YAŞAMIN NE OLDUĞUNU ANLAYINCA
"YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM"



Ömrünün 12 yılını “mapus” damlarında geçirirken, şüphesiz yaşamın en zor taraflarını görmüş...
Uğruna en güzel şiirlerini yazdığı “memleket”inden de bir o kadar zaman ayrı kalıp büyük hasretler çekmiş “Şair Baba” Nazım Hikmet.
Bu kadar çileden sonra her şeye rağmen bakın ne diyor yaşamak ile ilgili:
“Yaşamak güzel şey be kardeşim!”
Artık şuralarda, buralarda demeğe de gerek kalmadı sanırım;
Çıkın caddelere şöyle seyreyleyin bakalım gelip geçenleri.
Takkeli, şalvarlı, kara sakallı adamlar…
Kara çarşaflı, zaman zaman peçeli kadınlar…
Nasıl?
Bir ortaçağ manzarasından farklı yanı var mı?
Yok,
Alın onları götürün Cumhuriyet öncesine…
Hatta 300-400 yıl gerilere falan bırakın...
İnanıyorum ki ne onlar yadırgar bu durumu ne o eski çağların insanları…
Allah bilir, onlar belki de o dönemleri bile yeterli bulmayıp daha gerilerde, daha da gerilerde yaşayamadıkları için hayıflanırlar.
Örneğin bir bin yıl falan…
Ne diyelim?
Umarız, “derdi günü” bilim ve teknik olan, arş-ı alâda fink atan şu gavurlar(!) bir gün “zaman makinesi”ni icad ederler de onları yaşamayı hayal ettikleri ortamlara gönderiverirler bir düğmeyi tıklamakla.
İnsan üzülmeden edemiyor.
Niye bu insanlar kendilerini şu güzelim dünyada yaşadıkları çağa, gelişmeye, dünyanın bütün insanlarını sevmeye, anlamaya kapatır ve sırtını döner?
Niye bu kendine eziyetler,
Niye kadına bu kadar aşağılama, mal gibi görme, hapislik ve perdeleme?
Anlamak hiç mümkün değil.
Şu çelişkiyi bir düşünsenize; bu dünyada neleri yasaklamışlarsa kendilerine; yaşamlarının sonunda o yasaklananlara misli misli kavuşacaklarına inanarak heyecanlanıyorlar.
Demezler mi adama;
Bir şey kötü olduğu için yasaksa her zaman kötü ve yasaktır,
Bir şey güzelse her zaman güzel ve yaşanmalıdır.
Peki, “Bu dünyada bunlar elinizin altındayken size neden yasak”, yarın bunlar “niye size sadece bir ödül olarak vaad ediliyor?”
Kaptırmış gidiyorlar ya…
Çok enteresandır; onun durumuna itiraz edip; “yapma bunu kendine” diyenler, onların bu yaşamda da mutlu olmasını isteyenler, onların daha çağdaşlaşmasını isterken "kötü" olanlar, saldırıya uğrayan, husumetleriyle karşılaşanlar -aslında- kendileri açısından “yaşamanın güzel şey” olduğunu, yaşamayı bilen ve kendilerine göre iyi kötü doğru bir yaşam felsefesi olanlar değil mi.
Ama bakıyorsunuz ki, onlara yaşamı sevdirmeye çalışırken neredeyse kendi yaşamlarından vazgeçiyor, onlar için özveride bulunuyorlar…
“Sen de gel bizim gibi güzel yaşa, yaşamaktan zevk al” diyorlar, uğraşıyorlar, didiniyorlar ama yine de “kötü” oluyorlar.
Yaşamanın anlamını, bu dünyaya neden geldiklerini anlamayanlar, kendilerine gösterilen bu “yaşam desteğini” bir türlü kabullenemiyorlar.
Yaradılış mı?
Bu gidişten çıkarı olanların sinsice koşullandırması mı?
Kader mi?
Kendine eziyetle geçen bir yaşamın sonrasına ilişkin, o eziyetleri bile unutturan “Sınır tanımaz hayaller” mi?
Bilemiyoruz…
Ama ortada bir olgu var ki, içinizden ne kadar yardımcı olmak, yol göstermek, yaşamı paylaşmak gelse de bu döngüyü kırmak, bazı şeyleri hemen değiştirebilmek kolay değil.
Malum: “Kabul edenler, etmeyenler, kabul edilmiştir”
Demokrasi için belki de sırf bu yüzden “kötü yönetimler arasından iyisidir” diyorlar.
*
Hani, “vermeyince mabut neylesin sultan mahmut hikayesine de benziyor olay…
Çokça bilinir ya;
Rivayete göre bir “Sultan Mahmut”, hayatı boyunca işleri ters giden, yüzü gülmeyen bahtı kara birinin kısmetini açmaya, onu mutlu etmeye niyetlenir…
Buna ahd eder ama adamı rencide etmemek için de üstü kapalı yapmaya çalışır;
Kısacası, dibine altınlar döşenmiş baklava tepsisi gönderir, bizim kısmetsiz adam eline üç beş kuruş geçsin diye tutar baklavayı tepsisiyle birlikte birine satar.
Mahmut bir daha dener, içi altın dolu fırınlanmış hindi gönderir, adam kısmetsiz ya… Yine birine verir hindiyi.
Sultan en son bakar ki olmayacak, adamı yakalatıp getirtir saraya, eline bir kürek verip “daldır be adam der şunu hazineye, kürek ne kadar altın alırsa bak hepsi senin olacak…
Ama “kısmetsiz” dedik ya…
Bizimki bu sefer de küreği tersinden tuttuğu için altınlara daldırsa da küreğin sırtındaki bütün altınlar yine dökülür, metelik kalmaz.
İşte o ünlü rivayet de buna dayandırılır:
Sultan ellerini yukarı kaldırır ve bütün iyi niyetine karşılık yaşadığı çaresizliği dile getirebilmek için “Vermeyince mabut, neylesin Mahmut” der.
Zamanımızda böyle fakir fukarayı altına gark edecek Mahmut Sultanlar yok tabii…
Ama “kısmetsiz”ler on milyonlarca.
Şimdiki zamanın gözü tok, gönlü zengin, kendinden çok daha kısmetsiz ahaliyi düşünen sultanları da olsa olsa “çağdaş yurttaşlar”.
Öyle ya, bu “yaşamdan kısmetsizlere” “yaşamanın güzel bir şey olduğunu” anlatmak için kendini zora sokan, dertlenen, özveride bulunanlar yine hep bu çağdaş insanlar.
Onları bilime davet ediyorlar,
Çağın insanı gibi yaşamaya davet ediyorlar,
Onları bütün insanlarla dost olmaya, kaynaşmaya, bu dünyada huzur içinde yaşamaya davet ediyorlar ama olmuyor, olmuyor, olmuyor.
Ellerine çağdaşlığın küreğini de verseniz almıyor alamıyorlar.
Aksine, “yaşamayın, vazgeçin bu dünyadan, kendinizin ve nesillerinizin geleceğinden, kapanın içinize, ortaçağı özleyin” dendiğinde yallah o tarafa…
Yani o “Mabut” her kimse, bir türlü onlara “bu dünyaya eziyet çekmek için değil, yaşamak için geldiklerini” anlamalarına izin vermiyor.
*
Belki onlar kendi dünyalarının kuralları dolayısıyla ölümüne bir dayanışma içerisindeler, aydınlık dünyaya tepkileri kendilerinin birer yurttaş olarak üzerlerine düşeni yapmalarından çok, her fırsatta sadece “kendi kitleleri için” nelere sahip ve hakim olmaları gerektiğinden başka bir şey düşündürtmüyor.
Öğretilmiş kara kinleri kendilerine güç veriyor.
Ellerine geçen her fırsatı o kara kinin gücüne, parasal zenginliğine çevirmeye çalışıyorlar ve geçici bir dönem için bile olsa güçlüler…
Ama, hep geriye baktıkları için dünyanın ne tarafa evrildiğini göremeden, bu çağı anlamadan, dünyaya neden geldiklerini bilemeden; ister siyaseten ağırlıklı, ister maddi imkanlar açısından güçlü olsunlar, bu hemen ellerinin altındaki dünyayı insanca yaşayamadıktan sonra o güç, o zenginlikler neye yarar ki?
Ne diyor yaşamın her türlüsünü görmüş ve sözlerini cümle aleme ezberletmiş olan şair?
“Yani, yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak…”