OECD ve kimin vergisi çok
düşük?
Bu yazının
yazıldığı saatlerde Meclis’te ilk maddeleri görüşülmekte olan ve adı bu
yazımızın neredeyse yarısı kadar uzun olan 336 Sıra Sayılı “torba” kanun ile
ilgili söz alan Maliye Bakanımız şöyle diyordu:
“Türkiye 30 OECD ülkesi arasında en düşük vergi yüküne sahip ikinci ülkedir”
Yani, Avrupa’nın 30 ülkesi arasında yapılan sıralamada biz “kazananlardan”
en az vergi alan ikinci ülkeyiz demek istiyordu.
Sayın Bakan bir başka kıyaslama daha yapıyor ve şunları ilave ediyordu:
''Türkiye'de, “dolaylı” olarak alınan vergilerin toplamının milli gelire
oranı, yüzde 11,8 dir. OECD'de bu oran yaklaşık yüzde 11.
Biz OECD'ye göre ortalamanın biraz üzerindeyiz.”
Beyanlar da doğruluyor ki, biz OECD ülkeleri arasında vergi politikası
konusunda sınıfta kalmış bir ülkeyiz.
Vardığımız noktaya bakınca tablo şu: Adaletsizce, “ben koydum oldu”
mantığıyla yapılan vergilendirmede “kazananı” kendi haline bırakıp
“tüketeni” kişi başına geliri bizden çok yüksek olan Avrupalıdan daha fazla
vergilendirmişiz.
OECD denen organizasyona dâhil 30 ülkeden 28’inin kazançları bizden daha
ağır vergilendiriyor, ama “dolaylı vergilerde” yüzde 11 olan OECD
ortalamasını bile ufak bir farkla da olsa yani yüzde 11,8 ile aşıyormuşuz.
Biraz karmaşık gibi görünse de; özetle bu rakamların anlamı şu:
Biz vergide kazanana değil, halka yükleniyoruz.
Hem de çok ağır bir biçimde.
Bu ülkede her türlü gelir adaletsizliği, işsizlik, bölgeler arası
dengesizlik vardır.
Biz buna rağmen 72,5 milyon insanımızı zengin-fakir birbirinden ayırt
etmeden; benzinde, mazotta, telefonda, sigarada, doğal gazda, elektrikte ve
hatta suda tüketimleri açısından eşit olarak vergilendiriyoruz;
Ama iş bu 72,5 milyonun içindeki sınırlı sayıdaki kazananı vergilendirmeye
gelince, yani kazançların vergilendirilmesi söz konusu olunca, şu sürekli
kıyaslandığımız OECD ülkeleri arasında nedense sondan ikinci geliyoruz.
Şimdi gelin, Sayın Bakan’ın beyanında ve dolayısıyla yazımızda adından çok
söz edilen OECD’ye (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne) sanal birkaç
soru soralım:
Sizin üyeniz olan Türkiye’de, halk tüketimi üzerinden nasıl
vergilendiriliyor?
-Felaket, bizim gibi kalkınmış ve halkının refahı yüksek ülkelerdeki yüzde
11’lik uygulamadan daha ağır.
Ya kazananlar, onlar kazançları üzerinden nasıl vergilendiriliyor?
-Onların yükü çok hafif, kazançlar üzerinden bizim 28 ülkemizde olduğundan
daha düşük bir vergi alıyorsunuz!
Peki OECD nedir ki? niye biz bu konularda hep sizinle kıyaslanıyoruz?
-Biz 1948 yılından beri sizin ekonomik kalkınmanızla “ilgilenen ve yol
gösteren” bir örgütüz. Vergiciliğinize yol gösterir, size en yararlı olacak
düzenlemeleri öneririz de ondan…
-Nasıl yani, biraz daha açar mısınız?
Bu iş biraz gerilere uzanıyor. ABD dışişleri bakanı General Marshall, 25
Haziran 1947'de, Harvard Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, ülkesinin
Avrupa devletlerine İkinci Dünya Savaşı sonunda yaptığı yardımı artırmayı ve
uzatmayı önermişti. Ön koşul olarak, yardımdan faydalanacak ülkelerin bu
yardımı ortak bir yardım ve kalkınma kurumu çerçevesinde kullanmalarını
önermekteydi.
Bu önerileri tartışmak ve ekonomik istekleri saptamak amacıyla Paris'te 12
Temmuz 1947'de Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı toplandı.
16 Nisan 1948'de de Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü Anlaşması (OECC)
imzalandı. Bu konvansiyona 16 ülke katıldı:
Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya,
Lüksemburg, Norveç, Hollanda, Portekiz, İngiltere, İsveç, İsviçre ve
Türkiye.
Bu topluluğa 1955'te Almanya, 1959'da İspanya katıldı.
Önceleri Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü (OEEC) adı altında, Marshall
Planı'nın uygulanmasını kolaylaştırmak amacıyla kurulan bu örgütün adı 30
Eylül 1961' de Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) şeklinde
değiştirilmiştir.
Türkiye parlamentosu, katılma kararını 29 Mart 1961'de onaylamıştır.
Başlangıçta gözlemci üye olan ABD ile Kanada'ya tam üyelik hakkı
tanınmıştır. Daha sonra Japonya, Finlandiya ve Yeni Zelanda da tam üye
olarak örgüte kabul edilmiştir.
Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan ve
Slovenya gibi ülkeler ise özel bir statüye sahiptir. Avustralya'nın OECD ile
olan ilişkileri sadece örgütün kısmi kalkınma faaliyeti çerçevesindedir.
Örgütümüzün tüzüğe bağlanmış amaçları şunlardır:
• Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de
özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standardının
iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya
destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması;
• Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik eşgüdümlü
gelişmenin desteklenmesi.
-Yani 1948’den beri bizim sürekli ve dengeli ekonomik gelişmemizde,
işsizliğin ortadan kaldırılması çabalarımızda, şimdiki vergi düzenimizde hep
sizinle “işbirliği” içinde mi olduk?
Evet, bunlar bizim asıl görevlerimizdir ve tüzüğümüzde de yazılı.
-Peki bundan sonra da bizi yine kalkındırmaya, işsizliğimizi önlemeye devam
edecek misiniz?
Neden olmasın? Yeter ki siz isteyin; biz sizin için varız ve elimizden gelen
her şeyi yapmaya aynen devam ederiz.
|