|
“Kontrol itimada mani değil” ise neden kontrolsüz bir
iktidar?
Duygusal yaradılışımız göz önünde bulundurulunca, başlıktaki
sözün bizden gelmiş olamayacağını düşünmek daha doğru.
Almanlar çok kullanırlarmış.
“Vertrauen ist gut kontrolle ist besser”
Yani “Güvenmek iyidir ama kontrol daha iyidir”
Büyük olasılıkla da oradan alınmadır.
Malum, disiplinin ve dolayısıyla denetimin çok önemli olduğu askerlik
mesleğinde, Osmanlı Almanlarla çok sıkı işbirliğine girmişti.
Alman generali Otto Liman vonsanders “Paşa”, Balkan Savaşlarında
yıpranan Osmanlı ordularını "ıslah" etmek için Türkiye’ye gelmişti.
1915 senesinde Çanakkale’de ordumuzun başındaydı.
Daha sonra1918’de Suriye ve Filistin’deki Dördüncü, Yedinci ve Sekizinci
ordulardan meydana gelen Yıldırım Orduları grubunun başına getirilmişti.
Sonrasında 1960’lı yıllarda bir Almanya olayı var: "İşçi göçü".
Şimdi üç milyonlara varan o zamanki yüz binlerce insanımız Almanya’ya
gitmişti çalışmak için.
–Daha doğrusu- Almanlar kendi işgücü açıklarını kapatmak için bizim
adamları ağzındaki dişlerinin sağlamlığını bile “kontrol” ede ede işçi
seçmiş ve gidenler hep o anılan Alman disiplini altında
çalıştırılmışlardı.
Orada yaşananların buradaki yankısı da olabilir bu söz;
Hatırlarım, bizde de bazı iş yerlerine asılan tabelalarda bunun
Türkçeleştirilmiş şekli yer alırdı:
“Kontrol itimada mani değildir”.
O söz aslında kendini çok açık bir biçimde ispatlıyor değil mi?
“Kontrol” ile yola çıkan Almanya nerede, “İtimat”la idare edilen Türkiye
şimdi nerede…
*
Konuya buradan girişimizin nedeni, bu yazının yazıldığı şu günde
milletimizin önündeki “referandum”un, -bir bakıma- iktidarın başına
“güven” duyulup duyulmadığının da oylanıyor havasına girilmesi.
Bir kısmımız asıl konuyu bile tartışmadan işi bu söylediğimiz anlamda
“Evet” ya da “Hayır”a dönüştürüyor ama, aslında önümüzde ciddi bir
"Anayasal sistem”, “rejim” seçimi ile birlikte “beka” denen “devletin
geleceği” meselesi var.
Bir tarafta son yıllarda başarısızlıkları iyiden iyiye gün yüzüne çıkmış
ve bu durumuna çözüm arayan “iktidar” ve siyasi şanslarını tümüyle
kaybettiği için kendisini ona teslim etmiş –sözüm ona milliyetçi- bir
genel başkan;
Diğer yanda “iktidardan vazgeçtik, rejim ve Türkiye elden gidiyor”
“siyasetinize dahi bir şey demiyoruz ama gelin şu memlekete kıymayın
efendiler” diyen ana muhalefet partisi ile irili ufaklı diğer partilerle
birlikte, içinde baroların da bulunduğu bir sürü sivil toplum örgütü...
“Hayır” denmesinin nedenleri hemen her yerde olabildiği kadar çokça,
açıkça ve çarpıcı örnekleriyle anlatılıyor da; “Evet”çilere dönüp
baktığınızda tüm cephede hemen hemen bir tek tavır hakim:
“Reis’e güven, gerisini merak etme sen”
Bunu baştan anlattığımız Alman sözüyle söyleyecek olursak “İtimat
kontroldan iyidir” gibi bir anlayış.
Neden?
-“Efendim kuvvetler ayrılığı gibi kontrollü sistemler iktidarın icraat
hızını kesiyor, Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında çatışmalar
yaratıyor, kalkınma için yapılması gereken ataklar yapılamıyor”
derler ya…
-“Hangileri mesela?” Diye sorun, konu o tarafa gelince ses yok. Ama,
daha bu günden yapılanlar, öylesi bir durumda daha neler neler
yapılabileceği hakkında çok açık işaretler vermiyor mu?.
*
Daha önce de söylemişizdir;
Şu dünyaya tepeden baktığınız zaman, kurtuluş ve kuruluştan bu yana yine
de çok mesafe almış olmamıza karşın, Türkiye –ne yazık ki- hala
“Gelişmekte olan” ülkeler sınıfında sayılmaktadır.
“Gelişmekte olan…”
Batılıların bulduğu bu “diplomatik”, bu heveslendirici, bu iltifatkâr
tanımı beğenebilirsiniz.Orası tamam da, onu bir de “gelişmiş” ülkeler
açısından ele alıp, “Yahu bırak bunları; yani şimdi sen bize gelişmiş mi
demek istiyorsun, yoksa halen gelişmemiş mi?” Diye sorduğunuzda, o
çağdaş ülkelerin bizi nerelerde gördüğü açıkça belli oluyor.
Aynen, “yetişmekte olan” ile “henüz yetişmemiş” arasındaki farklılıkta
olduğu gibi.
*
Küresel ölçüde yapılan araştırmalar ve ortaya konan istatistikler de çok
net biçimde gösteriyor ki; Türkiye şu anda pek çok konuda hiç birimizin
içine sinmeyecek kadar gerilerde, hatta hiç beğenmediğimiz kimi
ülkelerin bile gerisinde bir yerde.
Nerelerde örneğin?
Birleşmiş Milletler’edahil 188 ülke arasında asla ilk 20’lerde, 40’larda
hatta 60’larda falan da değil.
Şu insani gelişmişlik sıralamasına bir bakın:
1.Norveç
2.Avustralya
3.İsviçre
4.Danimarka
5.Hollanda
6.Almanya
………
72.TÜRKİYE (2014’e göre bir yılda 3 sıra gerilemiş olarak)
78. Geçen gün hanımını başkan yardımcısı yapan soydaşımız Azerbaycan”
Peki, ya daha da geride kalmış ama bu aralar adını fazlaca duyduğumuz
ülkeler nerelerde?
108.Mısır
110.Endonezya
121.Irak
145.Kenya
147.Pakistan
152.Nijerya
180.Yemen
163.Uganda
Bu arada; gördüğünüz sıralamayı biz yapmıyoruz…
Birleşmiş Milletler yapıyor ve bütün dünyaya “İnsani Gelişme Endeksi
(2015) adıyla sunmuş durumda. Yani herkesin bildiği, inandığı, itibar
ettiği sıralama bu.
Peki, hadi biz bir karar arefesindeyiz de; Bu “daha geri”dekilerde” o
memleketlerin halkını çağdaşlaştıracak, ekonomilerini kalkındıracak,
refahı arttırıp tabana yayacak bir siyasal yapı var mı?
-“Maalesef yok”
Neden?
Çünkü oralarda tepeden yöneten bir sistem kurulmuş.
Altta kalanların sesi sedası çıkmıyor, çıkmak istediğinde de
“çıkarttırılmıyor”.
Ha bir de iliklere kadar işlemiş “patron bilir” “ben ona güvenirim” “o
ne yaparsa iyi yapar” anlayışı sinmiş üzerlerine.
Biat eden, kaderci, yanaşmacı… hadi daha fazlasını söylemeyelim.
Aynen, şimdi batıdan eleştiri aldıkça pek iç içe olmaya başladığımız o
çok gerilerdeki Ortadoğu ve Afrika ülkelerine hakim olan siyaset gibi.
*
Bir musibet bin nasihatten evladır (iyidir) derler ya,
Demokrat Parti’nin “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz”
aşamasına bile ulaşan günleri yaşadık bir zamanlar malum…
Bunun etkisi ile olacak, bizim 1962 Anayasası’nda da o endişenin izleri
vardı.
Demokrasi, “hani kötüler arasında en az kötü olanıdır” denir ve bu
mecburiyet karşısında yine de bir şeyler yapılmaya karşılanır ya:
İşte bizim gibi ülkelerde “halkımız isterse” ya da “istiyor” denip
olmadık şeylerin yapılmasının en azından frenlenebilmesi, kararların
biraz zamana yayılarak daha iyi anlaşılabilmesi için “sistem”de iki ayrı
mekanizma kullanılır:
Biri Anayasa mahkemesi, diğeri ikinci meclis yani “Senato”
-Anayasa mahkemesiyle, "iktidarın meclisten geçirdiği", adına milli
irade dediği her şey bağımsız bir mahkemenin süzgecinden geçirilir ve
hukuka uymayan kanunlar iptal edilir;
-“Senato” denen ikinci meclisle ise, iktidarın “millet ne derse o olur”
deyip “Millet Meclisi”nden geçirdiği her metin; ikinci defa, bir kere de
“okumuşlar meclisi” denebilecek ve Üniversite mezunu, 40 yaşını aşmış”
kişilerden oluşan “senato süzgecinden” geçer.
Türkiye 1962’de bu iki süzgeci birden devreye sokmuş ama buna rağmen
yine de demokrasisini “sıkıntılı” olmaktan çıkaramamıştır.
Şimdiki iktidara sorarsanız, kendilerinin de şikayetçi olduğu bu
“sistem”i düzeltmenin tek yolu, bütün bu denge/fren mekanizmalarının
kaldırılarak kararların tek kişinin takdirine bırakılmasıdır.
Yani bütün frenlerinin boşaltılması…
Diyelim ki bu günküne “itimat” ettiniz
Devlet de “Devlet-i ebedmüdded” yani “Sonsuza kadar yaşayacak
devlet”tir…
İyi de, şimdiden “kim olacağını bilemeyeceğimiz bir yeni gelenle”
memlekette işler giderek sarpa sararsa, daha önceden siyasetin
frenlerini de boşaltmışsanız, ne olur bu işin sonu?
Bir bakın bakalım Osmanlı padişahlarının kaçı akıllı, kaçı çocuk, kaçı
deliydi?
Bunu yazarken aklıma Nasrettin Hoca’nın ünlü hikâyesi geldi:
Deli’nin biri minareye çıkmış, akıllılar bir türlü aşağıya
indiremiyorlar.
Gidip danışmışlar Hoca’ya,
O da “beline bağlayın bir ip, çekin gelir” demiş.
Yapmışlar yapmasına da, ip çekilince adam yere yapışmaz mı?
“Be Hoca” demişler, sana inanıp yaptık ama ufak bir yanlışlık oldu
galiba...
Hoca pişkince, “Yahu” demiş “İp bağlayıp çekme işi doğrudur, bu işte
yanlış yok. Hatta biz bir zamanlar böyle ip bağlayıp bir adamı da
kurtarmıştık ama onu kuyudan mı çıkarmıştık minareden mi indirmiştik
şimdi tam çıkartamıyorum."
Bizce Hoca Nasrettin gibi, bu işte yol gösteren bazı anayasacı
"hoca"ların da iyi düşünmeleri gerek;
Önerdikleri sistem sonuçta destekledikleri kişiyi kuyudan çıkarmaya mı
yarıyor, minareden indirmeye mi?
Bu işler için şimdi herkes oy kullanacak.
“Atalarının, dedelerinin, babalarının bin bir fedakârlıkla buraya kadar
getirdiği ülkemizde, bu memleketin geleceği konusunda, benim de hem
hakkım hem atalarıma karşı sorumluluğum var” diyen herkes iyi düşünüp
işi “hayır”lı bir çözüme kavuşturmalı.
|
|