Yerel seçimlere bir buçuk yıl kala bir anıdan yola çıkarak…



Her yerel seçim öncesinde, Turgut Özal döneminden kalan bir anı canlanır hafızamda..
Oldukça “varsıl” olan bir dostum, o tarihlerde boğaza bakan evinde, pazartesi günleri keyifli bir masa donatır, buraya çağırdığı sekiz-on kişilik biz davetliler de o masada dereden tepeden ve tabii ki günün siyasi olayları üzerine de sohbetler ederdik.
Aramızda öyle politikada sivrilmiş, iddialı ya da ülkenin sözü geçen işadamı türünden pek kimse de yoktu.
Sıradan insanlardık.
Yine öyle bir günde, masa arkadaşlarımızdan “akademisyen” olan biri yemeğe hafiften gecikerekten gelince bizlere “Kusura bakmayın, Turgut Bey’in ekibiyle reddedemeyeceğim bir görüşme yapmak durumundaydım, deyip oturdu yanıma.
Yan yana oturmuş kendi aramızda konuşurken ufak da bir sır verdi:
“Bana bir sene sonra sen falan kurumun başına geçeceksin, hazırlan” dediler dedi.
Şimdi burada adını veremeyeceğim ama, bu söylediği, Türkiye’nin siyasete de yön verebilecek çok önemli kurumlarından biriydi.
O zamanlar bu mütevazı arkadaşın dediklerini ne kadar önemsedim, onu bu konuda ne kadar şanslı buldum pek hatırlayamıyorum ama, dedikleri aklıma yazılmıştı her nasılsa.
Evet, bundan tam bir yıl sonra o dediği gerçekleşti ve masadaki arkadaşımız tam bir yıl sessizce hazırlanmış olarak bu ünlü kurumun başına getirildi.
Tanığı olduğum bu olay, bence “aday belirleme” konusunda altı çizilmesi gereken başarılı bir “siyasi planlama” örneğiydi.
*
Türkiye bu günlerde, artık son bir buçuk yılı kalmış olan yerel seçimlere hazırlanıyor.
Yukarıda sözünü ettiğim o olay bir yıla ilişkindi ama, bu günden itibaren “sath-ı mail” yani “eğik düzlem”ine girdiğimiz yerel seçimler için de şimdi aşağı yukarı o kadar bir zaman var.
*
Siyasetle hafiften de olsa ilgiliyseniz, “İktidara giden yol belediyelerden geçer” sözünü bilirsiniz elbette.
Hatta son on beş yıla damgasını vuran şimdiki iktidarın bu günkü kazanımlarının, kendilerinin kazandığı -ya da muhalefetin kaybettiği- seçimlerle elde edildiği olgusu bu sözü doğrulamak açısından gözler önündedir.
Yerel ya da belediye seçimleri neden iktidara giden yoldur?
Hemen akla gelen birkaç başlık şöyle:
-Belediyeler halkın, elini uzattığında siyasete “dokunabildiği” en yakın noktalarıdır.
-Belediyeler partilerin de halkla uzanabileceği en yakın noktalardır.
-Halka hizmet belediyelerden başlar.
-Belediyeler siyasetçi yetiştiren fidanlıklardır.
-Belediyelerde başarılı olamayan parti ya da kişiye kimse güvenmez.
-Belediyeler siyasetçinin iktidar olmanın hazzını aldığı noktalardır.
-Başkanlar her fırsatta boy boy kendi reklamını yapmaya gayret etse de, belediyelerin icraatı, o başkanın “partisinin icraatı” olarak görülür.
- Belediyeler siyasetin finansmanında en önemli kaynaktır.
-Siyasi partilerin propaganda gücü belediyelerinden kaynaklanır.
- Belediyeler partilerin istihdam kaynaklarıdır.
Peki bütün bunlar bu günkü siyasetin gerçekleriyse ve belediyelerin “alınması” ya da “eldekilerin kaybedilmemesi” bir siyasi partinin iktidara gelebilmesi için yaşamsal önemdeyse ne yapmalı?
1.
Partili belediyelerin mevcut durumları, şimdiki başkanlarının iktidarı açısından değil “partiyi iktidara taşımaya” ne kadar hazır oldukları açısından mutlaka ve şimdiden masaya yatırılmalıdır.
Çünkü partilerin amacı yerel değil genel yani ülke çapında iktidar olmaktır.
Partilerin, ellerindeki belediyelerin mevcut durumu ve kendisini iktidara taşıyacak bir durumda olup olmadığını bilmiyor olmaları mümkün değildir.
Durumu biliyor ve başarılı görüyorlarsa ne ala;
Görüyor ama başarılarını artırmak için bir şeyler yapmıyorlarsa ya da yapamıyorlarsa, -yukarıdaki prensipten yola çıktığımızda- bunun anlamı, partiyi iktidara getirmek için henüz pek de bir şeyler yapılamıyor; yerelden çıkıp iktidara varacak yola bir türlü girilemiyor demek değil midir?
2.
Diğer partilerin elinde olan belediyeler alma konusu, elbette “eldekiler”den daha da “ileri” bir planlama ve hazırlık çalışması” gerektiriyor.
Bir parti eğer yurdun sadece belli bazı bölgelerinde yani “yerel”de değil de “genel”de iktidar olmak istiyorsa ve bu “yerel iktidarlar “kişilerin” değil de bir “fikrin, “o partinin düşüncesinin” iktidarı olacaksa, ve de denildiği gibi eğer iktidara giden yol yerel yönetimlerdeki başarıdan geçiyorsa;
Hazır önümüzde yeterli vakit varken bunu ciddi ciddi tartışmakta yarar vardır.
Bu konuda yararlı olabileceğini düşündüğümüz birkaç düşünce şudur:
-Belediyeler her ne kadar siyaset yoluyla alınıp kaybediliyor gibi görünüp kimilerince öyle algılansa da, olaya yukarıda belirttiğimiz başlıklar açısından bakıldığında, bu kurumların halka doğrudan dokunan, bu dokunmayla halkla bütünleşebilen, onu hoşnut eden yapılarda olması gerekmektedir.
Bir açıdan bakıldığında halk, belediyelerde o partiyi iktidar açısından test etmektedir.
Daha açıkçası, “Bunlar acaba iktidarlarında ne kadar iş bilir, ne kadar dürüst, halka ne kadar yakındır” sorularının yanıtlarını görmektedir.
“Bu yöre nasıl olsa bizim partiye oy verir, Ahmet başaramaz giderse yerine Mehmet gelir başkan olur, sonuç değişmez” bakış açısı yanlıştır, oy arttırması gerekirken oy eritir ve bir gün orayı da kaybettirir.
İşte bu “organize işler” eğer her şeye kâdir bir “başkan” eliyle değil de “meclisi” ve yönetici kadrosuyla başarılı olabiliyorsa ki öyledir;
“Parti”nin, bu kadroları -tabii ki mutlaka ismen değil- ama belirli işlevleri üstlenip başarılı olabilecek bir yöntemle belirlenmesini sağlaması gerekir.
Çünkü buraları, o yöre halkının milyarlarca lirasının harcandığı, on bin, yüz bin ya da milyonlarca insanının hizmet beklediği; yüzlerce binlerce kişinin görev yaptığı birer “kurum” olmakla -en azından- başkanından meclis üyesine kadar bu beklentilerini karşılayan, onlara layık yapılar olmak zorunda değil midir?
Şöyle de düşünebiliriz:
Bu kurum örneğin çok büyük ve oranın bütün insanlarının ortağı olduğu bir holding şirket ya da kooperatif olsaydı, başına sadece siyaseten ya da “finansman” konusunda kabiliyetli diye birini getirir, onun karar organı olan belediye meclislerine sadece siyaseten güçlü ya da onun çevresinden kişileri getirmeyi yeterli bulabilir miydiniz?
Başkanı belirleyip “Gerisi senin bileceğin iştir” diye her şeyi tek adamın keyfiliği ve takdirine bırakabilir miydiniz?
Beldeye hizmet verecek belediyelerinizde de;
-Mimar mühendis, şehir plancısı olmadan hangi imar işini;
-Hukukçunuz olmadan hangi hizmetlerin ihalesini, idaresini;
-Ekonomistiniz olmadan hangi bütçenizi;
-Doktorunuz, sağlıkçınız olmadan hangi anlayışla halkın sağlığını,
-Eğitimciniz, sivil toplumcunuz olmadan nasıl halkla iletişim kurabileceğinizi planlayabilecek, hele hele bir başka partinin elindeki belediyeyi kimle ve nasıl “çözecek” ve üzerinde çalışabileceksiniz ki?
Bütün bunları “son ana kadar "içerideki" rakiplerle yarışıp” ve ancak adaylık kesinleştiğinde başlayarak “sayılı günlere” sığdırmak ve yetiştirmek mümkün müdür?
Bu yarışlar olurken tepedeki seçicilerin “dur bakalım kim kimin önüne geçecek” gibi bir “tarafsızlık” göstermesi doğru sayılabilir mi?.
Sonuç olarak:
-Bir beldenin “partiyi iktidara taşımaya yarayacak kadar başarıyla yönetilebilmesi” için o yönetici adayının en azından bir yıl kadar kendisini “hazırlayabilmesi” gerekir.
Aksi halde, bir dost belediye başkanımızın dediği gibi “Ancak ikinci defa seçildiğinde oranın başkanı olup belediyeyi kendisinin yönettiğini hissedebilir”.
Yukarıdaki Turgut Özal dönemine ilişkin anı buna örnek olsun diye anlatılmıştır.
-Yerel seçimlere hazırlanan parti, seçimlerde aday gösterilebilecek başkan dışında “Kadrolarda” olabildiğince “mesleki kotalar” uygulanması için prensip kararı almalı ve bunun böyle olması gerektiğini örgütüne kabul ettirmelidir.
Bu işin gereğidir.
Herkesin “siyasetçi” olduğu bir belediye meclisinde ihtisas komisyonlarına o meslekten üye bulunamıyorsa;
Bütçe komisyonunda bir ekonomist, bir mali müşavir
İmar komisyonunda bir mimar, bir mühendis
Hukuk komisyonunda bir avukat
bulundurulamıyorsa, başarılı bir belediyecilik yapma şansı olabilir mi?
-Başkan “aday adaylarının” adaylığın kesinleşeceği son güne kadar kendi aralarındaki sevimsiz rekabeti önlenmelidir.
Bu rekabet dönemi, aday kesinleşene kadar adeta bir “fetret devri”, bir “parti içi savaş” halini almamalı, partiye siyasi anlamda kan ve zaman kaybettirmemelidir.
Bizce, en azından büyük belediyelerde bunun çözümü için daha şimdiden -içlerinden birinin başkan, diğerlerinin onun yakın yardımcıları olabilecek- bir kaç kişilik “ekip”ler oluşturulmalı, kendilerinden ortak çalışmaya başlamaları, her konuda dosyalarını, projelerini hazırlamaları istenmeli ve yine onlara sonuçta başkan adayının sadece “bu ekip içindekilerden öne çıkan biri”nin olacağı bildirilmelidir.
Bu yapıldığında;
Ortaya başkan “aday adayı” olarak çıkanlar, yine de birbirleriyle belli ölçülerde yarışsa bile; “Son bir buçuk yıla” bir ekip olarak gireceklerini, bu ekipte kaybedenin bile bir biçimde üst yönetimde olacağını ve birbirleriyle çalışma arkadaşı olacaklarını bilmeleri;
Son anda saf dışı kalmayacaklarını görmeleriyle bu “birlikten” daha fazla güç doğacaktır.