Yoksulluğun iki sebebi vardır
Yoksulluk Türkiye’nin en büyük sorunlarından biridir.
Yoksulluk, aynı zamanda yolsuzlukla, işsizlikle birlikte anılıyor.
Acaba hangisi hangisine bağlı?
Hangisi hangisinin doğal sonucu?
Ya da işe önce hangisinden başlamalı?
Bir ekonomide yoksulluğun iki önemli nedeni vardır:
Biri o ekonominin genel yoksulluğudur:
Üretemeyen ekonomilerde insanlar yoksuldurlar.
Diğer yoksulluk: Belirli bir üretimi olduğu halde “bölüşümü” adaletsiz olan
ekonomilerdeki bir kısım insanın yoksulluğudur.
Belki buna bir de her ikisinin bir arada görüldüğü üçüncüsü eklenebilir:
Hem üretmeyen hem de bölüşümde yani gelir paylaşımında büyük
adaletsizlikleri olan ekonomilerdeki yoksulluk.
Türkiye, bu üçüncü grupta olan ülkelerden.
Üretimi giderek azalıyor ve durumu özelleştirme adı altında kamu
servetlerini ve imtiyazlarını paraya çevirmekle, borçla sürdürmeye
çalışıyor. Sonra da buralardan sağlanan çok kısıtlı imkânları adaletsizce
paylaştırarak alt gelir grupları için bir kere daha yoksulluğa yol açıyor.
Konu bu bakış açısıyla ele alındığında, memlekette nelerin değiştiği zaman
yoksullukla mücadelenin başarılı olacağını kolayca anlamak mümkün.
Demek ki, yapılacak olanların birincisi: Ülke ekonomisini “tüketen ekonomi”
olmaktan çıkarıp üreten bir ekonomi haline getirmek…
İkincisi: Gelir dağılımındaki dengesizliğe şu ya da bu ölçüde müdahale
etmek.
Üreten ekonomiye geçmek tamam da, burada cevabı aranacak soru belki de şu:
Acaba yoksullar dengelerin kendi lehlerine değişmesini ne kadar bekleyecek?
İktidar bu müdahaleyi hangi sertlikte yapacak? Ekonomiye müdahalenin ölçüsü
ne olacak?
Bence siyaseten verilecek kararlar da bu türden.
Özetle cevabı beklenen soru şu: “Ne kadar sosyal demokrasi?”
Malum, şimdi küresel ve liberal ekonomi düzenindeyiz.
Yani hayatımızı belirleyen ve bu yoksulluğa neden olan düzenin sloganı,
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”
Bu işin söylenmeyen yanı da çok açık: “Bırakınız kazansınlar!”
Böyle bir tabloda, “az” sosyal demokratlar “acele etmeyin, kalkınmadan size
de pay vereceğiz” derlerken “çok” sosyal demokratlar ise “Derhal gelir
dağılımını adaletli hale getirelim, bir süre pozitif ayrımcılık yaparak
düşük gelirliler aleyhine bozulmuş olan adaleti yerine getirelim, alt gelir
gruplarını daha fazla bekletmeyelim!” diyeceklerdir.
Peki hangisi daha doğru?
Samimi bir sosyal demokrat olarak bu dengeyi nasıl kurmamız gerekir?
Herhalde bunun olmazsa olmazı, en alttakilerden başlayarak “yoksulluk
sınırı” altında olanların yaşamsal gereksinimleri ile dayanma gücünün esas
alınmasıdır.
Adam ölecekse, artık dayanamıyorsa önce onun derdine bakmak zorundasınızdır.
Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik: İşsizliğin sonu açlıktır.
İşsizliğe bir süre katlanabilirsiniz.
Varsa, ufak tefek birikiminizi yersiniz, sonra eş dostun yardımlarını… ama
işin sonu bir süre sonra karşılaşacağınız kesinlikle açlıktır.
Açlıktan ölenlerin hakkını daha sonra teslim edebilme şansı yoktur.
***
Türkiye’de son zamanlarda ortalama 10 milyona yakın vatandaş işsiz
yaşamaktadır.
Siz eğer hiç beklemeden o işsizlerin derdine çare bulmaz da “hele memleketin
makro ekonomisi düzelsin, alt gelir gruplarına da süreç içinde pay verelim”
derseniz bunun adı hiç bir zaman sosyal demokrasi olmaz.
Adamlar ya açlıktan ölürler ya da içinde bulundukları çaresizlik dolayısıyla
hiçbir zaman sosyal demokrat olmayan başka adamlara gider ve bir paket
makarna için, daha doğrusu her şeye rağmen yaşayabilmek için kendilerine
teslim olurlar.
***
Tuhaftır, siz sosyal demokratsınız karşınızdakiler küresel ekonomici, hatta
şaka-maka vahşi kapitalist.
En alttakiler, düne kadar her nedense o vahşi kapitalistlere inanıp oy
veriyorlardı da sosyal demokratlık için olunca kerpetenle söküp
alabiliyorsunuz onların oylarını.
Neden?
Çünkü “en alttakiler” her zaman öyle teoriyle, felsefeyle bakmıyor hayata.
Boğazına kadar batmış adam.
Sen güzel şeyler söylüyor olabilirsin ama “Ya ben bu gece ne yapacağım?”
diyor.
Tek silahı olan “Oy”unu da kendisine “bu gece” çözüm getirene ya da bir
bakıma “hayatını kurtarana” veriyor.
Bence sosyal demokratların başarıları sadece buna göre belirlenecek.
Halkımız ona “Eldeki kuş, daldaki kuştan önemlidir” diyor.
Eldeki kuşa acilen ihtiyacı olanlar o kadar çok ki…
|