|
Faizin kaymağı, borçlanmanın kamçısı
ve bu konularda birkaç bakkal hesabı
Yeni açıklandı;
Amerika Birleşik Devletleri’nin borcu tam 20,1 trilyon dolara ulaşmış.
Başkanları Trump “Şu Florida’daki felaketin zararını da buradan
karşılayalım deyip ülkesinin çıtasını şimdi bu rakama yükseltmiş.
Amerika’nın hemen ardından gelen borçlu ülkelere bakılırsa onlarınki de
az-buz değil
Hepsinin borcu da “trilyon dolar” cinsinden:
İngiltere 9,5
Fransa 5,7
Almanya 5,5
Japonya 2,8
İtalya 2,6
Hollanda 2,5 trilyon dolar.
Bu arada Türkiye 405 milyar dolar.
Peki o borçlar tüm dünyada ne kadar derseniz;
2016 sonu rakamlarına göre “Tam 76,8 trilyon dolar.”
Bu borçları alanlar millet millet belli de, dünyadaki milletlere bu
kadar borç parayı verenler kimlerdir, bunların her yılda aldıkları faiz
geliri ne kadardır diye hiç düşündünüz mü?
Haydi hepsini bir arada düşünüp çıkacak rakamların çılgınlığı karşısında
başımız dönmesin; biz sadece kendi rakamlarımız üzerinden gidelim.
:
Türkiye’nin resmi-özel dış borcu günden güne dalgalandığı için kabaca
405-410 milyar dolar arasında geziyor.
Özel sektörün borcu kendisine de, Maliye Bakanı’nın 2017 bütçesini
açıklamalarından öğrendiğimize göre yıl içinde “hükümetin” kendi
borçları dolayısıyla ödeyecek olduğu faiz 57,5 milyar liraymış.
Yani, hükümetimiz kendi geliri ile gideri birbirini karşılayamadığı ya
da vergilerle karşılanmasına pek de bel bağlanmadığı için “birilerine”
bu kadar parayı “al bu da sizin payınız” deyip “faiz geliri” olarak
ödeyecek.
Biraz daha kolayca gözlerimizin önüne getirmek için bölelim bunu 80
milyon yurttaşa:
bebesinden yaşlısına, çalışanından çalışmayanına kadar yılda “her bir
kişi başına” (57.500.000.000,- / 80.000.000=) 718,75 lira düşüyor.
Bir evde beş kişiyseniz, 2017’de ailece ödediğiniz faiz (718,75X5=)
3.593,75 lira.
*
Hesaba göre, sadece devletin bu borçlanmasıyla ortalama beş kişilik bir
haneden yılda 3.593,75 lira çıkıyor ve sessiz sedasız birilerinin “faiz
geliri” haline oluyorsa, bu alemde “emek” ile “emeksiz gelir” arasındaki
dengede ne garip bir açıklık oluşuyor farkında mısınız?
Haydi bunun anlaşılması için de basit bir karşılaştırma yapalım:
Devletin her yıl “vergi almak” yerine “borç alıp” bunun karşılığında
birilerine ödediği 57,5 milyar lira, bir başka açıdan (57,5
milyar/1404,- TL=) tam 40,9 milyon tane asgari ücrete eşit.
Bu parayla da 12’şer aydan yani “kadrolu” olarak (57.5 milyar/12
ay/1.404.-TL=) 3.412.868 kişiyi işe alabiliyorsunuz. Hiç dikkatinizi
çekmiş miydi?.
Ve bunlar çoluk çocuk 4 kişilik bir ailenin bireyleri iseler, yine tam
olarak (3.412.868X4= 13.651.471 insanımızı en azından aç kalmaktan
kurtarıyor.
Eve asgari ücretlik bir gelir sokuyor.
Bu tabloya ne dersiniz?
Hele de, bütün dünyadaki 76,8 trilyon dolarlık borç hacmi göz önüne
alındığında...
Şimdi “Niye bu dediğin yapılmıyor ki?” diyeceksiniz kuşkusuz.
Bunun tek açıklaması var:
Siyaset düzeni ve bu düzenin “erbabı”, her yıl bu parayı
“verebilenlerden” vergi olarak toplamadığı ve onları üzmek istemediği
için “borç adama verilir” ya da “borç yiğidin kamçısıdır” deyip deyip…
(Ama yine de söyleyelim)"
"Her yıl 57.5 milyar liralık kaymağı birilerine, kamçıyı da bu yukarıda
sayılarını verdiğimiz “yiğit” evlatlarına yediriyor."
Birileri borçlanmanın kamçısını yiyen "yiğit"
Birilerine al faizden 57,5 milyarı "ye-git"
*
Kimler peki bu borç alma-verme kaymağını yiyenler?
“Bankalardır”, “bir takım fonlardır”. Ahmet-Mehmet değil diyeceksiniz
değil mi?
Peki onlar kazanmış olsun bu paraları; ama onların ortakları, onlardan
her yıl kar payı bekleyenler kimler?
Son aşamada yine “birileri” değil mi?
Kolaycılık, hesapsız kitapsız ve her gün daha fazla "icraat" hevesi, her
yeni borçlanma, "faizle geçinen" bu kitleyi bile bile biraz daha
genişletmek, kitlesi genişlemese de onların "pay"ını biraz daha
yükseltmek değil mi?
Tamam, kimse kendi parasını bir başkasına bedavadan kullandırmaz.
“Faiz” de bu kullandırmanın “bedel”idir ama, Dünyada devletlerin kendi
harcamalarını toplayacakları vergilerle yani “öz be öz” kendi
paralarından değil de hep birilerinden ödünç alıp onlara yüklü faizler
ödeyerek karşılamaları ve bu işin neredeyse artık geriye dönülmez bir
hal almasında bir büyük çarpıklık yok mu?
"Ekonomi politikası"ndan anlamamız gereken bu mu?
Devletlerin borca batıklığı onların aynı zamanda birilerine kolay ve
ömür boyu garantili bir yaşam fırsatı yaratmıyor mu?
Bu tatlı kazanç biçimi, bu ekonomi politikaları yatırımcıları üretimden
ayırmıyor mu?
Yatırım ve üretim olmayınca, öte taraftan emeğiyle geçinmek durumunda
olan insanlarımız işsiz ve dolayısıyla aşsız kalmıyorlar mı?
Bizim resmi rakamlara göre Türkiye’deki “işsiz” dediğimiz insan sayısı
ile yukarıda verdiğimiz 3.412.868 sayısı arasında enteresan bir yakınlık
yok mu?
Bir tarafta 3,5 milyon işsiz,
Bir tarafta 3,5 milyon işsize asgari ücretten aylık bağlayabilecek kadar
"faiz".
Şimdi bir başka yönünü düşünelim bu işin:
Diyelim ki devlet, ya topladığı vergi kadarını harcıyor ya da harcaması
gereken kadar topladı…
Yani her yıl bizdeki 57,5 milyar lirayı birilerine ödemek zorunda değil.
Ne olur bu durumda?
Birileri her yıl aşağı yukarı bu 57,5 milyar lira parayı alıp yine çıtır
çıtır yiyebilir mi?
Devlet onların ellerindeki paraya ihtiyaç duyup borç istemese, bu
paralar “mecburen” yatırıma, yatırımlar üretime, üretim istihdama
dönüşüp bu nedenle de yatırımın, üretimin ve istihdamın önü açılmaz mı?
*
Maliye ve geri planındaki ekonomi politikaları ne yazık ki bu konuda
“üretimsizliğe” çalışıyor.
Siyaset de, “kendi günlük çözümüne göre kurtarıcı” ama “uzun vadede bu
yıkıcı” kanala düşüyor.
Nereye kadar gider bu iş dersiniz?
Bizim geçmişimize bakarsanız Osmanlı’da çöküşe kadar gitmiş.
Hem de öyle pek fazla uzatmadan, adeta 20 yılda.
1854’de ilk borçlanma başlamış,
1875’de yani bu işlerin yirmi birinci yılında o “cihan imparatorluğu”
tüm cihana “Moratoryum” ilan etmiş; ve ”Ben artık borçlarımı ödeyemeyen
bir devletim” demiş.
Peki ya Dünya’da ne oluyor? diyeceksiniz.
Bu işteki “ekonomik kayıpları” bir yana, bu borç çarkını dahi
“sürdürülebilir kılamadıkları” için geçtiğimiz yıllarda İzlanda, Güney
Kıbrıs, Yunanistan karıştı biliyorsunuz.
Portekiz, İspanya hatta İtalya, Fransa “sırada”ydı.
Şimdi oralarda kim ne yer, ne içer, çarkı nasıl döndürüyorlar pek
bilemeyiz ama giderek büyüyen bu borçlanmaların, borç faizlerinin üst
üste bindiği her bir günün onların boğazındaki ipi biraz daha sıktığı
muhakkak.
Özetle:
Dünyada sadece küresel ısınma” yok.
Bir yandan da “ekonomik ısınma” sürüyor.
Bakalım bu her iki alanda da alttan alta ısınan dünyamızda kurbağalar
durumu fark edip bir ara hep birlikte zıplamaya başlayacaklar mı?
|
|