|
ÜRETİMSİZLİK, TÜKETİCİ KREDİLERİ VE
"AH BU FAİZLERİN GÖZÜ KÖR OLSUN" MU?
Şöyle memleket ölçüsünde düşünürsek halkımız “faiz”den çok dertli değil
mi?
Nedeni parasızlık tabii…
Hani şu para bir taraftan gelip bir taraftan gitse faizin kaça vurduğunu
mu düşünür kişi?
Asla…
Hatta paran çoksa, borcun bile olmaz ki faizin olsun da dertlenesin.
Çünkü “faiz” denen olgu, parası olmayan adamın bunu birisinden
ödünçlenmesinden doğmakta değil mi?
Siyasette “Ben faize karşıyım” demek de aslında; “bu acıtıcı ölçüdeki
faizin temelinde yatan parasızlığı örtbas edip dikkatleri başka tarafa
çekmekten başka bir şey olabilir mi?
Bir düşünsenize;
Devir “küresel ekonomi devri”, piyasa “liberal piyasa”dır …
Dolayısıyla memlekette ne ararsan var. Elindeki telefonun bir yeni
modeli mi çıktı, hop ertesi gün burada. Yeni bir otomobil mi üretildi,
bastır parayı al arabayı…
Hani o “yorgan-ayak” hesabını umursamayanlar diyorlar ya:
“İnsanlar iyi şeylere layıktır; var mıydı Cumhuriyet kurulurken, İkinci
Dünya Harbi sürerken memlekette böyle şeyler!”
İnsanlar, biraz da küresel kapitalizmin itelemesiyle öyle her türlü
tüketime yönlendiriliyor ama bizde bir şey noksan:
Bunlara verilecek para!
Peki o iyi(!) şeyleri alabilmek, hatta bu milletin yarısından fazlası
için “karın doyurabilmek” nasıl olacak?
Tabii ki “borçlanarak”
Yani cebinde olmayan parayı, olandan ödünç alarak değil mi?
Ve her şey gibi bu ödünç alınan paranın kirası olan faizi ödemeye de
katlanarak.
İşsizlik dolayısıyla açlığın, açlık dolayısıyla çaresizliğin
zorlamasıyla gidip almışsan bu ayrı bir fasıl, ona diyecek yok ama;
Durup dururken İlle de borçlan diyen var mı peki?
Yok
Sen borçlanmazsan ya da borçlanmak zorunda kalmazsan yüksek faiz gibi
bir derdin olabilir mi hiç?
Olamaz tabii…
Demek ki mesele faiz değil, faizle borç para almak, daha doğrusu,
“borçlanmak gereksinmesini duymak”.
O zaman, ister geçim derdinden isterse tüketim hevesinden borçlanmışsan;
durup durup “Kahrolsun şu yüksek faiz” mi demeli; yoksa, kahrolsun bizi
bu parasızlığa, el alemin parasına mecbur edenler mi?
Devlet neden borçlanma, sonra da faize katlanmak durumuna düşer?
Kazanamayan ekonomiden istediği vergiyi toplayamadığı için değil mi?
İnsanlar neden borçlanır ve bir de o yüksek bulduğu faizi öder?
Bu ekonomide yeteri kadar kazanamadığı için değil mi?
O zaman faizin gerisinde yatan ne?
O geride yatan "neden"i gözardı edip "sonuca" karşı olmanın anlamı var
mı?
*
Türkiye; sermaye birikimi zayıf, şu son zamanlardaki haliyle de üretimi
kendini geçindirmeye yetmeyen bir ülke ne yazık ki.
Giderek daha fazla borçlanıyor apaçık.
Ama birilerine sorarsanız bu borçlar başkalarınınkinin yanında az bile.
Düşünsenize, bir kere üretiminiz tüketiminize yetmiyor.
Sırf 2017 yılının 12 ayı içerisinde bu ülke dışarıya 142,5 milyar
dolarlık mal satabilirken 198,6 Milyar dolarlık mal alarak bir yılda tam
56,1 milyar dolar ticaret açığı veriyor.
Yani aradaki 56,1 milyar dolarlık ticaret açığı kadar malın bedelini, ya
o giderek azalan sermayeden yiyerek ya daha fazla borçlanarak
karşılıyor.
O ticaret açığını yaratan malın içerisindeki işçilik payını yabancı
işçilere; sanayicinin, üreticinin payını yine satıcı yabancı ülkenin
sanayicisine, üreticisine ödüyor bir yandan da.
Sonra?
Üretmediğin malı gidip ondan satın almayacak mısın?
“-Evet ondan”
Üretip kazanamadığın için olmayan paranı nerden bulacaksın peki?
“-Yine ondan”
O zaman adama demezler mi “peki şikayetin ne” diye?
Ne diyeceksin?
“Malı kaça satarsa satsın alırım ama bana parayı ucuza versin”
İyi de “para” da bir tür “mal” ve faizi de onun “kirası” yani
kullandırma bedeli değil mi?
İçeride ya da dışarıda; sen birinden ödünç para isterken ya da
kibarcasıyla “kredi kullanırken” mesela bunu bana piyasa fiyatından daha
aşağıya ver diyebilir misin?
Zaten bu piyasa fiyatını, yani faizi yükselten de senin büyük bir
arzuyla ona talip olman ya da çaresizliğin değil mi?
Faiz ya da fiyat, ben “Almıyorum” dediğin zaman mı düşer, ben bu
fiyatlara karşıyım demekle mi?
Bir düşünsene.
*
Sonuç olarak:
Türkiye, “üretimsizliği” ile hızını kesemediği “tüketme ihtiyaç ya da
hevesi” arasında sıkışmış bir ülkedir.
Satıp savıp sermayeden yemesi ile bile kurtulamadığı bu dengesizlik
nedeniyle; hem ülke, hem bu ülkenin önemli bir kesimini oluşturan
sıradan yurttaşlar olarak giderek yükselen faizlerle karşı karşıyadır.
Para ya da alıcısının dilinden söylersek “kredi” bu küresel düzende
küresel para piyasasının dengelerine göre fiyatlandırılır.
Bilirsiniz, Amerika’da tahvil faizleri bir gıdım artarsa bizde
dövizinden tüketici kredisi faizine kadar her şey artar.
“Bu fiyatlar”, taşınan risk dolayısıyla zayıf ekonomiler için de, o
zayıf ekonomilerde yaşayan insanlar için de başkalarından biraz daha
fazla artar.
“Bu fiyatlar” Ekonomide üretkenlik ve milli gelir artmayıp aksine
düştükçe her gün biraz daha yükselir.
Ödünç paranın faizi, asla ona karşı çıkmakla düşmez, aksine bundan
tedirginlik duyacağı, geri ödeme konusunda sıkıntı olduğunu hissettiği
için “para” daha da fiyat yükseltir.
Faize karşı çıkmanın yolu, onu kötülemekten değil, ona muhtaç olmamaktan
yani borçlanmaya ihtiyaç duymayacak hale gelebilmekten geçer.
Faize karşı olan, her şeyden önce borçlanmaya, hele hele gereksiz
harcamalar yüzünden borçlanmaya karşı olmalıdır.
Değilse, bilin ki o faize tepki, aslında; üretimsizliği, verimsizliği,
ayak-yorgan dengesini tutturamayıp borçlanma konusundaki çaresizliği
gözlerden ırak tutma, sorunu başka yerde “gösterme” gayretidir.
Kullandığınız tüketici kredisinin faizini yüksek buluyorsanız; bunun
nedeni o paraları satanların koyduğu fiyat değil, öncelikle ülke
ekonomisinin üretimsizliği, sonra bundan size düşen payın
harcamalarınızı karşılayacak ölçüde olmamasıdır, unutmayın.
Bundan sonra biri “faizler yüksek, ben buna çok karşıyım” dediğinde
“Ya bu ülkenin borçlanmasına, ya yabancı paraya olan ihtiyacın
artmasına?
Ya bizim cebimize girmesi gereken ama girmediği için borçlanmamız
gereken parayı arttırmaya ne diyorsun? deyin.
|
|