|
Türkiye bu ekonomik enkazı
nasıl ayağa kaldıracak?
Belki de yanıtlanması en zor sorulardan
birincisi bu
Ama yanıtı en fazla aranması gerekeni de…
Çünkü “memleket nereye gidiyor?” diye baktığımızda, çok çok özetle
söylenecek olan:
“Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” gibi bir şey şu anda.
Ekonomi enkaz!
Fabrikalar satılıyor, paralar dağıtılıyor, bütçede ipin ucu kaçtı, yarın
ne olacağı birilerinin hiç umurunda değil…
Hatta o birileri için “Batan geminin malları bunlar” durumu.
*
Bu arada, bunu bu kadar net, hemen herkesin anlayabileceği biçimde
söylemekten bir nedenle(!) çekinenler en fazla “sürdürülebilirlik” gibi
bir tanım üzerinden gidiyorlar sözde çözüme.
Ekonomik konularda örneğin:
“Sürdürülebilirliği sağlamak için şunları şunları yapmalıyız”
“Ah bir sürdürebilsek”
Tam bir teslimiyetin, geleceğe dair umutsuzluğun ifadesi.
Ne demek “sürdürülebilirlik yahu?”
Neyi sürdürmeyi düşünüyorsunuz ki?
Her aradığınızda biraz daha borç bulabilmeyi mi?
Üretmeden tüketmeyi mi?
Bunun, hangi durumun sürdürülebilirliği olduğu tartışılabilir ama bu
sözün “mefhum-u muhalifi”nden yani o lafa tersinden bakıldığında
taşıdığı anlam şu:
“Acilen bir şeyler yapamazsak durum bundan da kötü olacak, işlerin en
azından bundan daha kötüye gitmemesini sağlamak zorundayız”.
Ya da “bu kadar kötü bizi idare eder”.
*
Bu nasıl bir anlayış?
İleriye gitmek bir yana, “Aman daha kötüye gitmesin, bunu sağlayamazsak
daha da gerileriz” demek, aslında o geriye kaya kaya bir noktaya
geldikten sonra bundan daha kötü duruma bile teslimiyet demek değil
midir?
Bu ancak; “Yapamıyoruz ama, bu işler yine de bizden sorulsun, bu duruma
da razıyız ama ne yapalım ki hep ayakta kalabilelim” anlayışı ve arayışı
değil midir?
Yani, “ille de iktidarda olalım”, “bu arada düzen de sürsün” diyen
“düzen-baz” anlayışı bayağı;
Çarpık düzenden yanalık…
Peki, bütün derdi “sürdürülebilirlik” olanlarla en fazla ne yapılabilir
ki derseniz, söyleyelim:
Bu durum en fazla “bir süre daha sürdürülebilir” ;
Haydi biraz iyimser olsun; o geri durumdan daha geri gidilmese de
oralarda “yuvalanılır” ancak.
Hani “orta gelir tuzağı” denen tuzağın içinde debelenmek falan gibi.
Aslında o orta gelir de hikayedir ya; çünkü siz oralarda sürünürken
çağdaş dünya almış başını gitmektedir.
Bir yerde hareket varsa, “orta nokta” da sürekli hareket halindedir
orada.
Dolayısıyla, dünyadaki “gelişmişlik ortalaması” her gün ilerlerken siz
olduğunuz yeri muhafazada bile zorlanıyorsanız, dünyada o “orta”nın bile
ilerlemekte olduğu ve sizin o ortalamadan bile geriye düşmekte olduğunuz
apaçık belli değil mi?
*
Gelelim bu tablonun rakamsal yönüne:
Türkiye, ne yazık ki aynen zararına çalışan herhangi bir işletme gibi,
“milli gideri” “milli gelirinden” fazla olup her gün biraz daha “milli
gelir açığı” veren bir ülke haline gelmiştir.
Ne kadar?
Söyleyelim:
Bu ülke ekonomisi yaklaşık 750 milyar dolarlık üretim yapar, sonra bunun
150 milyar dolarlık kısmını dışarı satar değil mi? .
Peki, ürettik ama bu üretimi yapmak için hammadde olarak şu kadar dolar,
bizde üretilmeyen malları alıp tüketmek için de şu kadar olmak üzere
toplam 250 milyar doları ödedik denirse bu işin sonucu nedir?
Milletçe 100 milyar dolar açık verildiği değil mi?
Başka hesaba gerek yok.
Ekonominiz her yıl 100 milyar dolar dolayında açık veriyorsa belaların
gerisi zaten kendiliğinden geliyor demektir.
Bakın:
1.Ekonomisi yılda 100 milyar dolar dolayında açık veren 80 milyonluk bir
ülke, dışarıdan bakanlar için iyi bir “pazar”dır.
2.Bu pazara mal satıp Karşılığında peşin para alamayacağınıza göre ona
sürekli kredi açar, borçlandırırsınız.
3.Borç verdiğiniz bu paralar kısa dönemde geri alınamayacaksa, hem yerli
patronlarından o ülkenin işletmelerini devralırsınız, hem
siyasetçilerinden istediğiniz tavizleri.
4.Yabancılar sizden bunları alır almasına da, bir de o “çıkarlarının”
sağlama bağlanması gerekir; bunu uzun vadeli olarak sağlamak için
kendilerine uygun hukuki yapıyı kurmaya çalışırlar.
5.Hukuki yapıyı kurmanın yolu, “Siyasi yapı”yı yönlendirebilmekten
geçer. Önce “düzen”e uygun kafalar bulunup ortaya çıkartılır, varsa
meydandakiler desteklenir, iktidara getirilir.
6.”Düzene uygun”lar, bu düzenin bozulmasını ve iktidarın el
değiştirmesini engellemek için o yabancıların da destekleri ya da göz
yummalarıyla toplumu biçimlendirmeye başlarlar.
7.Toplumun bir daha iflah olamayacak kadar biçimlendirilmesinin yolu,
onun çağdaş dünya ile bütün bağlarını koparmak, eğitimini engellemek,
tepkisini bastırmak, akıl dışılığı hakim kılmaktır.
8.Bu bastırma; örgütlenmede olur, düşüncede olur, giyimde olur, inançta
olur ve bunlar da yetmezse korkutarak olur.
Dolayısıyla, aynen doğanın dengesinde olduğu gibi her şey birbirine
bağlı, birbirini etkileyen bir zincirdir. Bu zincirin başındaki halka
ise “Ekonominin başarısızlığı”dır.
Yani, insanların günlük yaşamlarından da iyi bildikleri “ah şu
parasızlık”
O baştaki halka kopmuşsa zincir de kopmuş demektir, çünkü gerisi
tutunmaya yetmez, adım adım uçuruma yuvarlanış kaçınılmazdır.
*
Bütün bu düzen aslında çok sinsice, çok üstü kapalı, çok ince hesaplarla
kurulur ve çalıştırılır genelde…
Ama bir bakarsınız ki toplumun derinliklerinden bir yerden bir şeyleri
ya hesaba katamamışlar ya yeteri kadar eğip bükememişlerdir; oradan
karşılarında bir tepki yükselir.
“Bu düzen değişecek”
Değiştirebilirseniz, o filizi büyütüp meyvesini alabilirseniz ne ala…
Yoksa karşınızdakiler en kısa zamanda onun da etrafını çevirmeye, bir
biçimde halletmeye çalışır, sizin de “Sürdürücülerden” olmanızı
sağlarlar.
Ama o sürdürücülük basbayağı “süründürücülük”tür.
*
Bu günlerde umutları katlayarak yükseltecek, sürdürücü ve
süründürücüleri alaşağı edebilecek yeni bir heyecanı yaşamaya başladık.
Aman dikkat edelim,
Bu heyecanı her geçen gün biraz daha yükseltmeye çalışalım.
“Sürdürmek” olmaz, “kurtulacağız” diyelim.
Onun için de; tepkimiz, yöntemimiz, kadrolarımız her zamankinden biraz
daha “keskin” olsun.
Bu ekonomik enkazı kaldıralım, kalanı paylaşmaya razı olmak, aramızda
nasıl paylaşacağımızı düşünmek yerine önce üreten, kazanan ve dışarıya,
dışarının içerideki temsilcilerine teslim olmayan Türkiye’yi kuralım.
Orada kazanırsak her şey zincirleme yerine oturur.
Ne olur; önce zincirin birinci halkasını sağlama alalım.
Gerisi kendiliğinden gelecektir.
Sürdürülebilirlik anlayışına razı olmayalım ki motorları yarının
maviliklerine doğru sürelim.
“Bu daha başlangıç” diyelim.
|
|