Doktor birine
“ne yerse yesin” derse
Gerçek
Gündem’de yer alan habere göre IMF, Türkiye'nin ekonomik şartlarının
iyileştiğini belirterek, Türkiye ile olası bir kredi için yapılmakta olan
stand-by görüşmelerin artık devam etmediğini açıklamış. Eski icra direktörü
ise IMF Başkanı ve Başbakan’ın karşılıklı açıklamalarını hatırlattıktan
sonra “Anlaşılıyor ki sonuca ulaştırdılar ve anlaşmamaya karar verdiler."
demiş.
Benim değerlendirdiğim kadarıyla IMF bir finansmancı değil, ülkelerin
ekonomilerini kendine göre bir kalıba soktuktan sonra onlar hakkında
finansman kurumlarına referanslar veren bir “kurum”dur. Yani para satmaz,
ekonomilere gidişatı hakkında ülkelere karne verir.
Bu karne, ülkelerin yöneticilerince beğenilir ya da beğenilmez, o ayrı bir
konu Küresellik iddiasındaki ülkelerde yalnızca bir durumda eğer uluslar
arası sermaye, o ülkenin ekonomik gücünü böyle bir kurumun vereceği karneye
ihtiyaç duymayacak kadar iyi tanıyorsa bu karneye ihtiyaç kalmaz.
Acaba Türkiye’nin şimdiki durumu böyle mi? Yani gücü bilinen bir ülke mi?
Bu günün kriz denizinde çalkalanan dünyasında doğrusu kimin ne durumda
olduğu hakkında kolayca söz söylemek hele hele doğrudan “gücü yerindedir”
demek mümkün olmadığı bilinen gerçek. Bence IMF’ye ihtiyaç duyma ya da
duymama konusundaki asıl ölçüyü güçlülük açısından değil de “borçlanma
ihtiyacı” açısından koymak daha uygun.
Şimdi itibarlı olan, borçlanmaya ihtiyacı olmamak.
Buna göre ekonomisi kendi tüketimini karşılayabilecek kadar üretemeyenler
ile daha öncesinde gırtlağına kadar borca batmış ülkelerin ayakta
kalabilmeleri için, -aynı politikalarla yürümekte ısrarlı olmaları halinde-
yeniden borçlanmalarından başka şansları yok. Bunun istisnası olsa olsa
içeride pek fazla tepki yaratmamaya dikkat ederek özelleştirme adı altında
bir şeyler satıp günü kurtarmak.
Türkiye, kamu ve özel sektörünün yüksek borçları dolayısıyla bu durumun
“sürdürülebilmesi” için hala dışarıdan borçlanmak zorunda olan bir ülke.
“En fazla özelleştirmeyi biz yaptık, küreselleşmede birinciliği biz kaptık”
şeklindeki o kime hizmet ettiği tartışmalı anlayışa ve propagandaya rağmen
uygulamanın getirdiği noktada dış ticaret açıkları hala ekonomi yönetimini
zorluyor.
Yapılan özelleştirmelerin toplamı bile, bu son yıllardaki dış ticaret
açıklarının bir yılını ancak karşılayabiliyor.
Kalkıp 80 yılın birikiminden önemli bir kısmını satıyor ve ancak bir yılın
dış ticaret açığını karşılayabiliyorsanız, bu genç cumhuriyetin birikimleri
sizin dış ticaret açığınıza da ödeyeceğiniz faize de tabii ki yetmez. Belki
de Osmanlı gibi olmak lazım, onun arkasında ne de olsa altı yüz yıllık bir
birikimi vardı ve Galata Bankerlerine vere vere epeyce uzun süre
dayanabilmişti.
Şimdi Türkiye ile IMF eğer söylendiği gibi “anlaşmamaya” karar verdilerse,
durum bence doktorun ümitsiz hastasına “bundan sonra ne yerseniz yiyin”
dediği safhaya girmiştir.
Anlaşabilselerdi iyi mi olurdu? Sanmıyoruz. Ancak öyle olsaydı, elimizde
durumun ne olduğunu anlayabileceğimiz ve ağır tedavi koşullarını gösteren
bir raporumuz olurdu.
Reçetesini uygular mıydık?
Sanmıyorum. Uygulansa bir türlü, uygulanmasa türlü türlü…
Peki muhalefet olarak sen de getir bir yapıcı öneri derseniz…
Yapalım, “Global pazarlamacılara açık ve ancak borçlanmayı sürdürebilen
Türkiye” politikalarından “Kendi ulusal çıkarlarını gözeten ve üreten
Türkiye” politikalarına dönelim deriz.
Bakın orada IMF ile anlaşmasanız da olur.
Ha işinize gelmeyebilirmiş.
Eh ne yapalım. Zaten farklı taraflarda olmamız da buradan kaynaklanmıyor mu?
|