Küreselleşmenin çelişkileri ve sosyal demokrasi
Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin 28 Ekim 2007 tarihindeki Hamburg Federal
Kurultayı’nda kabul edilmiş olan “Temel İlkeler Programı”nı okuyorum.
Kuvvetli bir sanayiye sahip,
Avrupa Birliği’nin patronu ve dinamosu,
Sosyal demokrasi konusunda dersini iyi çalışmış,
Bu konularda dünyaca ünlü bir sosyal demokrat lideri Willy Brandt’ı
yetiştirmiş, yaşayarak neyin ne olduğunu öğrenmiş deneyimli bir ülke…
Bakın, bizde henüz kafalarda pek netleşmemiş olan “küreselleşme” konusunda o
programının bir bölümünde neler diyor:
………………………….
Dünya bütünleşiyor.
Dijital iletişim araçları ve diğer teknik yenilikler mekânın ve zamanın
anlamını kökten değiştirmiştir. Tarihte ilk kez dünya çapında, insanoğlunun
büyük bir kısmının dahil olduğu bir iş bölümü yaşıyoruz.
Küreselleşme, sınırların ve pazarların açılması, yalnızca teknik
yeniliklerin değil, siyasal kararların da sonucudur.
Küreselleşme, açlığın yoksulluğun ve salgınların üstesinden gelme olanağını
getirir. Dünya ticareti çok sayıda insana yeni işve refah getirir. Fakat
küresel kapitalizmin belirleyici özelliklerinden biri de demokrasi ve adalet
eksikliğidir aynı zamanda.
Böylelikle özgür ve dayanışmacı bir dünyaya giden yolda engel oluşturur.
Eski adaletsizlikleri körükler, yenilerini yaratır. Bu yüzden ülkemizde,
Avrupa'da ve dünyada küresel kapitalizme sosyal bir yanıt verecek olan bir
siyaset için mücadele etmekteyiz.
Küresel kapitalizm büyük ölçüde sermaye biriktirmesine karşın bu, sermaye
yoluyla mutlak bir refah artışına neden olmaz. Zincirden boşanmış finans
piyasaları, uzun vadeli sürdürülebilir bir ekonomiye ters beklentiler ve
spekülasyonlar yaratır. Hızlı ve yüksek bir rant tek hedef haline geldiğinde
sıkça istihdam olanakları yok edilir ve yenilikler engellenir.
Sermaye, esasen katma değere ve refaha hizmet etmelidir.
Küreselleşme ile dünya giderek tek bir pazar haline geliyor. Ekonomik
iktidar dünya çapında hareket eden şirketlerde, bankalarda ve fonlardadır.
Çok uluslu şirketler sınır aşırı kâr stratejileri planlamakta, demokratik
meşruluğu olan kararlara uymamanın yolunu bulmaktadırlar. En büyük ulus
devletler dahi küresel sermayenin yatırımları için yarışan basit birer
şirket yerleşim yeri haline dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
……………………
Şimdi gelelimTürkiye’mize:
Daha çok, değiştiremeyeceği coğrafyasından kaynaklanan sorunlarıyla,
Rüzgârını dışarıdan alan son devir iktidarlarının içine girdiği ekonomik
yanlışlarının çarpıttığı ekonomisiyle,
“Hayırsız babalar” gibi satarak elden çıkarıp yabancılaştırdığı devasa
istihdam kapılarından ve stratejik kurumlarından yoksun olarak,
On milyon işsizi, 400 milyar dolar dolayındaki dış borcuyla,
Dünya’nın sarsıldığı bu büyük kriz ortamında
Kaynak bulmak, verimi arttırmak, kalkınmak, gelir dağılımını düzeltmek ve
artık “açlığa” dönmeye yüz tutmuş yaygın yoksulluğu ortadan kaldırmak
amacıyla,
Uzun ve ince bir yola çıkıyor…
Her türlü zorluğa rağmen “biz bu işte mutlaka sonuç alacağız” diyorsak,
artık kolay kolay ayrılamayacak bir parçası durumunda olduğumuz
küreselleşmenin yukarıda isabetle dile getirilen çelişkilerini ve halk
yararına siyaset yapmak demek olan sosyal demokrasinin önündeki direncini
mutlaka göz önünde bulundurmak durumundayız.
Diyoruz ki:
Şimdiden birilerine verilen yürek ferahlatıcı demeçlerden kadrolardan,
hazırlanacak programa kadar hemen her şeyde, “en azından” efsanevi sosyal
demokrat lider Willy Brandt (1913-1992) ekolünden gelen ve yukarıdaki
cümlelerin sahibi olanlar kadar hassas ve tavizsiz olmak zorunda olduğumuzu
bilmekte ve baştan söylemekte sayısız yarar vardır.
|