|
Patronu devlet olunca emeklinin eline
neyin “geçmeyeceği” şimdiden belli değil mi?
“Emek”li deyince benim aklıma hep “verebileceği emeğini vermiş, artık iş
yaşamından çekilmişlik” gelir. Ekonomi denen o kurtlar sofrasında iş
yaşamından çekilmiş olunca da, ücret ya da maaş konusunda “Pazarlık
gücü”nün bitip tükenmiş olması…
Düşünsenize; gençsiniz, çalışma çağındasınız ve belli bir işte
çalışıyorsunuz. Beğenmediğiniz zaman da “bunun karşılığı şu olmalı,
yoksa çalışmam” diyebiliyorsunuz.
Sonra o günler gelip geçiyor ve geliyorsunuz “emekli” çağına.
Farkında mısınız? Çalışma çağındayken; işi, daha doğrusu maaşı
beğenmeyip “istifayı basabilmek” gibi iyi kötü bir seçeneğiniz var ama;
“emekli” olunca öyle bir durumunuz yok.
Daha önce, “devleti bırakır özel sektöre geçerim”, “o patronu
beğenmezsem bu patrona çalışırım daha çok para alırım” diyebilecekken;
emeklilikte artık “tek patronunuz” ya da “geçim kaynağınız” devlet
oluyor.
Daha doğrusu devlet adına o gündeki “hükümet”.
Maaşı artık O’ndan alıyorsunuz, ne verirse pek fazla itiraz edemiyor,
“dur bakalım bu sefer kaç para verecek” demek durumunda kalıyorsunuz.
Yani ekonomik açıdan zorunlu bir “teslimiyet” hali…
*
Bu günlerde bir yılı yaşayıp bir yenisine girmeye hazırlanırken
“emekliler” tatlı bir heyecan içinde: Acaba yeni yılda elime ne geçecek?
“Ellerine geçecek” olan üzerine çalışmalar(!) çok.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun enflasyon oranı tesbit çalışmalarından
başlayın; Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, Hükümetin çalışmalarına ve
“Parti”nin -daha doğrusu genel başkanın- siyasi değerlendirmelerine
kadar “ince ince” pek çok “Hesap” yapılıyor.
Bunun sonucu bu günlerde açıklanacak nasıl olsa ama; biz emeklinin eline
“neyin geçeceğini” olmasa da “neyin geçmeyeceğini” daha şimdiden
söyleyebiliriz.
Özetle:
-Emeklileri sevindirecek bir para geçmeyecek.
-Bu para tutarı ciddi ciddi (!) hesaplanırken de, sonrasında da o “esas
alınan enflasyon oranı” emekli aleyhine çalışacak.
-İleride bir seçim görünüyorsa -ki görünüyor- emekliye bu günden maaş
artışı yapılarak eldeki kozun kullanılması “siyasi israf” sayılacak.
Bu konudaki artış şimdilik düşük tutulacak.
*
Ekonomisi sorunlu, bütçesi açık, işsizliği yüksek olan bizim gibi
ülkelerde; ister devlette isterse özel sektörde çalışıyor olun; “emeğin
karşılığı” her zaman düşüktür.
Bu acı ve açık bir gerçek.
Çünkü her çalışanın hemen arkasında, onun elindeki işte daha düşük
ücretle de olsa çalışmaya can atan büyük kitleler var; “ah bir bıraksa
da o işi ben kapsam” diyor başka emekçiler.
Yani emek piyasasının kendi içindeki keskin rekabet emekçiye patronla
pazarlık şansı tanımıyor.
Başka rakip aramaya hiç gerek yok; o yüksek işsizlik, her zaman için
çalışanların ücretleri üzerinde ağır bir baskı yaratıyor.
Henüz çalışanların bile insanca yaşayabileceği bir ücret alamadığı bir
durumda, artık “emekli” çağına girmiş olanların -ekonomik olarak- bir
pazarlık gücü, “bak şu kadar vermezsen kabul etmem” deme şansı olabilir
mi?.
Asla…
Çünkü emeklilerin artık “patron” bilip kendisinden para bekledikleri tek
kaynak; “devlet” ya da onun adına hükümettir ve hiçbir emeklinin “ben bu
işi beğenmiyorum” dercesine “ben bu emeklilik maaşını beğenmiyorum”
deme, aldığı parayı az bulup itiraz etme imkanı yok.
“Bak seni emekli ettik ama parayı şu yaşına gelmeden alamazsın” denirken
yani günlük deyimiyle “Yaşa takılırken” bile buna bir şey diyebiliyor
musun ki?
Diyemiyorsun.
Dolayısıyla…
Bir kere ekonomik açıdan “edilgen” durumuna düşmüş olan emeklinin eline
onu sevindirici bir para geçmesi beklentisi bu işin tabiatına aykırıdır.
Bu yılbaşında da olmayacaktır.
Peki acaba hiç mi yok; “Bunun istisnaları olabilir mi?” diye soracak
olursanız onları da söyleyelim:
-Birincisi; her şeyden mutlu olmak gibi “kanaatkar” bir dünya görüşünüz
varsa; artış(!) ne kadar az da olsa, “zam zamdır, zaten bu kadarını da
beklemiyorduk, yine de iyi oldu” der sevinebilirsiniz.
-İkinci olasılık; seçimler çok yaklaşmışsa, ileride mutlaka dengelenmek
üzere ve sandığa gitmeye çok az günler kala yine biraz
sevindirilebilirsiniz.
*
Emeklinin eline kaç para geçeceği konusu kitlelere, sözüm ona “mevzuata”
ve o mevzuata dayalı bir sürü tesbit ve hesaplamaya dayanır gibi
algılatılsa da, aslında sonucu belirleyen; ülkenin “düzen”i ve o düzenin
başındaki siyasettir.
O siyaset, pek bir şeyler vermeye niyeti olmadığında önünüze mevzuatı ve
istatistikleri koyar.
Yapamıyoruz, veremiyoruz der de;
“Verilmesinde fayda mülahaza edildiğinde” adına “seyyanen zam” der,
“ikramiye” der, ya da o güne uygun bir isim koyar ve çıkarır verir…
Çünkü geçim ve enflasyon istatistikleri aslında sadece o zamları sınırlı
tutmak gerektiği, neden daha fazla verilmediğini açıklayabilmek için
birilerinin işine yarar da; daha fazlasını vermek “uygun bulunduğunda”
hiçbir anlam taşımaz.
Siyaseten niyetiniz varsa; akşam karar verir, sabah kanunu çıkarır, öbür
gün parayı ödersiniz.
Aslında mesele “bu mevzu”nun bir yerlerdeki akla yatmasıdır.
Akla, daha doğrusu hesaba yattığı anda da o “mevzu” noktasına virgülüne
dokunmadan “mevzu-at” oluverir.
Bu günün siyaset pratiğinde hala “mevzuat” böyleymiş de ondan öyle olmuş
diye gerekçe aramanın bir anlamı var mıdır?
*
Dahası, ileri sürülen bu enflasyon hesapları zaten akla zarar:
Birincisi, sen -en azından- “emeklinin geçim düzeyini korusun” diye bir
enflasyon hesabı yaptırıyorsun; ama o emeklinin her gün daha çok gıdaya,
sağlığa, bakıma ya da çarşı-pazardaki fiyat artışlarına dayalı geçimini
“genel fiyat artışlarına” bakarak korumaya kalkıyorsun.
Neymiş efendim? Pinpon topuyla kuaför fiyatları bu yıl o kadar artmamış.
Yani emeklinin geçim düzeyini koruması için maaşına o kadar da zam
yapmak gerekmez!
Peki emekliler aldığı maaşını daha çok pinpon topuna ya da kuaföre mi
harcıyor yoksa pazardaki domatese, bakkaldaki peynire mi?
Demek ki emeklinin gelirini korumak için yapılacak hesaplarda “genel
enflasyon oranı”nı değil, emeklinin filesindeki enflasyonu hesaplamak
gerekiyor.
Enflasyon hesaplarının kullanılmasında “akla zarar” ikinci uygulama,
“geçmiş enflasyon”a bakıp gelecekteki maaşı belirlemek.
Örneğin diyorlar ki; 2017’nin son altı ayında fiyatlar yüzde 4 artmış ve
100 liralık geçim düzeyi 104 liraya yükselmişse biz de 2018’in ilk altı
ayı için emekliye 100 yerine 104 lira verelim ve böylece gelir düzeyini
koruyalım.
İyi de enflasyon gün be gün yükselişte iken 2018’nin ilk altı ayındaki
fiyatların örneğin yüzde 5 artacağı ayan beyan ortadayken sen emekliye
2017 enflasyonuna göre 104 lira verirsen aslında onun geçim düzeyini
düşürmüş olmaz mısın?
Adam 2018’de aynı mala 100 yerine 105 lira ödemek zorunda kalmayacak mı?
Peki şimdi bu hesaba göre emeklinin geçimi ileri mi gitti geriye mi?
*
Bu düzende emeklinin kendi çıkarını savunabilmesi -en azından geçim
seviyesini koruyabilmesi- için yapacağı tek şey; ekonomik değil ama
“siyasi” gücünü kullanmasıdır.
Çünkü, emeklinin emekli olmakla kaybetmediği tek gücü seçimlerde
kullanacağı oyudur.
Oy’un emeklisi-emeksizi yoktur.
Bunu çok iyi bilen siyasetçi, emekliye vereceği parayı tam seçime
girerken verip onun oyunu almayı planlar da; o emekli kendi arasında
örgütlenip bu oyunu bozmazsa geriye yapacağı fazla bir şey kalmıyor.
Bozarsa böyle bozar, bozmazsa ne diyelim?
|
|