Kötü para kovuyorsa iyi para ne yapmalı?
İngiltere kraliçesi I.Elizabeth"in danışmanı Sir Thomas Gresham (1519-1579)
“Kötü para iyi parayı kovar” demiş.
Gresham’a göre halk birine para öderken öncelikle elindeki değersiz parayı
verir, değerlisini kendine saklarmış. Dolayısıyla, iyi paralar saklanıp kötü
paralar öne sürülünce de piyasaya kötü yani değeri düşük paralar hâkim
olurlarmış.
Sir Grasham bunu büyük olasılıkla sadece o günün para politikası açısından
söylemiştir ama eğer bu gün yaşasa ve dünyanın bu günkü halini görseydi yine
aynı noktadan hareketle kim bilir daha neler neler söylerdi.
Açıktır ki, bu gün de kötü paralar iyi paraları piyasadan kovuyor.
Hatta kovuyor ne kelime, adeta kovalıyor.
Neden böyle acaba?
Dünya’ya iyilerin hakim olması, kötülerin kovulması çok mu zor?
Bu zorluğa işaret edenlerden biri de herhalde merhum İsmet İnönü olmalı.
“Bir memlekette namuslular da en az namussuzlar kadar cesaretli olmalı” sözü
onun çünkü.
Yorumladığımızda, namussuzların daha cesaretli olduğunu kabul ettiğini
anlıyoruz İsmet Paşa’nın.
Öyleyse kötülerin iyileri kovabilmesinde belirleyici olan temel unsur
“cesaret” olmalı.
Cesaret konusuna bakıldığında da yine bazı ölçüler geliştirmiş toplum:
Deli cesareti var, cahil cesareti var, ama nedense namuslu cesareti diye
bilinen bir şey yok.
Gerçekten de, bakıldığında toplum yararına olmayan, adaletsiz, doğru
sayılmayacak işlerin arkasında belirgin bir biçimde cesur deliler ve cesur
cahiller hep birlikte boy gösteriyorlar.
Bakın dünya tarihine, bütün diktatörler deli cesaretli ve onların peşinden
giden kitleler de cehalet içinde değiller miydi?
Nereye kadar sürüyor bu birliktelik?
Hepsinde aynı bir süre sonra işler çıkmaza giriyor, peşinden giden kitleler
yapılan yanlışı anlıyor ve iş tersine dönüyor.
Sonuç?
Deli yaptığı delilikle kalıyor da, yaptığı yanlışın faturasını baştan
uyanamayan halk ödüyor.
Sonra da, bundan da bir ders çıkardık anlamına gelecek biçimde “bir musibet
bin nasihatten evladır (=önde gelir)” denip yeni yanlışlara yelken açılıyor.
Peki bu musibetler tadılmadan neden nasihatlerle doğru yol bulunamaz?
Toplumlar doğru yolu hep bir şeyleri kaybederek, eziyet çekerek, fırsatları
kaçırarak mı bulmak durumundadır?
Haydi toplum öyledir kolay kolay da değiştirilemiyor ama, ya o toplumun “iyi
para”ları, yani akil ve makul adamları ne yapmalı?
***
Galiba, delilik de cehalet de insan tabiatından gelen bir özellik.
Dolayısıyla en akıllı uslu sayılanın damarlarında bile, az da olsa o kandan
olmalı yani herkes birilerine göre biraz deli, öğrenmenin sonu olmadığına
göre de her zaman biraz cahil kabul edilebilmeli.
Sokrates “bildiğim tek şey, bir şey bilmediğimdir” derken bilginin
sonsuzluğunu ve bilinenlerin her zaman yetersiz olduğunu ne kadar da alçak
gönüllülükle ve güzel bir biçimde dile getirmiş.
Bu konuda kimsenin kimseye söyleyecek lafı olmamalı.
Bu nedenledir ki, kendini en akıllı uslu sayarak köşede durmaya razı
olanların bile “ben bunlardan değilim” deyip meydanı “kötü paralara” adeta
ikram etmemesi, hatta o beğenmediği şeylerin -bir ölçüde olsa bile- kendinde
de olduğunu kabul edip harekete geçmesi ve en azından işi “zır delilik-zır
cahillik”le götürenlere karşı iyi kötü bir direnç göstermesinde yarar var.
Mükemmel olmak hoş da o mükemmeliyetçilik arayışı ve bir başka açıdan
bakıldığında “atalet”, bazen işi çoğu “iyi para”ların hep yastık altında
kalmasından başka bir sonuca götüremiyor.
Sonra kalkılıyor ve deniyor ki “yahu bu adamlar bu kafayla, bu bilgi ile
bizi nasıl alt ediyorlar!”
Paşa’nın sözü ne kadar doğru…
Namuslular da her zaman mükemmelden yana olup “armudun pişmesini
bekleyenler” de artık cesaretli olmalı ve Türkiye için çok geç olmadan
harekete geçmeli.
Hatta bazen yanlış yapmaktan bile korkmamalı.
Aksi takdirde, yaşamın pratiğinde asıl işte o korku en büyük yanlışlardan
biri olarak tarihe geçiyor.
|