin
kullanmayanların da mükellefi olduğu diğer vergilerin arttırılmasıyla
mı?
Benzinden indirilen vergi, bütçe açığı borçla da karşılansa, sonuçta
haksızlık yapılarak özel otomobil kullanmayan yurttaşların da sırtına
bindirilmiş demektir.
Dikkat edilirse, Avrupa’da ve nispeten gelişmiş ülkelerde, daha gerçekçi
ve doğru vergi yükü dağıtımı politikalarının da etkisiyle benzin
üzerinden aynen bizdeki gibi yüksek vergiler alınmaktadır. Dünya benzin
fiyatlarını gösteren kaynaklara bakıldığında bu durum çok açıkça
görülmektedir.
Konuyu şöyle toparlayalım:
Bugün Türkiye’nin büyük sorunu ekonomisinin üretimsizliği, istihdam
yaratamaması, günden güne borç batağına daha fazla girmekte olması,
durumunu sürdürebilmek uğruna siyasi tavizler vermek zorunda kalacak
olmasıdır.
Sorun sadece bütçenin gerektirdiği vergileri toplamak değildir.
Yoksullara verilecek parayı nereden tasarruf edeceğimiz değildir.
Eğer en büyük dert bu olsaydı, bir iki vergi arttırılır, kalkınıyoruz
kemer sıkın denir ve sözüm ona kalkınılırdı.
Ama asıl mesele bu değil.
Asıl mesele, pek çok politika ile birlikte vergi politikalarını da
kullanarak ekonomiyi üretime sokmak ve dolayısıyla ülkeyi bu durumdan
çıkarabilmektir.
Salt “vergicilik” bakış açısı; ekonominin yine de patinaj yapmasına razı
olmak, vergi politikasını ekonomi politikasında kullanamamak demektir.
Özellikle üretim maliyetini indirerek üretken bir ekonomi yaratma
konusunda burada ileri sürülen düşünceler klasik vergiciliğe göre
bazılarına çok da alışılmamış gelebilir.
Ancak bu ekonominin sadece “bütçeyi finanse etmeye yönelik” alışılmış
vergicilik ölçüleriyle üretime geçirilebilmesi de mümkün değildir.
Çünkü üretim ve istihdamın üzerinde ağır bir devlet yükü vardır.
Ayrıca, o klasik yöntem ve tempoyla gelişmiş ülkelere yetişilebilmesi
için hayli zaman kaybedilmiştir.
Dolayısıyla bu yolda alınacak hangi tedbir olursa olsun, o
alışılmışların çok dışında olmak ve bir şeyleri değiştirebilecek dozda
uygulanmak zorundadır.
.
|
|