|
Teşvik teşvik dedikleri
ve taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışmak
Hükümet 135 milyar liralık bir teşvik programı açıkladı.
Buna göre, özel sektörün yapmayı planladığı ve hükümetin de desteklerim
dediği “yatırım Projelerinin tutarı” 135 milyar liraymış.
(Yanlış anlaşılmasın: Hükümet birilerine al şu 135 milyarı da fabrikalar
yap falan demiyor.)
Şimdi dolar bir kademe daha fırladı ya… Tabii ki bu paketteki rakamlar
da kendince katlandı. Malum, bu işlerde ithalatın payı yüksek.
Artık yatırım hamlesi mi büyür, projeler mi kısılır onu ileriki yıllarda
göreceğiz.
Yine de “Vatana millete hayırlı olsun” diyeceğiz ama, olaya şöyle biraz
yakından bakınca, diğer yatırımcı ve sanayiciler darılır diye vaz
geçiyoruz.
Çünkü teşvik edilen firma sayısı topu topu 19 iken, bunlardan sadece
üçü, o toplam teşvikin 85 milyar liralık kısmını almış.
Ya da oransal olarak söylersek paketteki 135milyarlık teşvikin yüzde
63’ünü;
Kalan yüzde 37’si de 50 milyar lirasını…
Ya bu 19 firmanın dışında ama 80 milyonun içinde olan ve “medet ya
hükümet” diyen irili ufaklı “diğerleri”?
Bu pakette onlara bir şey yok.
Dolayısıyla “süper teşvik” paketi için ilk söylenecek olan “19 firmayı
sevindirecek teşvik…”
Peki bununla öyle reklamının yapıldığı gibi bir sanayi hamlesi başlar
mı?
İstihdam coşup işsizlik azalır mı?
Dış ticaret açığı daralır mı?
Hayır.
Eh, hele seçim üzeri bu desteklerle şu şu yatırımların önü açılsın,
fabrikalar kurulsun, çarklar dönmeye başlasın, işçiler tezgah başına
koşup üretilen mallar da pazarını buldu mu; neden üç beş sene içinde
bunun hasenatını görmeyelim ki?
Tabii ki bir kımıldanma olacak…
Olacak da, her yıl yüz milyar dolara varan dış ticaret açıkları yanında
bu “kımıldanmanın” ne kadar esamisi okunacak orasını Allah bilir.
*
Türkiye neredeyse 1960’lı yıllardan bu yana teşvik uygular.
Bu teşviklerin çoğu da doğu-güneydoğu’nun kalkınması için düşünülmüştür.
Ama şimdi oralardan batıya doğru göçe ve onun somutlaşmış şekli olan
batıdaki şehirleşmeye bakıldığında görülüyor ki verilen teşviklerle
oralarda kalkınma falan olmuyor.
Olan da, olsa olsa bu teşviklerden bir şekilde yararlananların biraz
para yapıp kapağı batıya atması.
Yapacaksan devlet eliyle yapacaksın oralara yatırımını…
Ve sonra dönüp satmayacaksın, kapatmayacaksın ki çark oralarda dönsün,
insanlar oralarda iş bulsun.
Teşviklerin başarısızlığının bir göstergesi de Türkiye’nin giderek
üretimsizleşmesi, ottan ete, oradan sanayi ürününe kadar pek çok tüketim
malını ithal ediyor hale gelmesi, kendi ürettikleri içinde de büyük
ölçüde ithal girdiye gerek duyması.
Yani bu iş bir türlü istenilen sonuçlara ulaştırılamamış bizde.
Neden peki?
1.Eğer “piyasa” düzeninde iseniz; teşvik, ufak bir gayretle devreye
girebilecek yatırımlara yapılır.
Eğer “piyasa”da yaşama şansınız yoksa, rakipleriniz sizden daha
deneyimli, enternasyonel, daha güçlü ve sizden daha ucuza mal
verebiliyorsa, istediğiniz kadar teşvik görün; asla başarılı
olamazsınız.
Bu durum, aynen motoru arızalı kamyonu bir yere kadar itmeye benzer.
İtmeyi bıraktığınız anda olduğu yerde kalacaktır. Çünkü kamyonu götüren
onun kendi iç dinamiğidir. Arkadan ittirmenin hükmü ancak itmeye devam
edebildiğiniz sürecedir.
Atalarımız da “taşıma suyla değirmen dönmez” dememişler midir?
Eğer başka nedenleriniz de olup “Ben bunu ille de yürüteceğim” derseniz;
yani verdiğiniz ilk destekten sonra o yatırım hala kendi gücünü yaratıp,
kendisini o piyasanın koşullarına uyduramamışsa, belli bir süreden sonra
artık sizin verdiğiniz teşvikler “sübvansiyon”a dönüşür.
Yani “Her ne bahasına olursa olsun, kar da etse zarar da etse ben bunu
ayakta tutacağım” demeye.
Ayakta tutarsınız ama zararına da katlanırsınız.
Bu ne zaman doğrudur?
Eğer o yatırımınız stratejikse yani ülke ekonomisine gerekli ise,
yapılacak üretimin milli olması lazımsa.
Çünkü böyle bir yatırımı yaşatmadığınızda ülke olarak ekonomik ya da
siyasi zararınız daha büyük olacaktır.
2.Stratejik sektörlerin teşviki de dahil, bütün teşvikler aslında bir
makro ekonomik hesaba, daha doğrusu ciddi bir planlamaya göre
yapılmalıdır.
Çünkü ekonomi gibi sayısız işletmenin bulunduğu, bunların hepsinin
doğrudan ya da dolaylı bir birinden etkilendiği bir ekonomide, eğer
maksadınız “birilerini” değil de “ekonomiyi” kalkındırmak, o ekonomiyi
geliştirmekse, tabii ki uygulanacak teşviklere karar verilirken mutlaka
çok geniş makro analizlerin yapılması, ihtisas kadrolarının uzun süre
bunun üzerinde çalışması, doğru istatistiki verilerin olması ve
değerlendirmesi gerekir.
Sonra da makro ekonomiye bir bakış açınız, felsefeniz önemli bu işlerde.
Çünkü bütün bu çalışmalar ekonomiye genel bir bakış açısı olmadan, bir
onu bir bunu seçmekle asla kendi içinde uyumlu olamaz, bir birini
tamamlayamaz.
Bu da tabii ki ekonomiye bakış açınıza yani eğer varsa; bu konudaki
“vizyon”unuza bağlı bir şey…
Ekonomiye sadece “piyasacı “ esnaf gözüyle bakar, “biz liberaliz,
pazarımız dünyanın bütün satıcılarına açıktır” derseniz, iyi ve ucuz
olan ne varsa memlekete ithal edilsin, halkımız devri iktidarımızda
mutlu olsun derseniz, devlet işletmeci olmaz derseniz, zaten bu
anlayışla ne planlama olur ne doğru anlamıyla bir teşvik.
Siz hem “ben piyasaya devlet müdahalesine karşıyım, devletten işletmeci
olmaz” der, olanı da acımam, ucuz pahalı satarım” derseniz, sonra dönüp
de şu falancanın özel yatırımını yine devlet imkanları ile güçlendirelim
demeniz yaman bir çelişki yaratmaz mı?
Çünkü bir işi devletin “yapmasıyla” devletin “yaptırması” arasında fark
olabilir mi?
Dolayısıyla, bir siyaset hem piyasacı olup hem birilerine devlet eliyle
ve üstelik firma ve proje seçerek destek veriyorsa orada, bir makro
ekonomik tavırdan çok siyasetin olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu nedenle, bir “makro ekonomik plan” açıklanmadan, böyle genel bir
tavır değişikliği olmadan ilan edilen teşvikler, olsa olsa;
Ya “yatırımcısının tek başına giremediği ticari riske devletin ortak
edilmesidir,
Ya da bazı kesimlerin zaten para kazanabilecek olan yatırımına ve
dolayısıyla sermayesine bir de devlet katkısı.
Veya şu da düşünülmelidir: aslında ortada fazla bir şey bile yoktur da;
“bakın memlekette daha ne yatırımlar olacak, istihdam artacak” türü
propaganda.
*
Türkiye; şu günler itibariyle verdiği yüksek dış ticaret açığı
karşısında, borçlarını çevirebilmek ve artık zorunlu hale gelmiş
ithalatını karşılayabilmek için her yıl şu kadar dövize ihtiyaç duyar,
halkın en acil ihtiyaçları olan gaza, mazota, elektriğe zam yapar;
bütçesi yetmediği için yatırımlarını “yap-işlet diye özel sektöre
yaptırıp insanları onların müşterisi haline getirir iken, çok bellidir
ki aslında öyle ciddi bir sanayi hamlesi yaratacak teşvikler verme
şansına sahip değildir.
Zaten bu teşviklerin önemli bir kısmı, “sen yap vergi almayalım” “sen
iste sana kamu hissesini de devredelim” türü teşviklerdir.
Hele şimdiki pakette de bazı kamu işletmelerindeki payların devri, kamu
arazi tahsisi gibi “teşvik”ler olduğu düşünülürse, burada devletten özel
sektöre bir kaynak transferi olmadığı, hatta hatta bazı devir ve
satışlarla devlete bazı kazançlar yaratma gayreti olduğu bile
görülecektir.
Türkiye ekonomisi gerçekten şu anda “Had safhada” bir sıkıntı
içerisindedir .
Bu durumun çoktan beridir yaşandığı ve kolay kolay sonlanmayacağı
düşünülürse, ekonomi çok ciddi, genel, yapısal bir planlama ve
düzenlemeye ihtiyaç duymaktadır.
Bu ihtiyaçların başında da, öncelikle dış ilişkilerden başlamak üzere
pazar şartlarının düzeltilmesi gelir.
Çünkü şimdi görüldüğü gibi, dış pazarınız yoksa satamazsınız,
satamayacaksanız yatırım yapamazsınız. Yatırım yapamazsanız üretim
olmaz. Üretim olmazsa istihdam olmaz, ticaret ve cari açığınız zaten
düzelmez.
Dolayısıyla ekonomi şişesinin dar boğazı “dış pazar”dır.
Bu günkü siyaset,
-Günlük sıkıntıları aşmak uğruna her an başka bir malın ithalatına izin
vermekle,
-Yabancı sermaye girişini sağlayabilmek için yabancı yatırımcıları
ekonomide söz sahibi etmekle,
-Harcamalarına kaynak yaratabilmek için kamu iktisadi teşebbüslerini
elden çıkarmakla;
Ne yazık ki piyasaya yön verebilmekten, yatırımcıya ve üreticiye güven
vermekten hayli uzak düşmektedir.
Hukuk düzeni ve idari istikrar bir yana; piyasaya kimin ya da hangi
malın ne zaman ve ne fiyattan gireceğinin kestirilemediği, ekonomi
yönetiminin bütün bunlar için bir “genel plan” koyamadığı böylesi
durumlarda ne yazık ki adına “teşvik” denen uygulamalar, bu ekonominin
doğru yönde ve hissedilebilir ölçüde ilerlemesine çare olamayacaktır.
Aslında dış ve iç politikada belirli bir yumuşama; hukuksal güven, hatta
sosyal yaşamda sıkıntı yaratan bazı olaylara set çekmekle hafif bir
iyileşme yaratılması dahi pek fazla kaynak bile gerektirmeden yatırım
iklimini geliştirebilir.
Bu durum, sadece turizmde bile ciddi bir fazla yaratabilir.
Örneğin tarımsal ürünlerde ve hayvancılıkta vaad edilecek bir fiyat
istikrarı kararlılığı bile üretimi de bunlara bağlı istihdamı da
yükseltebilecektir.
Ama dedik ya, “teşvik” ya da “tedbir” deyince bütün bunların hepsini bir
arada düşünmek, seçilmiş bazı yatırımları değil milli ekonomiyi
rahatlatma niyet ve şartıyla…
|
|