Beklentiler büyük ama adımlar küçük olacaksa
o umutla nereye kadar?



Çoğumuz duymuşuzdur: “Bir umuttur yaşamak.”
Düşünsenize;
İnsan denen yaratık doğası gereği her zaman daha iyiyi bekler, her zaman daha iyiyi arar, hep daha iyiye yönelirse şu “yaşamak” denen şey aslında bir umutla hareket etmek değil midir?
En kötü koşullarda bile sonuçta bir umuda sarılmaz mıyız?
Hatta yaşam dahil pek çok şeyden “vaz geçenler” o son sözlerinde neden “hiç umudum kalmamıştı” derler bunu düşündünüz mü?
Şair çok doğru özetlemiş: “Bir umuttur yaşamak!”
*
Bu doğruyu galiba en önce “politikacı” esnafı fark etmiş ve günümüzde en iyi o değerlendiriyor:
“Siyaset umuttur” diyorlar.
Yani siyasetçi umut dağıtır…
Ne mesela?
Örneğin: “Yarın çok güzel olacak!”
Bir başkası altta kalır mı hiç: “Yarın daha da güzel olacak!”
Ne güzel yahu… nasıl olsa peşin peşin bir maliyet yüklemiyor, insanlar beklemede: arttır arttırabildiğin kadar.
Madem bu gün için ihtiyacımız umut, o zaman mesele yok.
Hani derler ya “Umut fakirin ekmeği, ye memet ye!”
Yok bu işin öbür tarafında, işin ticaretindeysen de “Yedir babam yedir”
*
Bu günlerin Türkiye’sinde bırakın güzel şeyleri beklemeyi, “bir süre daha ayakta durabilme umudu” bile artık yaşamsal bir konu haline geldi.
Dolayısıyla hala “yaşayacağız” derken bütün arayışımız şu “umut ışığı”nın en azından sızıntısını görmek değil mi?
Ama artık öyle bir acayip siyaset çarkına kapıldık ki; ortalık çeşit çeşit umuttan geçilmiyor.
Boy boy, vade vade…
Adama en somutundan soruyorlar: Nasıl olacak bu iş?
“Gözlerime bak nasıl parıldıyor” demiyor mu?
*
Peki biz sıradan insanlar ne yapacağız bu durumda?
Önümüze gelen umuda sarılmak mı çözüm? Yoksa işi sağlama bağlayabilmek için o vaad edilmiş umutları bir akıl süzgecinden geçirmek, geçirildiğini beklemek değil mi?
Öyle tabii…
Bir düşünsene; bizi bu hallere düşüren de aslında bu gözden geçirilmemiş, körü körüne bağlanılmış “boş ver bu dünyayı, öbür tarafı düşün” diye umut dağıtan havalar değil miydi?
Şair de öyle diyor ya: “Beni bu havalar mahvetti!”
*
O zaman gelelim sadede:
Önümüz kış mı? Kış…
Var mı yakacağın yakıt, doğal gaz, benzin, mazot?
Var mı kendini besleyecek kadar etin, sütün, buğdayın, mercimeğin?
-“Olmasa da alırız”
-“Var mı paran?”
-“Yok ama satarız bir şeyler, bak veresiye verenler de var”
-Peki ya vermezlerse, ya bedeline katlanamazsan, ya bu kış daha soğuk geçerse?
-Allah kerim!
-“….?”
*
Türkiye bu gün maalesef “hele bir bizi seçin, bakın göreceksiniz” gerekçeli bir umutla yapılan siyaseti yaşamaktadır.
Hani darda kalanın para olmayınca karşılıksız çek yazıp sıkıntıyı ötelemesi gibi bir şey.
-“Neyi nasıl yapacaksın? Hele bir anlat bakalım”
-“Şüphen mi var; yaparız kardeşim. Bize güven, gerisini merak etme sen!”
-“Var mı bu umudun alıcısı?”
-“Olmaz mı; alıcısı olmasa adam niye dönüp dolaşıp böyle söylesin ki? Bak iktisatta bile “arz” denen şeyi onun “talebi” yaratır demezler mi?”
Yani müşteri varsa mal her zaman sunulur.
Ve yine maalesef, memlekette böylesi ucuz umutların alıcısı pek çok, piyasası hareketli olunca, bu sefer de düşünen insanın üzerine bir umutsuzluktur çöküyor.
*
Niye yahu? Umut her zaman umuttur.
Umutta bile umutsuzluk olur mu?
“-Olmaz tabii, yine de umutluyuz da; şu anda asıl mesele ayakta kalabilmek, yaşayabilmek”.
Zaten “Bir umuttur yaşamak” derken umudun olmazsa olmazı, temel şartı “önce yaşayabilmek” “önce hayatta kalabilmek değil mi?”
Sonra...
Artık yaşayamayanların “ben zaten ölmüşüm” diyenlerin senden ne kadar umudu olabilir ki?
Adam öldükten sonra istersen gözüne otomobil farını daya; umudunu parlatamazsın.