Oy oy Şişli’lim nedir bu gökdelenler
Bazı tanımlara göre demokrasi, yönetim biçimleri arasında “kötülerin en
iyisidir”.
Bu konuda bin yıllarca düşünülmüş ama ne yazık ki henüz daha ideal bir
çözüme ulaşılamamıştır.
En azından İstanbul’un Şişli ilçesi sakinleri açısından.
Neden mi?
Şişli’liler herkes gibi gitmişler, bizi idare etsin diye birilerine oy
vermişler.
Oyların çoğunluğunu alanlar “iktidar” olmuşlar ve kendisine oy veren herkes
gibi Şişli halkını da yönetmeye başlamışlardır.
Onlara “kamu yöneticisi” denmiştir.
Yani “kamu” denen insanlar topluluğunu yönetenler...
Nedir kamu yöneticiliği?
Kendisini oylarıyla iktidara taşıyan insanların yurttaş olarak gereksindiği
tüm konularda düzenlemeler yapmak, konmuş kuralları uygulamak, sonuç olarak
da onların sağlıklı ve mutlu bir biçimde yaşamasını sağlamak görevi değil
mi?
Şüphesiz öyle.
Ne var ki, günlük yaşamda her şey demokrasinin kitabında yazılı olduğu gibi
gerçekleşmiyor ve bir noktadan sonra kamu yöneticileri de kamudan
kopabiliyor yani kamu yöneticileri kamuya “rağmen” kararlar alabiliyorlar.
Bu çelişkiler tablosunun birinci nedeni, halkın yöneticilerini seçerken
bütün bir yönetim (=icraat) döneminde değil de, tam seçim propagandası dönem
ve ortamındaki duygularıyla karar vermesidir.
Bunları olgun, deneyimli ve kendini yetiştirmiş yurttaşlar için söylemiyorum
kuşkusuz ama ne yazık ki “unutkan”, “ne fark eder”ci, “bana ne”ci, “eldeki
kuş-daldaki kuş”çu bir takım yurttaşlarımızın kendi çıkarlarına bile
duyarsız kalmaları sonucunda gerçek kamuoyu yerine farklı bir kamuoyu
oluşur:
Yönetimde bulunanlar, ellerindeki yönetim yetki ve imkânlarını da kullanarak
bu hesaplaşmalardan genellikle “haklı” çıkarlar.
İkinci neden, “kamuyu idare etsin” diye kendilerine yetki verilenin, bu
yetkiyi çoğu zaman doğrudan değil de bazı kurum ya da kişiler aracılığıyla
kullanmak durumunda olmasıdır. Dolayısıyla, pratikte halkın seçim sırasında
karşısına çıkanlar ile günlük işleri yönetenler farklılaşırlar. Bu
farklılaşma nedeniyle de insanlar, alt yönetici ya da kurumların işlemlerini
beğenmediklerinde onları tepe yöneticilere şikâyet etmek ya da tepe
yöneticilerden medet ummak zorunda kalırlar.
Örneğin şu “Ali Sami Yen Stadı” konusu.
Bu yazı kuşkusuz işin nereye varacağı belli olduktan sonra da okunacaktır
ama şimdi görünen tablo şu:
Şişli halkı, bir yandan kendini yönetecek olanları seçiyor (ki buna kamu
yöneticileri demek gerek) diğer yandan o kamu yöneticileri, kendilerini
göreve getiren seçmenlerinin ne istediğine bakmadan ve kuşkusuz kendilerine
sorulsa açıkça “hayır” diyecekleri bir konuda “Ali Sami Yen Stadı’nın yerini
para için satıyoruz” diyebiliyorlar. Hem de karşılığında Şişli’nin trafiği,
betonlaşması, halkın ruh ve beden sağlığı konuşlarında bir “tıs” bile
çıkarmadan.
Şimdi gelin bu tersliği demokrasinin bir yerine oturtun.
Anayasa Mahkemesi’ne gönderilecek yargıçların seçim usulü ile ulemanın bile
kesinlikle “budur” diyemediği 29 başka konuda acaba fikri nedir diye
halkımıza danışılmasını öngören demokrasi anlayışı, niye günlük hayatında
yöre halkına “Kardeşim sen buraya İstanbul’un en yüksek gökdeleninin
dikilmesini, trafiğin daha da kilitlenmesini, oksijen yerine egzos gazı
solumayı, ömrünü kısaltmayı mı istersin, yoksa burası nefes alacağın, güneş
göreceğin yeşil alan olarak mı kalsın” diye sormaz?
Halkın tercihi ile halka “rağmen” yapılan uygulamalar nasıl olur da sağlıklı
işleyen bir rejimin öngörüsü olarak düşünülebilir?
Çelişki bu kadar açık iken bu işlere ne demek gerekir?
Bu çelişkiyi derhal sivil toplum örgütleriyle yola çıkacak Şişli halkı mı
giderir? yoksa “acaba bizi bu göreve getiren halkımız ne der” "diyecek olan
kamu yöneticileri mi?
Yoksa bu iş yine seçimlerde mi tartışılır?
|