Fabrika açılımı
yapamıyoruz demokrasi açılımı verelim mi?
Adam
gece aç acına yatmış. Sabah karnı aç, öğle yemeğini kaldırmış, akşama ise
hiç umudu yok.
Diyorsunuz ki, gel seni sinemaya götürelim. Düşüncelerini geliştirecek,
ufkunu açacak fevkalade bir film gösterimi var, bu senaryo, bu teknik
kaçırılmaz !
Buna ne denir?
Aklı karnında olan biri için böyle bir öneri ne kadar doyurucudur?
hemen hemen hiç ama eğer siz onun ne dediğine aldırış etmeden “İşte benim
çağdaş insanımın seçimi budur” propagandası yaparsanız, elinizdeki
imkanlarla durumu böyle göstermeye çalışırsanız acaba sonuç nereye varır?
Bize göre, adam kullanma fırsatı bulamadığı entelektüel birikimiyle açlıktan
ölür.
Peki bu durumu iyi kötü gözleyen ve gerçeği yakalayanlar acaba ne yapmalı?
Bu işin iki yönü var: Birincisi karın açlığı, ikincisi onu unutturmak için
ileri sürülen iyi (!) şeyler.
Yapılacak olanları da iki yönde ele alınmalı.
Adı başka, özü başka tartışması bir yana, iyi şeyler diye
özetleyebileceğimiz önerileri baştan reddetmek ya da oyalamak doğru olmasa
gerek. Kolaycı bir anlayışla “inadına muhalefet” demektense, konunun üzerine
daha büyük bir çeviklikle gidip o önerileri daha gerçekçi ve önerenlerin
dahi henüz cesaret edemediği kapsamda “karşı öneri” olarak sunmak herhalde
en akıllıcası.
Düşmanlık değil ama, rekabet edebilmek açısından “iyinin düşmanı daha iyi
olandır” sözü bu işe çok uygun. Aksi halde o “inadına muhalefet” denen kısır
politikalara düşmekten kurtaramıyor kendisini kimseler.
İşin ikinci yönü açlık konusu.
Bunu da sadece bir eleştiri olarak gündeme getirmek doğru değil açlığı bir
olgu olarak kabul edip üzerine toplumun inanacağı, ümitleneceği öneriler
geliştirmek gerekiyor .
Türkiye’de “resmi ölçülere göre” işsizlik yüzde 14 dolaylarında dolaşıyor.
Aslında ne işsiz sayısıyla sınırlı ne de sorun sadece işsizlik. Gerçekçi
konuşmak gerekiyorsa işsizlik diye görünen şeyin arkası “açlık”
Neden mi?
İşsizlik kısa sürdüğü zaman işsizliktir.
Yani aldığınız işsizlik yardımını, kıdem tazminatını tüketene kadar,
ihtiyaçlarınızı erteleyebildiğiniz kadar, eşten dosttan borçlanmanın
sınırına gelene kadar, satabileceğiniz neyiniz varsa satabilene,
vazgeçebileceğiniz ne varsa vazgeçebilene kadar.
Ondan sonrası kapkara mı desem, kıpkızıl mı desem bir açlık…
Uzun süredir borçla yaşayan, tahammülünün sınırlarında bir gidip bir gelen
insanımız için acaba “işsizlikten açlığa geçiş” daha ne kadar süre alır?
Önümüzde acaba “haydi son bir gayret, çözüm yolda” dedirtecek bir ışık
görünüyor mu?
Bizce hayır, aksine bu iş kolay olmayacak türünden ufak ufak yan çizmeler,
mazeret aramalar dolaşmaya başladı.
Bunlar acaba bir gün “biz bu işi kıvırtamadık, yanlış yaptık” sonucuna
varmak zorunda olan bu politikaların sahiplerini sorumluluklarından
arındırabilecek, kurtarabilecek açıklamalar mıdır?
Heyhat!
Peki ya onların karşısındakilerin yapması gerekenler?
İş gerçekten bu noktaya gelip, fazla bir şey yapmaya gerek kalmadan şimdiki
politikalar iflas ettiğinde tüm karşı cephedekiler acaba yapılması
gerekenleri yapmış sayılabilecek midir?
Zaman ne yazık ki birilerini eleştirmekle tüketilmeyecek kadar değerli.
Kim ne yapabilecekse bir an önce söylemeli, söyleyeceği bir şeyi olmayanlar
da en azından olanların yolunu açmalı.
Kendi payımıza yapılmasın gerekeni özetlersek:
Türkiye’deki işsizlik ve onun kaçınılmaz ve yaklaşan ikinci evresi olan
açlığın beklemeye tahammülü yoktur.
Açlık, alabildiğine borçlu bir hükümetin işsizlere para ya da yiyecek
yardımıyla ortadan kaldırılabilecek “günlük” bir sorun değildir. Bütçesini
denkleştiremeyen bir hükümetin yardım gibi “sosyal transferler” ile olayı
ortadan kaldırması mümkün değildir.
Hani bir söz var “Kendi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet
ede”
Böyle yapılması ancak işin çözümünü erteler, bu çözümün maliyetini
yükseltir.
Çözüm, işsizliği ortadan kaldıracak iş değil işsizliği ortadan kaldıracak
“işvereni yaratmak”tır.
Bu kadar ciddi ve mutlaka sonuç alınmasını gerektiren bir dönemde bu ana
işveren “devlet”tir.
Devlet, son yıllardaki eğilimin tersine, derhal “işçisine ödeyeceği parayı
kazanabilen işletmeleri” kurarak devreye girecektir.
Laf olsun diye işe almak, boş durdurmayıp boşa çalıştırmak gibi üretken
olmayan, üretmeden maaş ödeme hayalinde olan işletmeler devlete ait de olsa
yanlıştır, sonu bataktır.
Devletin hemen kuracağı hem istihdam sağlayan hem kendi yağıyla kavrulabilen
işletmeler, bu günkü kriz ortamı içinde tarım, hayvancılık ve bunlarla
ilgili sanayidir. Bu işletmelerin özellikleri, öncelikle iç tüketime yönelik
olmalarıdır.
Türkiye’nin dahil olmak istediği Avrupa Birliği de, geleneksel ihracat ve
turizm pazarları da şimdi kendi derdine düşmüştür. Dolayısıyla kendi derdine
düşen bu pazarlara güvenerek yapacağınız üretim yarın pazar sorunu ile
karşılaştığı zaman ortada kalabilirsiniz, yani yabancıya yönelik mal ya da
hizmet üretiminizi satamazsanız aç kalırsınız, adamlarınızı da aç
bırakırsınız.
Buna karşılık öncelikle iç tüketime yönelik üretimlerde yabancı alsa da
almasa da kendi pazarınız gibi sağlam bir çözümünüz vardır.
Bu evrede yapılacak olan, önce bu genel stratejiyi geliştirip
zenginleştirmek ardından en az kaynakla en fazla randıman verecek bu tür
projeleri oluşturmaktır.
Bu çalışma hiçbir zaman devletçi ekonomiye dönüş değil, başıboşluğa
düşürülmüş piyasa ekonomisinin kendisini bir an önce toparlayabilmesi için
artık şart olan “onarım”dır.
Gerekli çalışmaların yapılması ve şimdi can derdine düşmüş olan
insanlarımıza gerçek bir umut ışığı gösterilebilmesi için zaman hızla
tükenmekte, maliyet giderek yükselmektedir.
“Yine mi devletçi ekonomi önerisi mi? O devir çoktan geçti” diye yakınacak
olanlar, kendilerinin de ifade ettiği gibi, paranın dini imanı ve ülkesi
olmadığını bir kere daha hatırlayarak bir süre için “bu ülkenin
ekonomisinin” kurtuluşunu o imansız para piyasalarından ve uluslararası
sermaye hareketlerinden beklemekten vazgeçmeli, böyle bir çözümün orta
vadede kendileri için de “uygun” olacağını kabul etmelidirler.
------------------------ |