Nerede “hareket” orada bereket mi ?
Tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye de oldukça hareketli günler yaşıyor.
Elazığ’daki topraktan Ankara’daki siyasetçiye kadar hemen herşey hareket
halinde.
Hareket tamam da ya “bereket”?
İşte orası bu konunun tartışılması gereken yönü.
Acaba söylendiği gibi şu sıralar özellikle dışarıdan esintiler taşıyan her
hareketin varacağı yer “bereket” mi yoksa bazen de “felaket” mi?
Uluslararası sermayenin yirminci yüzyılın son çeyreğine doğru serpilip
dünyanın dört bir yanına dağılması, kaçınılmaz olarak kendi hukukuna kendi
hukuku kendi iktidarına kendi iktidarı da doğal olarak kendisini
destekleyecek olanlara yani yandaşlarının bulunup örgütlenmesine ihtiyaç
göstermiştir.
Olaya buradan bakıldığında, görülen yeni örgütlenmeler ile geleneksel
örgütlenmelerin siyaset yelpazesinde nereye oturtulacağına karar vermek çok
da zor olmasa gerek.
Küresel sermaye, kendisine karşı seçici olan ve siyasete ülkesinin ekonomik
çıkarlarını gözeterek bakan yapıları yıkabilmek ve kendi hukukunu
geliştirebilmek için bazı ideallerin yerine her şeyin para ile ölçüldüğü bir
anlayışı yaymaya çalışıyor.
Bu değişim hareketi için ne gerekiyor?
Toplumu ulusal ekonomi düşüncesinden uzaklaştırmalı diyor Toplum öyle hale
gelmeli ki büyük alışveriş merkezlerinde yabancı markalı malları görünce
aklı başından gitsin, çağ atlandığını sansın ve bunun kendi ülkesindeki
fabrikaların kapanması, küçük esnaftan ulusal sanayiciye kadar herkesin
batması ve sonuçta ülkenin yabancılara pazaryeri, kendisinin işsizliği
anlamına geldiğini bile anlayamasın.
Toplumu kendisi olmaktan o kadar uzaklaştırmalı ki, Avrupa Birliği’ne
girince Avrupa’nın ille de Türkiye güçlensin, Türk insanı aramıza gelsin
onunla kucaklaşalım, cebine para koyalım, karnını doyuralım dediğimizi
düşünsün.
Toplumu o kadar bölelim ki, bu ülkenin yedi iklimindeki insanlar
yüzyıllardır kendi hasletleriyle nasıl da bir arada yaşadıklarını unutsunlar
ve yeni arayışlarla birbirlerine düşsünler. Amerikalının, İngilizin,
Fransızın, İtalyanın bir zamanlar Doğu Karadeniz’de, Doğu Anadoluda,
Güneydoğuda insanlarımıza nasıl da demokrasi getirmek için
yırtındıklarını(!) düşünsünler. Amerikan, Fransız, İsviçre, İsveç
parlamentolarında onların kendi seçim yatırımları için değil de Türkiye
insanı arasında kardeşlik açılımlarının başlaması, tarihi gerçeklerin
tartışılarak son pürüzlerin de ortadan kalkması için neden bu kadar
uğraştıkları düşünülsün.
Öyle düşünülsün ki, Osmanlı dağılırken bu ülkenin topraklarına leş kargası
gibi üşüşüp Ege’de Yunanistan, Güney doğuda Fransız, Akdenizde İtalyan,
Marmara’da İngilizlerin Osmanlı’dan toprak kapma gayretleri unutulsun.
İngiliz delegesi Lord Gürzon’un Lozan’da İsmet Paşa’ya söylediği şu ünlü söz
“Memnun değiliz Lozan muahedesinin müzakeresinden. hiç bir dediğimizi
yaptıramadık. reddettiklerinizin hepsini cebimize atıyoruz. harap bir
memleket alıyorsunuz, bunu kalkındırmak için mutlaka paraya ihtiyacınız var.
bu parayı almak için gelip diz çökeceksiniz. cebime attıklarımın hepsini
çıkaracağım size. hepsini vereceğim size..." dediği silinip gitsin
akıllardan.
Dünya’da bir hareket ki sorma gitsin!
Sanki yeryüzünün bütün taşları yerlerinden oynamış ve hangi taşın şimdi
nereye yerleşeceği hiç belli değil.
Sağlam düşünceleri ve inancı olmayan, onun bunun aklına bakan kafalar
karışmaz mı?
İşte bu hengamede ne yazık ki bu topraklarda yaşayan birilerinin de kafaları
iyice karıştırılmış ki, “kendilerine uzatılan en yakın havucu” kapmaya
çalışırken, biraz da kendi iç çelişkilerinden kurtulabilmek için etraflarına
bu hareketlerinin değişen dünyada yapılabilecek en doğru hareket olduğunu
kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Hatta psikolojik olarak havuç rengini seçiyorlar.
Dünyanın yaşadığı hengamede ve Türkiye’deki bu toz duman arasında kalıcı ve
her zaman için geçerli “doğru”yu yakalamak kolay değildir.
Bu işte hedef alınan herkesin aynı feraseti göstermesini beklemek ve
gösteremeyeni suçlamak da biraz insafsızlık olur. Ama hiç olmazsa
insanlarımız kendi kendilerine kaldıklarında lütfen şunu tartışsınlar Bu
hareket halindeki Dünya’da bir cepheyi terkederek kuyruğuna takılınan her
hareketin sonu, bunun yerli ortaklarının göstermek istediği gibi “bereket”
değildir, hele kimin peşine takıldığını bilmeden ya da az çok bilen ama
aklını bırakıp midesinden gelen sese kulak vererek yola düzülenler için
büyük ölçüde “felaket”tir.
Birileri şimdi belki de bizim çok eskilerde ve çok klasik kaldığımızı
söyleyecektir.
Ama unutulmasın ki bu kadar karmaşa içinde yönünüzü kaybettiğinizde size en
doğru yolu gösterecek olan, bu uluslararası hareketli sermayenin insanı
gerçekten şaşırtan, ürküten, sindirmeye ve sadece tüketici yapmaya gayret
eden renkli kampanyaları değil, bu cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana
Türkiye’nin ve bizim insanımızın sahibi olmuş, bu devleti kurmuş
kurumlarımızın işaret ettikleridir.
Dünya’nın yerinden oynayan taşları, bazı klasik dengeleri bozmuş,
uluslararası sermayeyi şimdi daha yeni arayışlara sokmuştur. Bu arayışlar
doğal olarak Türkiye dahil bazı ulusal yapıları tekrar zorlamakta, onu kendi
çıkarına uygun bir kalıba sokmaya çalışmaktadır.
Biz bu oyunu tarihte de görmüş ve bozmuş hatta başka uluslara örnek olmuş
bir ülkeyiz.
O zaman mücadele ettiklerimiz, şimdi akıllarınca demokrasi ve insan hakları
adına ama gerçekte kendi küçük çıkarları için parlamentolarında Türkiye’yi
karalamaya çalışırken, şimdi aynı yerlerden destek alan “hareket”ler,
elbette ki bizim tarihte o uluslararası sömürgenlere karşı geliştirdiğimiz
güçlü kurumlarımız karşısında bir “hareket” yerine “felaket”
savunuculuğundan öteye geçemeyeceklerdir.
|