|
Vergiler arttırılırken bir düşünelim:
“Vergilendirilmiş kazançlar kutsal mı?”
Mutlaka siz de görmüşsünüzdür;
Kimi maliye binalarının duvarında şöyle bir söz yazılıdır:
“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır”
Bazen bunun Atatürk’ün bir özlü sözü (vecizesi) olduğu da düşünülür
fakat öyle değildir.
Kaynağını bilemeyiz; bilinen o ki Gelirler Genel Müdür Yardımcısı
Erdoğan Nirun dönemi uygulamalarındandır.
Son günlerde vergilerde artışlar ciddi biçimde tartışılırken o konuyu da
açalım istedik.
*
Bu, belki insanları inançları üzerinden de etkileyip daha bir gönül
rahatlığıyla vergi ödemelerini sağlayabilmek için düşünülmüş bir yöntem.
Peki, acaba yazıldığı gibi; her vergilendirilmiş kazanç gerçekten de
“kutsal” olabilir mi?
Buna doğrudan ilgili “mevzuattan”, bizim vergi kanunlarının bir hükmünü
aktararak cevaplandıralım:
Bu işleri düzenleyen Vergi Usul Kanunu’muzun 9. Maddesi şöyle:
“…Vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasak edilmiş bulunması
mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz.”
Günlük dilde söylersek: “Yasa dışı işlerden elde edilen kazançlar da
vergiye tabidir”
Ya da tersinden söyleyelim: “Bir kazanç vergilendirilirken onun yasal
olup olmadığına bakılmaz, yakalandığında; suç işleyerek, sahtekarlıkla,
yolsuzluk yaparak da olsa bu işlerden kazanılan para üzerinden de vergi
alınır ve dolayısıyla bir kazancın vergilendirilmiş olması asla onun
yasal bir kazanç olarak kabul edilmesini gerektirmez.
Dolayısıyla kutsallaştırmaz da.
*
Bire-bir örtüşmez ama anlatırken aklıma geldi:
Aydın Doğan 2005 yılı beyanı dolayısıyla “Vergi şampiyonu” olunca,
dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “Gelir vergisinde Türkiye’nin ilk
beş rekortmenine "yerinde teşekkür ve ödül" uygulaması başlattık demiş
ve daha sonra yanına üst kademe yöneticilerini de alıp “şampiyon”la
birlikte yemek yemişlerdi.
O sene bu tertipten sıralamadaki ilk beş ödüllendirmiş; olaydan sonra
Gelir İdaresi Başkan Vekili Osman Arıoğlu, "Böyle bir uygulamaya ilk kez
yaptık. Bundan sonra da Türkiye rekortmenleri listesinde ilk 5’e
girenleri Maliye Bakanı bizzat “evinde”, “işyerinde” ziyaret ederek hem
teşekkür edecek hem de ödüllerini verecek" demişti.
Buraya kadar gayet güzel, üstelik duvardaki yazıya da pek uygundu ama,
sonraki yıllarda bu “şampiyonluk” payesi genelevler patronu ünlü Matild
Manukyan’a geçmesin mi?
Peki, bu durumda sayın bakan ve bakanlığın üst yönetimi, kendi
aralarında alıp kamuoyuna da açıkladıkları o “karara” göre Manukyan’ı
“evinde” ya da “iş yerinde” ziyaret edecek, orada birlikte yemek yiyecek
ve kendisine bu kutsal kazancının vergisinden dolayı medya huzurunda
ödüllendirebilecek miydi?
O yıllarda ne gazetelerde ve ne televizyonlarda bu konunun nasıl
çözüldüğü konusunda bir haber çıkmadığı için gerçekte ne olduğunu pek
bilemiyoruz.
Ama bizde hemen her konuda çözümler üretilebildiği için bu “mesele”nin
çok geçmeden beyan sistemi değiştirilerek “halledildiğini” anımsıyoruz.
*
Gelelim işin özüne:
1.Vergi; kazançlardan, tüketimden, servetler üzerinden devletin
“ağırlığını kullanarak” aldığı pay olduğuna göre “vergilendirme”
birilerinin parasını kutsallaştırmaktan çok devletle özel kesim
arasındaki “paylaşım” olayıdır.
2.Bu paylaşımda devletin “aldığı” pay hiçbir zaman “vergi sonrası”
gelirin yani sahibine kalan kısmın kutsallaşmasını sağlamaz.
Eğer sağlayabilseydi, yukarıda anlattığımız olay bir gelenek diye
başlatılıp hemen ertesi yıl vazgeçilmez, “gelenek icabı” o bir sonraki
vergi şampiyonunun “işyeri” ziyaret edilip birlikte anı fotoğrafları
çektirilir, medyaya servis edilirdi.
Dolayısıyla birileri bu işlerden kendilerine pay çıkarmamalı.
3.Türkiye, şimdiki zamanımızdaki “fevkalade” kırılgan siyasi ve ekonomik
yapısı dolayısıyla görünen-görünmeyen, bilinen-bilinmeyen hiç umulmadık
yerlerden pek çok “kazanç şampiyonları” çıkarmaktadır.
Malum, dolar milyarderleri sayımız hızla artmakta olup pek çok büyük
ülkeninkilerden de “ziyade”dir.
Bu “kazanç şampiyonları”nın -kanunlar herkese aynen uygulanır dense de-
“ancak” bazılarının vergi sıralamalarına girdiğini görmekteyiz.
Üstelik dikkat edilirse bir şekilde “vergi şampiyonluğu kayda geçmiş”
olanlardan pek çoğunun bile ödedikleri bu büyük vergiler dolayısıyla o
“kutsal” taraflarını pek göstermek istemedikleri bilinen bir gerçektir.
Örneğin 2016 dönemi için 2017 yılında belirlenen listelere göre ilk 10’a
giren “kutsal”lardan beşi yani yarısı ülkemizin isminin açıklanmasını
istemeyen “vergi” -ve dolayısıyla kazanç- şampiyonlarıydı.
Bu hal kazançları dolayısıyla bir utangaçlık mı, yoksa büyük bir tevazu
mu acaba?
4.Vergi’nin kutsallıkla birlikte anılmasının yarattığı bir başka “olgu”
ise, insanların bu resmi kutsallıkla “kendi kutsallarını” kıyaslamaları
durumunda bazen ağırlığın resmiyetten “diğer” alanlara kayıyor
olmasıdır.
Öyle ya, birileri de kendi kutsalına göre yaptığı ya da yapacağı
herhangi bir “hayır hasenat”ı öne çıkarıp, bunları öne sürerek devlete
ödemediği vergiler konusunda çevreye kendisini haklı ya da mazur
göstermek isterse ne diyebileceğiz?
Toplumumuzda gerçekten bu yönde güçlü bir eğilim yok mu?
5. Demek ki, bir modern toplumda “vergi” konusunda asıl “belirleyici”
devletin kendisi olmalıdır. Hatta bu yönüyle bir nazire yapacak olursak,
bu iş “vergi” falan da değil “algı”dır. Çünkü devlet kimsenin vermesini
beklemez,
İster ve “alır”.
Ancak bu iş yapılırken üzerinde en fazla duyarlılık gösterilmesi gereken
konu, “ben devletim, istiyorum, o zaman verin” demek değil; mümkün
olduğunca kararlı bir uygulama göstermek, toplumun ekonomik güçleri
farklı kesimleri arasında denge gütme ve mutlaka “denetim”dir.
Bunlarla birlikte; toplanan verginin yerinde kullanılıyor olması ve bu
kullanımın yurttaş nezdinde kabul görmesidir.
İnsanlar içlerine sindiremediği vergiye doğal olarak direnç gösterirler,
bu da uygulamayı zora sokar.
6. Mutlaka karşı çıkılacaktır ama şu bir matematik gerçektir: az ya da
“çok vergi” yoktur; az ya da “çok vergi yükü” vardır.
Kısaca açıklayalım:
Vergi, devletin yurttaştan aldığı ve yine yurttaşı için harcadığı
paradır değil mi?
Bir soru daha: “Devlet sizden 1000 lira vergi alıp karşılığında size
1000 liralık hizmet getirdiğinde mi ağır bir vergileme vardır yoksa 300
lira alıp sadece 100 liralık hizmet getirdiğinde mi?
Doğru cevap elbette 300 lira vergi almanın daha ağır bir vergi yükü
getirdiğidir. Çünkü devletle alışverişinizde 200 lira içeri
girmişsinizdir.
Yük denen şey de budur aslında.
Üstelik vergi doğru uygulandığında, gücü olandan alınıp olmayan yararına
harcanmasıyla bir ülkedeki gelir adaletini düzenleyici, “en alttakileri”
kollama imkanı yaratan bir uygulamadır.
Ve bunun yapılabilmesi için tabii ki etkili bir vergilendirme gerekir.
Dolayısıyla, gerçek anlamdaki “vergi yükü”, yani ödenen verginin
ağırlığı, olsa olsa devletin belirli bir kesime aldığından daha azını
vermesi sırasında söz konusu edilebilir.
Oysa uygulamada vergi dendiğinde buna nedense hemen herkes karşı çıkar.
İşte bu özelliği dolayısıyla, vergi konusunda bir şeyler tartışılacak ve
gerektiğinde itiraz edilecekse, öncelikle o vergilerin ağırlığı değil;
kimden alındığı/alınmadığı ya da kimler lehine kullanılıp/kullanılmadığı
konusu tartışılmalıdır.
7.Türkiye, ekonomisinin şu andaki yapısıyla aslında vergilendirmede daha
etkin olmak, daha fazla vergi toplamak ama bu toplanan vergileri de
“mutlaka” ülkenin ve bu ülkenin yurttaşlarının gerçek ihtiyaçlarına
cevap verecek biçimde kullanmak zorundadır.
Böylece, alınması gereken yerlerden alınıp, harcanması gereken yerlere
harcandığında “vergi” her zaman haklı bir uygulama, geniş kitlelerin ve
ülkenin kazanımı olur.
Sonuçta:
"Vergi" İyi kullanıldığında, ne kadar çok alınırsa o kadar da iyidir.
Vergi, devletin piyasayı kendi başına, bırakmamak, onu düzenlemek, dar
gelirli yurttaşı çaresizliğe terketmemek için kullanabileceği en önemli
aracıdır.
Çünkü vergi almayan devlet, Yap-İşlet-Devret modelinde olduğu gibi,
yurttaşına kendisinin götüreceği yol, köprü gibi hizmetleri kendisi
yapamayan, başkasına yaptırıp onun ticari yatırımı haline getiren
devlettir.
Sağlamadığı eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetlerde yurttaşını
piyasaya müşteri olarak "teslim eden" devlettir.
Ve vergilerde ille de bir kutsallık aranacaksa; onun üzerinden alındığı
“kazançta” değil ,devlete kaynak olacak kısmında yani “ödenmiş
vergilerde” bir kutsallık olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
|
|