Yetim hakkı yemek, yememek ve yiyenle barışmak

Büyük Mevlana, tasavvuf felsefesinin öğretildiği ve yaşandığı “dergah”ı için çok açık ve geniş kapsamlı bir çağrıda bulunur:

Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,

Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.
Der-gah, kelime olarak farsçada “kapının olduğu yer” ya da “kapı yeri” anlamına geliyor.
Bu günkü Türkçemizle daha anlaşılır bir biçimde söylersek belki de “giriş” demek daha doğru.
Bu çağrı acaba Mevlana’nın sözünü ettiği “dergah” için kuşkusuz tartışmasız biçimde geçerliyken siyasi partilerin davetleri için de savunulabilir bir gerekçe sayılabilir mi?

Acaba günümüzdeki siyasi partiler aynen birer dergah gibi herkes için ümit kapısı olabilir mi?

Acaba, kim olursa olsun;
İster bu güne kadar hep kendi cebini doldurmuş,
İster yabancıların siyasi ve ekonomik emellerine köprü olmuş,
İster tüyü bitmemiş yetim hakkı yemiş,
İster memleketi satmış,
İsterse hala ne yaptığı, ne yapacağı belli olmayan ve de sözünden yüz kere dönmüş olanlardan olsun, herkes için birer ümit kapısı sayılabilir mi bizim siyaset kapılarımız?

***
Bana pek olamaz, hatta hiç olmamalı gibi geliyor.
Çünkü dergahlar; kapısından farklı fikirlerden gelerek girilse de, bir kere girilince artık aykırı şeyler düşünmenin, aykırı davranmanın ve girenin kendi aykırılığını öne sürmesinin mümkün olmadığı yerler.

Tabii aykırı çıkarların da savunulamayacağı…

Oysa siyasi partiler dergahlardan çok farklı.
Siyasi partiler, çeşitli çıkarların savunulduğu ve eyleme dönüştürüldüğü yerler.
Siyasette bu farklılıklar olmalı mı?
Olmalı tabii.

Kuralımız kuvvetliye biat değil de demokrasi ise, durum tartışmasız bunu gerektirir.
Geri planında “çıkarlar” olunca bu farklılıklar ve çatışmalar her zaman olacaktır.
Zaten o “çıkar farklılığı” “siyaset farklılığı”nı yaratmakta değil midir?

Bu çatışmaların azaltılması, görüş birliği ile hedefe daha kolay ulaşılabilmesi için siyaset, siyasi düşünce sahiplerini birbirlerinden ayırmış ve ancak “düşünce ve çıkarları bağdaşanları” aynı çatılar altına toplamıştır.

Sol, sağ, merkez ve bunların ara istasyonları hep bundan dolayı oluşmuştur.

Bunlar olmasaydı, partiler birbirinden farklı olabilir miydi?

Herkes her yerde olsaydı, hangi partinin neyi savunduğu anlaşılabilir miydi?

***
Siyaset kapıları birer modern dergah mıdır?
Siyasetin yolgeçen hanları mı?
Seçim şirketleri midir?
Yoksa toplumda belirli kesimlerin, belirli prensiplerin savunucusu olanların düşünce ve eylem birlikleri mi?

Siyaset kapıları aynı anda ;
hem varsıldan hem yoksuldan,
hem yerliden hem yabancıdan,
hem ezilenden hem ezenden,
hem güçsüzden hem güçlüden,
hem ilericilikten hem gericilikten
hem yetimden hem yetim hakkını yiyen ve yedirenlerden yana olanların hepsine koşulsuz açık olabilir mi?

Hepsine açık olursa, o partide “bizde demokrasi var” dendiğinde, sonradan kendilerine karşı çıkabilecek olsanız da, onlar da sizinle aynı siyaset kapısında belirli ağırlıkları olan, sırasında anahtar rolü oynayacak ekip başları haline gelmeyecekler midir?

Acaba onları kapıdan girerken, sadece “ileriye dönük beyanlarına göre” değil de bu endişelerle sorgulayarak kabul etmek daha doğru olmaz mı?

Hiç kendinde siyahla beyazı birleştirip hala beyaz kalmak,

Eksi ile artıyı birleştirip eksilmedik demek
Yaş ile kuruyu birleştirip nem kapmamak
Tek kapta birleşip“hemhal” olmamak yani “aynı kalabilmek” düşünülebilir mi?

Şimdiye kadar siyasete girmemiş, girememiş, girmiş fakat gittiği yer içine sinmemiş olanlara tabii ki “hoş geldin” diyecek ve onlarla çoğalarak aynı yoldan yürüyeceğiz.

Ama böyle olmayanlarla “dergah”ta tamam da, bir “parti”de birlikte olmaktan endişe duymamak mümkün mü?