|
AB İLİŞKİLERİMİZ VE "HADİ BAKALIM
ŞİMDİ BUYURUN BURADAN YAKALIM"
“Siyaset” zaman zaman magazinleşir ya da bilerek magazinleştirilir…
Bakarsınız, uluslararası ilişkilerde çok önemli bir gelişme eğer
içerideki hesaba uymuyorsa geçiştirilmeye, değersizleştirilmeye
çalışılır.
“Efendim, Şu Avrupa Parlamentosu da, Türkiye ile müzakereler
“gecikmeksizin askıya alınsın” kararı vermişmiş.”
Bizden sesler:
“Ne yapacaksa yapsınlar, bizi sürekli tehdit etmesinler, biz bu işe
devam ederiz ama ikinci sınıf ülke olarak da görülmek istemeyiz”.
Falan filan…
İlk bakışta, dış ilişkilerde Türkiye’ye “karşı” bir tavır alınmış,
Türkiye de hiç gevelemeden onlara ağızlarının payını veriyor değil mi?
Değil işte…
Eğer uluslararası ilişkiler; “dostumdur”, “düşmanımdır”, “din
kardeşimdir” gibi yaklaşımlarla değil de ulusların gayet ince
hesaplamalara dayanan, üzerinde uzun uzun çalışılan çıkarlarına
dayanıyorsa yukarıdaki gelişmeyi de şimdiki gibi alaturkalıkla karşılama
şansımız yok.
“Eee, yaptık ya gördüğün gibi” diyen varsa hemen cevaplandıralım:
“Yaparsınız tabii de, sonucu çok hayırlı olmayabilir”
Adamlar, karşılıklı çıkar ilişkilerimizin uyumlu hale getirilebilmesi
için kendileri açısından belki de son hatırlatmayı yapıyor.
“Bakın bizde böyle” diyor; “Anlaşabilirsek anlaşırız, anlaşamazsak
süratle askıya alacağız” aramızdaki ilişkileri.
Hadi ondan sonra adamların yeniden gönlü olsun da indir bakalım işi o
“askı”dan indirebiliyorsan.
Kalp ameliyatından yeni çıkmış hastasına doktoru anlatıyor:
Bak bundan sonra sigara içmek yok!”
Hastası: Yahu doktor rejim tamam da, hani şöyle günde iki tane falan
içmek istesem canım çok istediğinde, içemez miyim?
Doktor “tabii ki içebilirsin” deyince hastanın gözü parlıyor, ama lafını
da şöyle tamamlıyor ardından:
İçmesine içersin, elini tutan yok; ama bir daha da asla buraya ulaşma
fırsatını bulamazsın!
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım:
1.
Bu Avrupa Parlamentosu denen kurum, bizim bir zamanlar “şimdiden
gümrüğüne girdik” diye güpe gündüz havai fişekler attığımız, uğruna
bakanlık falan kurduğumuz AB değil mi?
2.
Bu AB’nin Avrupa Parlamentosu, birliğin bütçesini hazırlayan, sırasında
bütün üye ülkelerin uyması zorunlu olan kanunlarının düzenlenmesinde
payı olan kurum değil mi?
3.
Bu AB, 28 üye ülkenin 510 Milyon vatandaşının oyu ile oluşan
parlamentosunda acaba bu son raporu hazırlatıp kabul ederken sadece
Hollandalı vekil “Kati Piri”nin bize karşıtlığı(!) ile mi hareket eder
yoksa tüm Avrupa’nın bize olan bakış açısı ve hissiyatını dile getirerek
mi?
4.
Avrupa Birliği, bizim çok da hoşumuza giden bir model olmayabilir, hatta
dağılmak üzere de denebilir.
Ama her durumda 510 Milyonluk koca bir Avrupa’nın bize bakış açısıdır.
İşimize gelmezse İngiltere gibi halkımıza sorar “talebimizden vazgeçtik”
deriz, çekiliriz.
Hem katılmak isteyip hem de “kendi anayasamızı”, “kendi hukukumuzu”,
“kendi demokratik uygulamalarımızı” aynen kabul edin, bize de ikide bir
karışmayın diyemeyiz.
Çünkü birliğin amacı bu konularda Avrupa’daki üzerinde mutabık kalınan
temel standartların uygulanmasıdır ve üstelik Türkiye, AB’den sırf bu
standartları, yani hukukun üstünlüğü, sivil toplum, temel haklar,
demokrasi ve yönetişimi güçlendirmek için ve tabii ki “yaparız” deyip
2007-2017 yılları arasında 979,6 milyon avro almadı mı?
Nitekim adamlar şimdi gelip “bu paralar nerelere gitti” diye araştırmaya
da geliyorlar haklı olarak.
5.
Bakın bizim AB Bakanlığımızın resmi internet sitesinde de bu konularda
ne yazıyor:
“AB'nin değerleri AB Antlaşması'nın 2. maddesinde yer alır. Bu maddeye
göre, "Birlik, insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun
üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere
insan haklarına saygı ilkeleri üzerine kurulmuştur.
Bu değerler, çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma
ve kadın-erkek eşitliğinin hakim olduğu bir toplumda üye devletler için
ortaktır."
Bu değerleri benimseyen ve geliştirme idealine hizmet edebilecek her
Avrupa devleti AB'ye üye olabilir.”
Ne dersiniz; Örneğin, hanımlara ayrı belediye otobüsü, şort giyenlere,
ramazanda dondurma yiyen çocuklara sataşmalar, kıyafet özgürlüğü
tertibinden cübbeli takkeli kara sakallı meczupluk gösterileri ve
bunlara iktidarın hiç ses çıkarmayarak adeta arkasında durması" gibi
bize göre sıradan uygulamalar Avrupalıların standartlarına takılır mı
acaba?
6.
Peki, bu koca evrende kendi içimize kapanık yaşayamayacaksak, en azından
birileriyle alış verişimiz sürmek zorundaysa, yabancı sermaye denince
sadece katar sermayesini düşünmek gerekmiyorsa, uluslararası ilişkiler
dendiğinde bir ara Putinci, bir ara Trump’cı, bir ara Nato’cu olup zaman
zaman birinden ötekine ani dönüşler yapmayacaksak, tabii ki kendi ulusal
kimliğimizi ve çıkarlarımızı da koruyarak bu söylemlerde daha dikkatli
olmamız, adımlarımızı ona göre atmamız ve “acaba niye bize bu tavırları”
diye biraz daha derinlemesine düşünmemiz gerekmiyor mu?.
Oysa böyle düşünmemizi gerektiren o kadar çok şey yaşanıyor ki bu
ülkede.
Ve bu konuda “Büyük Ortadoğu Projesi”nin ortaklığından Libya’ya, oradan
Irak-Suriye Politikasına kadar öyle zikzaklar yaşadık ki; tarih bunları
yazarken bizim ne zaman ne tarafta yer aldığımızı anlamakta da,
kronolojisini düzenlemekte de hayli zorlanacak.
7.
Dış politika, “Monşerlik” diye küçümsenir ama; Bu iş aslında, görünüşte
“karşılıklı nezaket”, geri planda ise neredeyse yüz yıla uzanan ulusal
çıkarları ince ince gözetme işidir.
Asla bir ülkenin yüzde ellisinden bir fazlasının siyasi tercihi ve
hayali değil, siyasetteki adıyla “Kırmızı Kitap”larının konusu, bir
milletin tarihteki çizgisidir.
Bu gün Türkiye, bu dış siyasetiyle ne yazık ki yıllarca yeniden
kazanılamayacak kayıplar vermeye devam etmektedir. Olayların sıcaklığı
ve iç siyasetin heyecanı ve hala yenmekte olan geçmişin mirası belki bu
kayıpların bütün yurttaşlarca anlaşılmasına yetmiyor ama, şöyle biraz
genelden baktığınızda gidiş hayli sıkıntılıdır.
-Türkiye’yi çağdaş dünya ile yarıştıracak olan eğitim şiddetle
gerilemektedir. Okuduğunu anlamada, bilimde, fende, matematikte ne yazık
ki çok geri ülkeler arasına düştük ve giderek daha da düşmekteyiz.
-Demokrasi, hukuk konusunda dünyanın dilindeyiz.
-Türkiye’nin yetişmiş ve imkânı olan insanları hem beyin hem servet
olarak dışarıya akmaya başladı. Hatta savaşta canlarını kurtardık diye
mutlu olduklarını düşündüğümüz din kardeşlerimiz bile burada yaşamayı
değil o hristiyan Avrupa’da yaşamayı tercih etmiyorlar mı?
-Ekonomimiz hemen her dönem sattığından daha fazlasını ithal ederek hem
cari açığı ve borçlarımızı yükseltip hem içerideki üretim gücünü
eritmiyor mu?
-Yeşil çevremiz, akarsularımız, tarihi dokularımız herkesin gözü önünde
yok edilmiyor mu? Fabrika kuracağız diye zeytinlikleri söktürmek, bu
işlerin kararlarını mülki-idari (dolayısıyla siyasi) birimlere bırakmak
tarıma da çevreye de çok açık bir kötülük değil mi?
Sonuca bağlayalım;
Bunca kavga gürültü arasında bizimkiler, Avrupalılara “Dedikleriniz
tamam ama bizi de böyle kabul edin demeye getiriyor.
Olamaz ki…
“28 ülke 500 milyon bir yana, biz bir yana”yı kabul ettirmek kolay mı?
Hollandalı “Kati”’nin elinden çıkan ve Avrupa Konseyi’nde kabul gören
rapor da bunu söylüyor ve yazanının adı gibi oldukça “kat’i”.
Aynen doktorun dediğini diyor: “ Elinizi tutan yok, kendi istediğinizi
yapabilirsiniz ama bir daha da buraya gelemezsiniz.
|
|