HAYDİ GELİN ŞU MEMLEKETTEKİ
İŞSİZLİĞE ÇARE BULALIM DESEK


Artık çenemize vurdu ya, konuşuyoruz:
Tut ki “ben bu işsizliğe çare bulurum” dedin.
Ne yapacaksın?

-Bak anlatayım; bu memlekette şu kadar patron var mı, var…
Bunların her biri teşvikle meşvikle üçer, bilemedin ikişer tane adam alsa yanına, bu iş önemli ölçüde sorun olmaktan çıkmaz mı?

-Ne yapacak bu adamlar alındıkları işte?
-Ne mi yapacaklar? Çalışacaklar tabii…
-İyi de oralarda zaten o işin gerektirdiği kadar eleman yok muydu?
-Vardı…

-O halde senin istediğin şey, o birer ikişer işe alınsın dediklerinin girdiği iş yerinde “çalışır” gibi yapmaları, işe alanların da onları çalıştırır gibi yapması yani…
Çünkü bu durumda ne üretim artacak ne milli gelir.
İktisat kitapları bunun için “gizli işsizlik” diye yazar mesela.
Düşünsene, vazgeçip adamı işten çıkarsan yine işler aksamaz.
Yani senin anlayacağın, “boş gezdirmeyip boşa çalıştırmak”denebilecek durum….

*
-Peki, o zaman şöyle yapsak:
İyi kötü sermaye sahibi olanlarla bankalardan kredi bulabilenler kaç kişi bu memlekette?
Onlar da çoook değil mi?
Şimdi bunlar diyorum; o yanlarına alacakları ikişer üçer adam için birer de tezgah kursalar, yani senin demin ne yapacaklardı ki dediğin sıkıntıyı çözmek için mesela…
-Haydi şimdilik buna o kadar itiraz etmeyeceğim, senin dediğin gibi olsun; ve diyelim ki memlekette bir milyon kişiyi ikna ettik, kredi verdirdik ve bir şeyler üretecek tezgahları kurdurduk; veee memleketteki işsizlerden iki milyonunu işe aldık.

Üretim yapılıyor mu bu durumda?
-Yapılıyor tabii, neden olmasın? Yatırım da var, çalışan işçi de, üretim de…
Peki, o malın sadece üretilmiş olması yeter mi bu çarkın dönmesi için?
Öyle ya, diyelim ki ayakkabı ürettin…
Fazladan ürettiğin bu ayakkabıları satabilecek misin?

-Niye satmayayım? Benimkiler ayakkabı değil mi?
-Tamam ayakkabı da, sen bunları ürettiğinde piyasada zaten yeteri kadar ayakkabı varsa, hatta ithalatı serbest olduğuna göre, ha dediğinde Çin’den bir milyar çift daha ayakkabı gelebiliyorsa memlekete, piyasada fazladan bir talep doğmadıkça senin fazladan üretiminin satış şansı olabilir mi?

-Ama ben de ucuz verir satarsam?
-Peki, diyelim ki sen fiyatı yarıya indirdin ve hepsini sattın; ama ülkede ayakkabı ihtiyacı aynı kaldığına göre ayakkabıyı sen satmaya başlayınca diğer ayakkabıcılar satamayıp dükkanı kapatacak, bu sefer de onların işçileri sokağa terk edilmeyecekler mi?
Daha doğrusu, "pazar" ya da piyasadaki "talep" sabitse, -el mahkum- toplam satışlar da sabittir.
Eski satıcılar satarsa sen satamazsın, sen satarsan eski satıcılar satamaz batar. Ekonominin dengeleri işte öyle bir şey…
Dolayısıyla yeni bir pazar imkanı yoksa, yeni üretim de olamaz. Üretsen de elinde kalır, tıkanırsın."
Yeni üretim olmayınca da zaten istihdamda artış olamaz.
*
-Dur bir dakika, buraya kadar hep itiraz ettin ama şimdi bir çıkış yolu daha buldum:
-Nedir o? Ayakkabı ithalatını bir şekilde yasaklayıp iç pazarı sadece bizimkilere mi bırakacaksın?
-Onu yapamıyorum ne yazık ki. Malum, biz liberaliz. Her yerden her şey alabiliriz… sonra karşılıklı ticaret de yapıyoruz. Bu olsa iyi olurdu ama olamaz. Bu durumda İthalatı yasaklayamayız ama biz de ihracata yükleniriz.

-Galiba çözüme biraz yaklaşıyorsun; Patrona sermayeyi, işçiye işi buldun, ürettin de... ama içeride satamadığın malı; dışarıya nasıl satacaksın?
-Nasıl olur mu?Herkes nasıl satıyorsa ben de öyle satarım.
-Söyle bakalım o zaman;
Diyelim ki işi kuracak parayı yatırdın, atölyeleri çalıştırdın, işçiler de bir süre paralarını aldıkları için memnun ama depolar ayakkabı doldu.

Haydi satılıp satılamayacağını bilemediğin halde umutlandın, inatlaştın ve bir süre üretime de devam ettin, sonunda sermayeyi depolardaki mala yükledin, Nasıl çıkacaksın dış piyasaya? Pazarlarda tezgah açarak mı?

Bak bir malı dışarıya satabilmek için önce rakip ülkelerin üreticilerinden daha uygun bir malın olacak.
Hani demin iç piyasadaki Çin malları konusunda rekabet edemediğini kabul etmiştin ve o zaman da ihracat yaparım diyordun ya, yani içerideki müşteri sonuçta Çin-min demiyor adamların malını alıyordu; şimdi söyle bakalım, aynen futbol maçında olduğu gibi; sen daha kendi sahanda yani kendi iç pazarında Çinli ile rekabet edemiyorsan dış pazarlarda nasıl edeceksin?

İkincisi, bu iş semt pazarında terlik satmaya benzemez.
Uluslararası pazarlama zaman alan bir iş. Önce o ülkelerin pazarlarını tanıyacaksın, sonra bir yandan malının tanıtımını yaparken bayilik ilişkilerini kuracaksın… Hele satacağın şey ayakkabı gibi bir şey değil, örneğin elektrik süpürgesi falan gibi bir sanayi ürünüyse bunun servisini kuracaksın falan filan… yani en az 2-3 yıllık bir süreç.

Peki, sen kendi iç pazarında kendini ispatlayıp ayaklarının üzerinde durmayı beceremeden doğrudan dış pazara nasıl, hangi büyük yatırımla gireceksin ki? Örneğin bu iş üç yıl alacak olsa, ürettiğini içeride bile satamadan çarkı çevirmen, işçiye para ödeyebilmen mümkün mü?

Ha bir de şu üçüncü şartı var işin. Üstelik bütün bunları göze alsan bile “takılabileceğin” en büyük engelin:
Tut ki bu anlattıklarımın hepsini yaptın, piyasanı oluşturmak için üç sene yurt dışında çalışmalar da yapacaksın…
Şimdi şunu söyle bakalım; senin ülken çevresindekilerden başlamak üzere önüne gelene bir “heeeeyt” çekip Osmanlı ağzıyla “Sen ki…” diyerek onları kendince küçük görüyorsa, bu tavırlar-bırak oralardaki hükümet yetkililerini- oraların insanlarında bile sana karşı derin bir olumsuzluk yaratıyorsa niye gelip senin malına müşteri olsunlar?

Sen hiç mahallende sana selam bile vermeyen, sana yukarıdan bakan o nemrut bakkaldan alışveriş ediyor musun mesela?
Mesela biz bir zamanlar Hollanda'ya kızınca Hollanda'nın; Fransa'ya, İtalya'ya kızınca asla bunların mallarını almayalım diye neden kampanyalar açtık?
-…….?

Unutma, senin sokaktaki işsizinin istihdam şansı, öyle sadece adamı bir şekilde işe almakla, yatırım yapmakla, hatta üretebilmekle bile kolay kolay açılamıyor. Çünkü iş bir süre yol alabilse de, gelip gelip satışta, o satış da dış ilişkilerde tıkanıyor.

Türkiye; istihdam şansının önünü, içerdeki yanlışlıkların yanı sıra büyük ölçüde son yıllardaki dış politika gerginlikleriyle tıkamıştır.

Önce dış pazarlar kaybolmuştur.
Dış pazarın kaybolması, ihracata çalışmayı sınırlamıştır.
İhracat daralınca ihracat için üretim, üretim daralınca sokaktaki insanımıza iş verme şansı daralmıştır.
Hem biliyor musun, bir malın ihracatının gerilemesi, üretim ölçeğinin daralması, o da birim maliyetlerin yükselmesidir ki oradan da bir darbe yersin ve rekabet şansını biraz daha kaybedersin.

Şimdi işsizliğe “çözüm” diyorsan, belki ne ilgisi var diyeceksin ama; önce dış politikan değişecek, sonra o kaybettiğin pazarları yeniden ayaklandırmaya, diriltmeye çalışacaksın, o pazarlardan talep gelince de yatırıma girecek, insanlara iş verebileceksin.

Unutma; bir kişinin iş bulabilmesi için onun her zaman bir işverene, işverenin de her zaman, ürettiği malı satabileceği pazara ihtiyacı vardır.
İstihdamı belirleyen pazar şansıdır.
Pazar yoksa iş de yoktur.

"Önce adamları işe sokalım gerisi kolay" demek; olsa olsa, atı arabanın önüne değil arkasına koşmaktır unutma bunu.