Belediye şirketleri: 
Sermayesiz patronluk, sorumsuz ticaret mi?



 Önce şunun altını çizerek söyleyelim:

Tabii ki kendi iyi niyetleriyle bu işi gerektiği gibi yapanları bir kenara ayırıyoruz ama;
Sistemsel olarak “Belediye şirketleri, her haliyle belediyeciliğin bozulmuş, oldukça esnetilmiş halidir.”
Dolayısıyla, bir yerde ne kadar çok belediye şirketi uygulaması varsa, o belediyelerde; kamu disiplininden, kamusal hizmetten, tasarruftan, liyakatten o kadar da “kopma” olasılığı vardır.
Ne yazık ki, bu duruma bir son vermek -en azından sınırlamak ya da alanını daraltmak için- öncelikle iktidar yani bunu yapmaya muktedir olmak gerekir ama; bu bu sefer de siyasetin pratiği böyle bir tercihi reddetmekte; muktedirler de, -eğer bir yanılgı içerisinde değillerse- “bu sefer sıra bizde” deyip, daha önceden eleştirdikleri bu yapının avantajını kendi lehine kullanmayı tercih etmektedirler.

“Peki o zaman bu iş nasıl düzelir?” diye kendimize sorarsak, hemen akla gelen: “Ancak siyasette köklü bir değişikliğe imkan veren ya da mecbur bırakan konjonktür yakalandığında…” diyebiliriz.

Şimdi gelelim bu kısa “özeti” biraz daha açmaya…

Çok temel bir tanımla “belediyeler”, sonuçta; merkezi yönetimlerin sorumluluğunda olan “kamu hizmetlerinin” “bir bölümünü” yerel olarak yerine getiren kurumlardır..
Yani belediyeler, bir bakıma merkezi yönetimin uzantıları, adeta yerel taşeronlarıdır. Sakın bizim “Üniter” sistemimizde kimse yerel belediyeleri merkezi yönetime karşı özerk, kendi başına hareket edebilen kurumlar olduklarını sanmasınlar.
Zaten dikkat edildiğinde, merkezi hükümetin her durumda yerel yönetimleri denetlediği, kararlarını onayladığı ya da red ettiği, ve zaman zaman belediyelerin yetkisini kısıp doğrudan müdahale ettiği hep gözler önündedir.

Örneklendirelim hemen:

-İmar planlarında, belediye ne derse desin her zaman ilgili bakanlık yetkiyi kendi eline alabilmekte, “bu böyle olacak” diyebilmektedir.
-Belediyelerin hesap ve harcamaları her zaman merkezi idare tarafından denetlenebilmektedir.
-Belediyelerin şirket kurmaları, yeni işletme açmaları merkezi yönetimin iznine bağlıdır.
-Belediyelerin sıradan bir cadde ismini değiştirmesi bile valiliğin yani merkezi idarenin kabulüne bağlıdır.
-Belediyelerin hangi işte kaç kişi çalıştırabileceklerini -norm kadro yoluyla- merkezi hükümet belirlemektedir.
“İdari sistemimiz”, belediyeleri bir yandan bu derecede sınırlamışken iktidarlara, “demokrasinin yerelde yeşereceği” tezi ile; ama aslında kendilerine daha “esnek” bir alan yaratmak üzere “belediye şirketleri” gibi bir yöntem yaratılmıştır.
Bulunan bu “yönteme” göre, merkezi hükümette olanlar, uygun(!) gördükleri takdirde ilgili belediyelere bazı hizmetlerin görülmesi için şirket kurma izni vermektedir.

Yani böylece “Sen bu işi, bizim denetimimiz ve kurallarımız altındaki belediye olarak değil de, Türk Ticaret Kanunu’na göre çalışan bir şirket olarak yapmakta serbestsin” denmektedir.

Güzel…
Merkezi yönetim uygun görüp de işlerin bu şekilde görülmesini kendisi açısından sorunsuz -hatta daha iyi olacağını- düşünerek böyle demişse, hatta gerekçesinde “işler şirket statüsü içerisinde daha iyi idare edilebilir” denmişse, bunda ne sorun olabilir denecektir.

İrdeleyelim bakalım:
1.Bir kamusal faaliyetin “ kamusal kurallara” göre değil de “ticari kurallara” göre yapılmaya başlanması, o faaliyetin kamusal niteliğini belli ölçülerde de olsa ticariliğe çevirecektir ve böylece:
O işletmeleri yönetenler, asla bu şirketlerin sermayedarı olmadıkları için o işletmelerin verimliliği konusunda ne piyasadaki bir tacir hassasiyetiyle, ne kamuda görevli bir personel sorumluluğuyla değil, sadece “atanmış personel” duyarlılığıyla iş yapacaklardır.

Yani işin zarar etmek, yanlış yapmak, israfa yol açmak gibi sonuçları da ticari sonuçları da o “atanmışları” ne ticaretteki ve ne de kamudaki kadar zorlamayacaktır.
Orada en büyük duyarlılık “kendisini o işe getirenlere karşı” olacaktır. Nitekim son belediye seçiminden sonra ortaya çıkan sorunlar bu tesbitimizi doğrulamakta, birileri “ama biz bir ticaret şirketiyiz” mazeretine sığınabilmektedirler.

Oysa “sahibi kamu”, “amacı kamusal” olan bu işletmelerin yöneticilerinin, asla Ticaret Kanunu’nu ileri sürerek kendilerini vücuda getirenlere, adına hareket ettikleri kurumlara karşı direnememeleri gerekir.

2.Belediyelerin kurduğu “şirket”ler, kavramsal olarak da anlamsızdır.
Çünkü Arapçadan gelen “şirket”in bizim dilimizdeki karşılığı “Ortaklık”tır.
Şirket, “Şeriklik” yani ortaklık anlamındadır. Bir ortaklığın söz konusu olması için de en az iki farklı sermayedarın bulunması gerekir.
Bakın sermaye yapılarına, yani bu şirketlerin hangi parayla, kimlerin ortak alınarak kurulduğuna…
Hemen hepsinin tek sermayedarı doğrudan kendi belediyeleridir. İçerlerinde birden fazla sermayedar yoktur.
Kimi zaman birkaç kamu kurumu bir arada olsa da “aslında” sahipleri doğrudan “kamu”dur.

Dolayısıyla belediye şirketleri bu haliyle “şeriki” yani “ortağı” olmayan ortaklıklardır.
Sonuçta belediyeler, doğrudan kendilerine ait bir müdürlük bünyesinde işletebilecekleri bu işletmeleri sözüm ona bir ortaklık(!) mış gibi ve o statüde işletmektedirler.

Peki yönetim şekli “şirket” olunca değişen nedir?
Hemen söyleyelim:
Burada kamusal denetim ile araya yapay bir tüzel kişilik sokulmakta ve gerektiğinde ona sığınılmaktadır.
İsterseniz kaldırın o tüzel kişiliği bir an için ve o şirketin yönetimine yine de aynı kişileri getirin…

Ne değişir?
Onların sadece “tüzel kişilik” ve Ticaret Kanunu’nun getirdiği “mal sahibi gibi hareket edebilme imkanları” ortadan kalkar, ticari serbestileri olamaz değil mi?

3.Oysa gerçek bir ticaret şirketinin işleyişi, asla orada görev yapanların “o işletmenin personeli olarak atanmış olma” duygularıyla değil, sermayedarının lehine her türlü ticari riski alabilme, patrona yaranma değil, patronuna hizmet etmesiyle sağlıklı olur.

4.Belediye işletmelerinin “doğrudan birer belediye işletmesi olarak” belediye bünye ve disiplininde organize olması
-Daha önceden söylediğimiz gibi siyasilerin bu şirket üzerinden keyfi tasarruflarını önleyecektir.
-Özel sektöre ait bir ticaret şirketinin yapabileceği her türlü davranışı gösterebilmelerini engelleyecek; istediği ücretle istediği kadar eleman çalıştırmaları, istediğine sponsor(!) olmaları, istediği yerden alış veriş etmeleri, istediği fiyatları uygulamaları, istediği yatırımları yapabilmeleri gibi imkanları kaldıracak; yöneticilerinin kamusal çizgi ve sorumluluktan uzaklaşmalarına engel olacaktır.

5.Bu durum, Türkiye gibi şaibeli harcamaların, denetimsizliğin çok olduğu, ekonomisini toparlayabilmek için bir an önce tasarruf etmesi gereken bir ülkede en büyük israf kaynağı ve dolayısıyla en büyük sorundur.
Son olaylardan dolayı yapılan açıklamalardan öğrendik ki; örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin işlemlerinin üçte ikisi bu şirketler üzerindendir. Yani tamamı 100 lira ise, 66’lirası ticaret şirketi anlayışıyla ve gerektiği ölçüde denetlenemeden harcanırken toplam bütçenin sadece 33 lirası doğrudan belediye eliyle kullanılmaktadır.
Bu da gösteriyor ki, bu şirketlerde sadece yüzde elli yani o 66 liranın 33 lirası kadar bir tasarruf imkânı olsa, İstanbul Belediyesinin kendi imkanları -bu haliyle bile- yüzde yüz artacaktır.

Belediye şirketlerindeki israfın yüzde elli olduğu “varsayımı” bunu gösterdiğine göre, siz varın hesaplayın o yüzde elli israf yerine yüzde 70 israf olduğunda, halkın paralarının nasıl gereksiz gösterişlere, gereksiz desteklere(!), gereksiz yatırımlara(!) harcandığındaki kötü durumu.

Çözüm mü:
Çözüm tabii ki “bu işletmeleri kapatmak” değil, o göstermelik tüzel kişilik statüsünden vaz geçmek, doğrudan işletmeye geçmektir. Şirketleri feshedin, hatta aynı kadroları yerinde tutun; oralardaki yönetim kurulu başkanlarını birim başkanı, yönetim kurulu üyelerini ona yardımcılar yapın… işin akışında ne fark eder?

Bırakın bugün ne yapıyorlarsa yine aynı işi yapsınlar…
Böyle yaptığınızda, daha doğrusu yapabildiğinizde görülecektir ki; bu gün bu işi yapanlar yine aynı işi yapacak ama bu sefer sadece kendilerini oraya atayan “siyasete değil” kendi sermayedarları olan “belediyelere” çalışacak, belediye disiplinine girecek ve yaptıkları işin gerçek sorumluluğunu taşıyacaklardır.
Biliyor musunuz? II Abdülhamit zamanından bu yana yerden fışkıragelen Hamidiye Suları Anonim Şirketi’nin tam 16 yönetim kurulu üyesi vardır.

Peki piyasanın en yaygın su şirketi E…’deki yönetim kurulu kaç kişi mi?
Onu da söyleyelim: Sadece 4 kişi.
Bu durumda aynı alandaki bir kamu şirketi 16 kişiyle, bir gerçek ticaret şirketi sadece 4 kişiyle idare ediliyorsa, “israf” ve “insafsızlığın” ölçüsü de bire/dört olmuyor mu?

Çözüm, belediyenin kendi işletmelerini, yani halkın sermayesini “Doğrudan yönetim”le yönetmesi, araya “sanki gerçek bir şirketmiş ve böyle çalışılması gerekiyormuş” gibi bir görüntü veren tüzel kişilikleri kademe kademe kaldırmasıdır.

Bu şimdilik biraz zor ve ulaşılması zaman alacak olsa da “gerçek durumun” anlaşılması, en azından belediye-şirket çekişmelerine bir de bu açıdan bakılmasına ve bu konuda yeni bir anlayışın gelişmesi yararlı olacaktır.