Sel gider kumu yine bize kalır


İstanbul’un sele kapılmasında kimi suçlayacağız?
Kimi bacağından asalım da içimiz serinlesin?
Gelin öfkeyi bir kenara bırakıp şunu sakin bir kafayla analiz etmeye çalışalım.

Türkiye, konumu ve yaşadığı tarihi süreç gereği siyasi hayatı oldukça kırılgan bir ülkedir.
Bir zaman gelir halk bir partiyi göklere çıkarır, bir zaman gelir siyasetten siler.
Menderes, Demirel ve Özal’ın partileri hep böyle, bir parlamış bir sönmüş değil midir?
İşte bu durmuş oturmamış siyaset anlayışımız dolayısıyla “iktidar” hep tribünlere oynayanların olmuştur.
Siyaseti “sadece iktidara gelmiş olmak için” yapanlardan da bundan başka bir şey beklemek anlamsızdır.
Bu tür siyasette “icraat” denince anlaşılan şey, insanlara hep günlük memnuniyetler sunmak olduğu için eldeki imkânlar öncelikle bu yollarda kullanılır ve altyapı dediğimiz “ortada görünmeyen ağır işler” ihmal edilir.
Nadir bulabilen gerçek devlet adamları bir kenara bırakılırsa, çoğunluktaki politikacıların temel icraatı örneğini bu günlerde bolca gördüğümüz türden işlerdir.
Türkiye’de, alt yapı konusundaki zaafın temel nedeni de aslında bu anlayıştır.
İşte bu nedenle siyaseti böyle olan bir iktidarın falan belediye başkanının şahsını neden altyapıyı ihmal ettiğini sorgulamaya gerek yoktur. Siyasi felsefe bu olunca elbette ki o iktidar kanadından seçilen kişiler de her zaman böyle hareket edeceklerdir.
Peki, bunları seçenler halkımızdan değil mi? Bu tercihler halkın kendi tercihi değil mi de diyebilirsiniz.
Evet, bu içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla ortaya çıkan tablo da bizim halkımızın tercihidir.
Bir düşünelim: İşsizliğin kol gezdiği böyle bir ülkede insanlar bir yandan ele güne olan borçlarını, diğer yandan da yarın ne yiyeceğini düşünüyorsa -böyle büyük felaket günleri dışında- bu ülkede hiç bir seçmen karşısına gelen politikacıya “niye memleketin altyapısını gerektiği gibi yapmıyorsun” demez.

Şehirlerin altyapılarının bu kadar yetersiz olmalarına yol açan bir başka unsur, başta doğu ve güneydoğu olmak üzere Anadolu’dan alınan sürekli göçtür. Bu göç dolayısıyladır ki, örneğin İstanbul’un 12 milyonluk nüfusuna, göç ve doğal artışla birlikte yaklaşık her gün 1000 kişi eklenir.
Bu çılgın artışın mantar gibi ürettiği mahallelerin büyük kısmı, insanların bir biçimde kuralları aşarak kurduğu konut alanlarıdır ve tabii ki buraları hiçbir zaman iskâna elverişli, altyapısı hazırlanmış yerler değildir.
Bu rastgele gelişmeye, yukarıda anlatmaya çalıştığımız anlayış dolayısıyla kolay kolay engel olunamamaktadır.
Engel olmak bir yana, gelin sizin mahallenizi islah edelim dediğinizde bile bunu edindikleri mülkiyet hakkına karşı bir komplo gibi gören o insanlar buna dahi karşı çıkabilmektedirler.
Bu günün şartlarında, örneğin kentsel dönüşüme karşı çıkan bir mahalle halkına hangi belediye başkanı direnebilir ve “hayır size rağmen bunu yapacağız” diyebilir?
Günlük yaşamak ve günlük endişelerine göre tavır almak zorunda bırakılmış halkla ve ancak bu politikalarla iktidarda durabilen yerel yöneticilerle bu konularda kolay kolay sağlıklı bir karar alma şansı ne yazık ki çok zayıftır.
Buna düşünceye katılmayanlara, Göstere göstere gelen büyük İstanbul depremi tehlikesine karşı henüz ciddi bir adım atılmadığını bir düşünün derim.
Bir gün İstanbul’da on binleri enkaz altına sokabilecek büyük tehlike yaklaşırken, bu konu bir kenara bırakılıp İstanbul’un taş çatlasa yılda bir ay yaşayan lalelerine beş yılda 400 milyon dolar yatırmanın mantıklı bir tercih olduğu söylenebilir mi? Acaba bu paralar lale bahçelerine harcanacağına neden depreme karşı güçlendirme yapılmıyor diye bağıran insanları gören var mı?
Yardım paketlerini kapmak varken “bırakın bunları bize iş bulun” diye bağıran var mı?
Eğer yoksa, şimdi bütün öfkesiyle alt yapısızlığa patlayan insanlarımız, sel sularının çekilmesiyle birlikte yine günlük uğraşlarının içine çekilecek, yine televizyonların karşısına çöküp lotarya programlarına, cinayet haberlerine dalacak ve ne yazık ki geriye sadece bu büyük selin kumları kalacaktır.
“Hayır böyle olmayacak” diyorsanız, haydi hemen kalkın ve yakın komşularınızdan başlayarak işin doğrusunu insanlarımıza anlatmaya başlayın.
Bu yazıyı okuduktan sonra eğer siz de hala yerinizden kımıldamıyorsanız ve “herhalde şu anda birileri bu konularda bir şeyler yapıyordur” diye kendinize mazeret uyduruyorsanız, kabul edin ki yukarıdaki söylediklerimde çok haklıyım.