|
AZİZ NESİN’İN “KAZIK BANA GİRİYOR” HİKAYESİ
VE EMLAK VERGİSİ ÜZERİNE KAVGALAR
Önce, Aziz Nesin’in “Kazık bana giriyor” hikayesini çok ama çok kısadan
hatırlatalım:
Memleketin birinde her şey kendi halinde giderken biri çıkıp bağırmaya
başlar:
“-Kazık bana giriyor, kazık bana giriyor…”
Dönerler bakarlar ama hiç kimse adama giren bir kazık falan göremez.
Bu olay sıradan insanlardan başlayıp zamanla kademe kademe ulemasından
bütün üst yöneticilerine kadar yayılır ve nihayet ülkenin padişahına
dayanır.
Bu sefer o da başlar aynı şekilde bağırmaya; ama yapacak bir şey yoktur.
Başına toplanan ahali “Padişahım bu kazık öyle elle tutulan gözle
görülen bir kazık olmadığından tarafımızdan yapacak bir şey yoktur,
katlanacak ve bizim gibi alışacaksın zamanla…” derler.
*
Lafa neden buradan girdik?
Emlak Vergisi üzerine yapılan tartışmalardan…
Bu “vergi” konusu hemen her zaman tartışılır, hikayedeki gibi “kazık
bana giriyor” denir durulur, sadece itiraz edilir de daha derinine
inilmez.
Tartışmalar ve “itiraz” yanlış yerlerden yapılınca da birileri “elleme
böyle gitsin” der.
Öyle de gider…
Bu konuya biraz derinden girmek gerekirse, tabii ki işin aslını yine
yukarıdaki gibi kısadan da olsa hatırlatmakta yarar var:
1.Vergi, bu düzende devlet işlerinin görülmesi için “mutlaka”
“toplanması” gereken bir paradır.
2.Vergiye “ben bu kadar vermeyeyim” diye itiraz edenlerin, “en azından”
bu toplanan paraların nerelere “israf” edildiğini de izleyip aynı
itirazlarda bulunması gerekir ki bu olgu şu andaki yazı konumuzun
dışında tutulmuştur.
3.Vergi, kendi “verimlilik” ilkesine göre “verebilenden” alınmalıdır.
Aksi takdirde ahalide itirazlar yükselir ve iş ters teper. Ancak
iktidarlar ne yapar yapar bunu “bağırtma noktasına getirinceye kadar”
sıradan insanlara yıkar. Bu durum aslında “muktedir”in yani iktidarın
varlıklı kesime yakınlığından kaynaklanır ve bu işin kitaplarda da yeri
vardır.
4.Vergiler çeşitli açılardan sınıflandırılabilir. Bizim yazı konumuz
açısından önemli olan biri de “nereden ve kimlerden” alındığıdır.
Buna göre vergi:
-Kazanandan alınır, kazananlar denince şirket ve şahısların kazançları
anlaşılmalıdır.
-Servet yani varlıktan alınır. Ev, arsa, araba, gemi, han, hamam, şirket
hisseleri birer varlıktır.
-Tüketimden yani harcamalardan alınır. İçilen su, yenen peynir, dolmuş
parası, hanımın kuaför ücreti, eve alınan buzdolabı falan bu
tertiptendir.
5.Vergi en kolay harcamalardan toplanır. Akşam kanunu değiştirirsiniz,
adam sabah peynir alırken KDV’nin yüzde 8 değil 10 olduğunu görür ama
alışverişten vazgeçemez, o anda vergi de devletin hesabına geçer.
Kazançtan alınan vergiler daha zor toplanır. Önce adamın kazanması,
sonra belli bir dönemin geçmesi ve beyan edilmesi gerekir. Bu da en
erken 3 aydır. Üstelik kimin ne kazandığını iyi izleyemezseniz yapılan
beyanla idare etmek zorunda kalırsınız.
En zor alınan ama en somut, en haklı vergi aslında servet/varlıklar
üzerinden alınan vergilerdir. Örnek üzerinden gidelim: diyelim ki adamın
100 dönümlük bir arsası var ve üzerinden vergi alacaksınız.
Zor alınır, çünkü arsa sahibi o vergiyi ödemek için ayrıca nakit paraya
sahip olmalıdır. Arsanın ucundan kırpıp ödeme olamayacağına göre
“tahsilatta” zorluk olacaktır.
Ama çok da haklı bir vergileme yoludur, çünkü vergiciliğin baştankara
gittiği ülkelerde vergi beyanlarına bakıp da kimin ne kazandığını
anlayamazsınız ama, kimin giderek koca koca hanlar hamamların sahibi
olduğunu, hangi geniş mülkleri elinde tuttuğunu “görürsünüz”.
O kişi bu varlığa gereken vergileri ödeyerek kavuşmuşsa ne ala, ama
düzen “yürü ya kulum” demiş de yürümüş ya da yürütmüşse “mal” meydana
çıkar. Üstelik “servet”, kişinin geçim harcamalarından “arta kalan”
kısımdır. Bunun bir kısmını vergilendirirseniz sade vatandaşın peynir
alırken çektiğini çektirmezsiniz kimseye. Kaldı ki, bu “düzen” yıkılınca
altında kalacak, varlığından olacak olanlar başta servet sahipleri
olacağı için “düzenin bekâsı” için en fazla özveride bulunması
gerekenler yine onlardır.
*
Bu kısa ama gerekli “giriş”ten sonra gelelim bu günlerde çok tartışılan
“Emlak Vergisi”ne.
Emlak Vergisi, yukarıdaki sınıflandırmada “servet” vergileri arasında
geçer.
Bu vergi, bizim gibi ülkelerde üzerinde en fazla titizlik gösterilmesi
gereken, ince ince işlenen ve izlenen bir vergi olmak zorundadır.
Nedeni açık:
-Kayıt dışılık denen olgu şu ya da bu nedenle çok yaygındır, kazançlar
gerektiği gibi vergilendirilemiyordur.
-Tüketim yani harcamalar üzerinden alınan vergiler zaten had safhadadır
ve geniş yoksullar kitlesini zora sokmaktadır.
-Ülkede hızlı şehirleşme ve ekonomik kırılganlıklar dolayısıyla “bir
kesim” büyük rantlar elde etmiş, Türkiye bu çarpıklıklar dolayısıyla
sayılı dolar milyarderi sahibi ülkeler arasına girmiştir ve şimdi bunlar
vergi dışı “kalmış”tır.
İşin doğrusu bu:
Gelelim tartışmalara…
Türkiye’de hemen herkes ÖTV, KDV derken “yaklaşık” olarak cebinden çıkan
tüketim harcamalarının yüzde onu civarında vergi öder. Çünkü kimi
harcamaları %18, kimi harcamaları %8, kimi harcamaları da %1 vergilidir.
Buna bir de benzinde, mazotta, elektrikte, beyaz eşyadaki gibi ÖTV’leri
de eklerseniz bu ortalama aşağı yukarı doğrudur.
Bu duruma göre, işsizinden emeklisine, işçisinden memuruna, esnafına
kadar bir kesimin sadece tüketim vergilerinden dolayı sırtında, örneğin
2000 TL’lik bir harcamada “ayda” (2000/1.10=) 181 TL vergi yükü vardır.
Çarpın bunu 12 ay ile; Yılda (12x181=) 2.172 TL.
Şimdi düşünelim bakalım;
-İşsiz, emekli, batık esnaf bile tüketiminden dolayı yılda 2.172 TL
öderken,
-Çalışanlar, ücretlerinden kesilen vergilerle birlikte bir de bu yüke
katlanırken
Ama bunlara yeteri kadar itiraz olmazken, üstelik hemen herkesin
burnunun dibinde türedi zenginlerimizin gökdelenleri, rezidansları,
AVM’leri yükselirken; asıl onları üzmesi gereken Emlak Vergisi acaba
neden ortalama bir evi, hatta bir de yazlığı olanı üzer? Üstelik
üzülenlerin ödeyeceği yıllık vergi acaba yoksulluk sınırı içinde bulunan
insanların bile ödemek zorunda bırakıldığı paralardan bile “ufak” iken?
Aziz Nesin’ın lafıyla “kazığın nereden girdiği” konusunda bir yanlış
anlayış yok mu toplumda?
Bu durumda, “tabii ki öncelikle “servet” vergilendirilsin demek doğru
bir seçim olmaz mı?
*
Dönelim uygulamada söylenmesi gerekenlere:
Türkiye’deki Emlak Vergisi, geliri büyük ölçüde belediyelere bırakılmış
bir vergidir.
Dolayısıyla tesbiti ve tahsilatı da…
Bunun pratik sonucu,
-Aslında “vergileme” gibi bir “devlet işlevi”nin hepsi de bir
birlerinden farklı “tarz”ları olan belediyelere yani “yerel yönetimlere”
yıkılmasıdır.
“Yıkılmasıdır” dedik, çünkü vatandaşı o “yörenin” siyasetçisi ile yüz
yüze getirir, uygulamayı yöneticiden yöneticiye farklılaştırır,
ödemeyenin kollanmasına imkan verir.
-Bu uygulamada doğal olarak iktidara yakın belediyeler düşük vergi
salar. Çünkü gelir açıkları ya büyük şehir belediyeleri ya ilgili
bakanlıklar ya da doğrudan hükümet tarafından karşılanır.
Örnek mi istiyorsunuz? İstanbul ve Ankara’da metro yatırımları “devlet”
parası ile yapılırken muhalif İzmir belediyesi metrosunu kendi parasıyla
yani İzmirlilerin Emlak Vergisi olarak ödedikleri paraları da katarak
yapmıştır.
İstanbul’un Adalar Belediyesi sınırlı Emlak Vergisi geliri dolayısıyla
borç içinde yüzerken (çünkü oraları sit alanıdır ve yerleşik nüfusu
azdır), Büyükşehir’in diğer ilçe belediyelerine verdiği destekten
“mahrum” bırakılır.
-Dolayısıyla çarpık uygulama, iktidar belediyelerini bu konuda serbest
hale getirirken muhalif belediyeleri vergisine sahip çıkmak zorunda
bırakır.
-Gayrımenkullerin vergi değerleri her zaman haklı olmayabilir. Bu
belediyeden çok sistemin zaafıdır. Çünkü koca bir şehirde hemen her
cadde ve sokaktaki binanın piyasa değerini bire bir tesbit etmek mümkün
değildir. Dolayısıyla haklı sayılabilecek bazı itirazlar olur,
düzeltmeler yapılır.
Ancak hızlı şehirleşme ve imar çılgınlığı dolayısıyla mülk değerleri
adeta “katlanarak” artarken bunların vergilerindeki “mahçup”
yükselişleri biraz insafla eleştirmek gerekir.
Bunun haklılığını düşünürken herkesin elindeki binanın rayicinin yani
piyasa değerinin son dört sene içerisinde ne kadar yükseldiğini de
düşünmesi gerekir.
*
Bu teknik tarafı çok olan konuda son olarak bir şeyler söylemek
gerekirse:
1.Türkiye’deki vergi dağılımında servet (emlak) üzerindeki vergilerin
yüksekliğine olan itirazın, daha çok sıradan gelirli insanlardan gelmesi
bir çelişkidir. Bu itiraz sahiplerinin, bütün varsıllarla birlikte
ödediği bu vergiden çok belki de farkında bile olmadan ödedikleri diğer
vergilere itirazda yoğunlaşması, bu hedeflerinden şaşmamaları gerekir.
2.Emlak vergileri devlet tarafından ıslah edilecekse, bu işlerin
belediyelerden alınıp yeniden Maliyeye verilmesi gerekir.
3.Emlak Vergilerinde esas alınan mülk değerleri gerçekçilik bir yana
adeta ”komik” düzeydedir. Dolayısıyla yapılan artış tartışmaları bu
komik değerler üzerinden gitmektedir. Komikliği test etmek için sorun
insanlara “evini bu Emlak Vergisinde gösterdiğin değerden satar mısın ya
da kamulaştırılmasına razı gelir misin?” deyin, kimse kabul
etmeyecektir.
O halde, Emlak Vergisinin sağlığa kavuşturulabilmesi için öncelikle
gerçekçi değerlere yani günün alım-satım değerlerine ulaşmak gerekir.
Bu yapıldıktan sonra, oranlar yüksekse düşürülür. Ama her durumda,
elinde sıradan bir evi olanla yedi ceddine yetecek kadar mülkü olana
eşit oranlı vergi uygulanması adaletsizdir, teknik açıdan yanlıştır. Tek
evli yüzde 1 öderse, 10 evi ya da bu düzeyde gayrımenkulü olanın örneğin
yüzde 5 falan ödemesi gerekir.
4.SİT alanlarında imar izni verilmediği için emlak vergileri
belediyeleri zor durumda bırakır. Oysa bu alanlarda ve bu binalarda
oturanlar da herkes ile aynı belediye hizmetini alır. Çöpler SİT
bölgesinde de toplanacaktır diğer bölgelerde de.
SİT dolayısıyla alınmayan verginin devletçe “SİT farkı” olarak ilgili
belediyelere ödenmesi gerekir.
Son olarak, bu konu özünde tartışılmasa çok doğru sonuçlara ulaşmak
mümkün olmaz, yurttaş çaresiz belediyelerle hiç gereği yok iken karşı
karşıya gelir.
Hele hele iktidar belediyesi ile muhalif belediyelerin Emlak Vergisi ile
kıyaslanması ancak iktidara hizmet olur.
|
|