Hepsi senin mi?
Galiba televizyon çıktıktan sonra böyle oldu İnsanlar ve özellikle bize göre
genç yaştakiler kolay kolay bir yazıyı okumuyorlar.
Ekranda izlemenin kolaycılığı ne yazık ki herkesin okuma alışkanlığını alıp
götürüyor.
İyi güzel de her yazarın çıkıp düşüncelerini anlatacağı bir televizyonu
olmayınca kendini nasıl okutacak?
Kafasındakini nasıl anlatacak?
Ben, buna rağmen iyi kötü okunma şansını yakalasın diye kendi yazı
başlıklarımı ilginç hale getirmeye çalışırım.
Şimdiki de öyle, kulaklarımıza hoş gelen sanatçılarımızdan Sezen Aksu’nun
yazıp söylediği bir şarkıyı öne sürerek başlayacağım bu sefer.
Ne diyor Sezen Aksu,
başkası olma kendin ol
böyle çok daha güzelsin
ya gel bana sahici sahici
ya da anca gidersin
Sanırım işimizin politika olmasından dolayı, ben bu aşk şarkısının sözlerini
bile politik anlamda okumaya başladım.
“Başkası olma kendin ol” deyince gözümün önüne hemen o ayak üstü rol kesen,
içinden çıktığı topluma yabancılaşmış yüzsüz politikacılar geliyor. Fakir
fukara edebiyatıyla halkın arasından sıyrılıp çıkmış ama giderek o toplumdan
uzaklaşmış, onu sadece kendi çıkarları için bir basamak olarak gören çirkin
politikacılar…
Haramdan, yetim hakkından söz edip memleket malını yabancıya gözü kapalı
satan, öksüzüyle yetimiyle fakir bırakılmış halkını makarnayla kandıracağını
hesap edip “böyle çok daha güzelsin” diyen politikacılar…
Öyle değil mi? Daha bundan üç beş sene öncesine kadar fakir fukara edebiyatı
yapanlara bir bakın, kamu malını babalar gibi satarken o kamunun kendisi
olan işçinin hayat hakkını tanımıyorlar, mahalle bakkalını küçümsüyorlar.
Sahibinin bazen yabancı ama her zaman büyük sermaye olduğunu söylemeden,
olursa alışveriş merkezi (AVM) olsun diyor, başka bir şey kabul etmiyorlar.
Memleketteki gelir dağılımının uçurumu arttıkça, bu düzenden palazlananlar
lükse gömüldükçe fakir fukaraya bunları gösterip “bak şimdi ne kadar çok
lüks araba satılıyor, ne büyük alışveriş mağazalarımız oldu, milli gelirimiz
adam başına on bin doları aştı” diye sözde halkımızın zenginleştiğini
ispatlamaya(!) aslında o büyük açmazı bile kafa karıştırıp yutturmaya
çalışan çirkin politikacılar için siz ne dersiniz?
“Ya gel bana sahici sahici, ya da anca gidersin” değil mi?
Şarkının nakarat kısmında bir de “hepsi senin mi?” sözü var ki, o da
birilerinin durumuna “cuk oturuyor”.
Kime mi söylüyorum, kamu malını kendi malı sanıp kimseye hesap vermek
istemeyenlere.
Adam diyor ki halkım bana bunları tek başıma yönetme görevi verdi.
Sen muhalefetsin, et ama yapacağın bir şey yok. Ben canımın istediği her
şeyi yapabilirim!
Adamın kendini haklı gösteren mantığı aynen şöyle: İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, siyasi birlikteliğine dayanıp İçişleri Bakanlığından aldığı
izinle istediği kadar şirket kurar, bu şirketlerin sermayelerini istediği
kadar arttırır. Bunları yaparken bir de Belediye Meclisinden karar çıkartmak
mı gerekiyor? Ne gam, çoğunlukları yok mu? Madem Reis istiyor, bir başka
şarkıda olduğu gibi “Haydi eller havaya!” işte sana kararsa karar…
Böylece Türkiye’nin vergi gelirlerinden şu kadarını, İstanbul beldesinin
otobüs, vapur, su, elektrik gelirlerinden bu kadarını, hatta o da yetmeyince
2023 yılından veresiye banka borcu da yaparak bilmem ne kadar “gelir
olmayan” parayı o şirkete koyarlar mı koyarlar.
İşin burasına kadar her şey iyi kötü belediyecilik hizmetinden bahisle
yapılıyor, olsa da olmasa da mevzuata uyduruluyor değil mi? Evet.
İşte o belediye yani İstanbullunun istihkakı olan paralarını kurulan
“şirket”e attın mı işin rengi değişiveriyor.
O ana kadar belediye işini kolaylaştırmak, beldeye hizmet, devletten izin,
belediye meclisinden karar falan derken…
bir de bakıyorsunuz ki top sadece belediye başkanının eline geçiyor.
Yahu getir bakalım çalıştırdığınız bu “şirket” ne yapar, ne eder, verdiğimiz
paralar kime gider, nasıl harcanır dediğinizde aldığınız cevap şu: “Bu
ticaret kanununa göre kurulmuş bir şirkettir, biz ona karışamayız!”
Neden?
Affedersin Reis Efendi, bu şirketin patronu kim?
(!)
Affedersin Reis Efendi bu şirketin sermayesi kimden?
(!)
Kurulana kadar kamunun parası, kamunun izniyle falan da.. o köprüyü
geçtikten sonra bunu neden ne devletin Sayıştay’ı, ne Belediye Meclisi’nin
denetçileri denetleyemiyor, senden sorulduğunda “ben onlara karışamam
diyorsun?
Nasıl yani? İdare ederken “hepsi benden sorulur” derken senin şirketin
oluyor, hesabı sorulacağı zaman “bunlar benim değil” diyorsun.
Acaba bunların sahibi yine kendileri mi? Bunlar mantar gibi kendiliğinden mi
bitiverdi?
Haydi burada çok net bir şey sorayım:
Madem dediğiniz gibi İstanbul Belediyesinin 17,9 milyar liralık konsolide
bütçesinin sadece 6,2 milyar liralık kısmı belediyenin, kalan 11,7 milyar
liralık kısmı şirketlerindir, yani hepsinin tepe yöneticisi olarak işinizin
yaklaşık üçte ikisi ticaret şirketleri ile ilgilidir acaba İstanbul’un
ekonomisinde yani ticaret hayatında sizin İstanbul Belediyesi adına da olsa
kamu denetimine kapalıdır dediğiniz “tacir yanınız” kamu yöneticisi
yanınızdan bir kat daha fazla değil midir?
Her ne ise, iyi, güzel… Halkımız nasıl olsa bu güne kadar pek de senin bu
çelişkilerinin üzerinde durmadı. Fark etmedi, hesabını sormadı. Görünüşe
göre bu yazıyı da öyle kimseden hesap soracak kadar çok kişi okumaz.
Ama bizim halkımız bu güzel şarkıları hiç unutmazlar.
İster misin karınlarının açlıktan ağrıdığı ve bıçağın kemiğe dayandığı bu
günlerde o hep eğlence niyetine söyledikleri şarkıların sözlerini benim gibi
yorumlasınlar da “hepsi senin mi” diye sorsunlar!
Gerçekten hepsi senin mi?
Değilse diğer ortakların kimler? |