Ülke işsizlikle boğuşurken şu “üretimi”
vergilendirmekten niye vazgeçmeyiz ki?



“Bir ülkenin gelişmesinde, insanlarının refahını sağlamada “En itici güç” nedir acaba?” diye sorulduğunda “Üretimdir” desek acaba itiraz edenimiz bulunur mu?
Bence –soruyu tam anlayamamış olmak dışında- buna pek karşı çıkan olmaz.
İsterseniz sınayın kendinizi;
bir düşünün bakalım daha başka bir cevap bulabilecek misiniz?
Üretim… üretim ve yine üretim tabii.
Öyle ya,
Kocaman bir ülkesiniz, milyonlarca nüfusunuz var ve tabii ki insanların bir sürü ihtiyaçları;
Yiyecekler, içecekler, giyecekler, bir şeyler tüketecekler…
-“Peki nasıl?” yani “hangi imkanlarla?”
Olan mal varlıklarını satıp savıp mı?
Bir biçimde borçlanarak mı?
Yoksa,-mal ya da hizmet- ama mutlaka bir şeyler üretip satarak karşılığında kazandıklarıyla mı?
-“Elbette ki bir şeyler üretip kazandıklarıyla” olacak bu iş.
Çünkü ne bitip tükenmeyecek gibi malvarlıkları olur bir ülkedeki insanların ve ne de sınırsız borçlanma imkanları.
Bütün bu anlattıklarımızı özetleyecek olursak; kısa dönemler dışında “halkın refahı=üretim” diyebiliriz.
O zaman, bir ülke ekonomisinde önünün en fazla açılması gereken, en olmazsa olmaz olan şey de üretimin ta kendisi değil midir?
Demek ki bu işlerdeki en önemli ölçümüz “üretim” olmalıdır..
*
Piyasa ekonomisinde, devletler üzerlerine düşen görevleri yerine getirirken, harcamalarını büyük ölçüde “vergi” toplayarak karşılarlar değil mi?
Bu bir “olmazsa olmaz”dır tabii…
Şimdi yine bir özet yaparsak; devletin, ihtiyacı olan vergiyi toplarken, o toplanan verginin kaynağı olan işi yani “üretimi” engellemeden yapmak gerektiğini birinci kural olarak kabul etmemiz gerekir.
Sağlıklı bir vergi sisteminin üretimi yani kendi kaynağını “frenlemesi” asla kabul edilemez.
Peki, bizdeki uygulamada böyle bir engel var mı gerçekten?
Var tabii…
Bakın bu “engel” nereden kaynaklanıyor:
Olayı daha iyi görebilmek için iki “uç” durumu göz önüne getirelim…
Ekonomide binlerce çeşit üretim vardır ama, anlatımı basitleştirmek için diyelim ki sadece ayakkabı üretiliyor ve ayakkabı üretiminde “işçilik” gideri yüzde elliyi buluyor.
Yani bir ayakkabı maliyetinin yarısı malzeme, yarısı işçilik…
Bu tabloda, devletin biri işverenin çalışanına vereceği 100 liradan hiç vergi almasın, yani ücretler vergisiz olsun; Bir diğer devlet ise çalışana verilen her 100 lira için bir 100 lira da kendine vergi alsın.
Şimdi soru şu:
Bu durumda, ücretlerden vergi alınmayan ülkedeki ayakkabılar (50 malzeme+50 işçilik=)100 liraya mal edilirken, vergi alınan ülkedeki maliyet (50+50+25 vergi=) 125 lira olmaz mı?
Toplayın, çıkarın, çarpın, bölün; işin matematik sonucu bu…
Devletin ihtiyacı olan vergilerin buradan alınmayınca nerelerden toplanacağını ayrıca ele alacağız ama şimdi düşünelim bakalım;
-Aynı ayakkabıları birinin 100, diğerinin 125 liraya mal ettiği iki ayrı ülkeden hangisi dünyaya daha fazla ayakkabı satabilir?
-Bu şartlar altında o iki ülkeden hangisi üretimine devam edebilir?
-İhracatını yapan ile yapmayan bu iki ülkeden hangisinde insanlar iş bulur, hangisinde işsizlik bizdeki gibi diz boyu olur?
*
Örneğimizde uç noktalardan yola çıkılmış da olsa, “Ücretler üzerinden alınan vergiler, mal ya da hizmet üretiminde, o üretilen ürünün maliyetini “devlet eliyle” yükseltmek ve sonuçta satışa sunulacak malın fiyatında maliyet artışına razı olmak demektir.
Tabii maliyetler artınca bir ülkede mal da, hizmet de “pahalıya üretileceği için” üretilenin ne yurt içinde ne yurt dışında satış şansı olamayacaktır.
Buna bağlı olarak da; satış şansı olmayan mallar üretilemez, ülkede üretim olmazsa onun işçiliğine de hiç ihtiyaç olmaz.
Sonuçta; vergiyi üretimden almaya başladığınızda, ülke ekonomisi geriler, borca batar, insanlara iş bulunamaz, onlar yoksul ve sadakaya muhtaç durma düşerler.
*
Demek ki, “ücret üzerinden alınan vergiler üretimi ve istihdamı baskı altına alır”.
Peki ücretlerden vergi alınması bu kadar yanlış mı?
Doğru bir soru.
Ama bunu cevaplamak için verginin bir başka özelliğini de düşünerek yanıtlamak gerekiyor.
Vergiler her zaman kanunun koyduğu yerde durmaz.
“Yansır” ya da bir tarafa“kayar” biliyor musunuz?
Bu özelliklerinden dolayıdır ki özellikle ücret üzerinden alınan vergiler, o ekonominin emek ( işgücü) piyasasındaki arz ve talep (sunumu ve istemi) arasındaki dengeye göre ücretli ile işveren arasında bir biçimde dağılır.
Yani işçiden alınıyor denen vergi koşullara göre işverenin vergisi halini alır.
Bu basit bir pazarlık gücü olayıdır aslında:
İşveren işçi bulma peşinde koşuyorsa, işçi ücretin vergisini işverenin sırtına yıkar;
İşçiler işverenin peşinde koşuyor “aman bizi çalıştır” diyorsa işveren bu vergiyi işçinin yövmiyesinden keser yani onun eline daha az para verir.
Ama kim kime yıkarsa yıksın, bir şeyden kaçılamaz:
“ücret üzerinden alınan vergiler üretim maliyetine yüklenir ve onu yükseltir”.
Gelelim uygulamaya…
Gelişmiş ülkelerde –tanımı gereği- işsizlik düşüktür.
İşverenin karlılığı yüksektir.
Dolayısıyla gelişmiş ve zengin ekonomilerde ücretler üzerinden alınan vergiler, emek arzının kıtlığı ve işçinin bu pazarlıktaki gücü dolayısıyla o kazançlı işverenin üzerine, dolayısıyla “kazancın” üzerine kayar ve ülkedeki vergi yükü ne ekonomiyi dara sokar ne istihdamı baskılar ve ne de çalışanları üzer.
Dolayısıyla “ücret üzerinden vergilendirme, bir gelişmiş ülke vergisidir.
Ama az gelişmişseniz ve işsizliğiniz yüksekse sistem tersine çalışır ve o alınan model sizde refahı engeller..
İşsizliğin diz boyu olduğu yoksul ekonomilerde ücrete konan vergi bir yandan işçiye, hizmetliye yansıyarak onun ücretini baskı altına alıp düşürür, diğer yandan üretim maliyetini yükselterek satışı, üretimi ve dolayısıyla ülkedeki istihdamı kısıtlar.
Bu tabloyu kolayca gözlerinizin önüne getirmek için; var sayın ki ücretler üzerinden alınan vergiler bir anda kaldırıldı…
Ne olur?
Böylece, o daha önce “yansıma” dolayısıyla işçi ile işveren arasında paylaşılmış olan verginin işverenin sırtında kalmış olan kısmı kalkacağı için üretim maliyetleri düşer.
Düşen üretim maliyeti, mal ve hizmetin iç-dış pazardaki satış şansını arttırır, artan satışlar da tabii ki üretimi ve üretimin vazgeçilmez bileşeni olan istihdamı yükseltir.
*
Türkiye’deki vergi sistemi maalesef emek arz ve talebinin “emek lehine”, yani sanayicinin çok kazandığı, rahat sattığı, işsizliğin sorun olmadığı zengin ekonomilerin modelidir ve vergiciliğini örnek aldığımız ülke Almanya’dır.
Ne enteresandır ki, aynı vergiciliği uygularken o Almanya bizden işçi almış, bizim işçimiz ise iş uğruna Almanya’ya gönderilmiştir.
Peki bu vergi sistemi kime yaramıştır?
*
Yazının sonuna gelmişken sorulacağı beklenen o soruya da cevap verelim:
-“Peki ücretler üzerinden almayacağımız ya da çok azını alacağımız vergiyi kimden alalım, kaybı nereden karşılayalım?”
Aslında çok detaylı anlatılabilecek bu konuyu kısaca özetleyelim:
-Yukarıdaki modelle işçi iş bulur, işveren kazanır, ihracat yükselir, ekonomi gelişirse ekonomide “pasta” büyümüş demektir. Pastanın büyümesi devletin her türlü vergi gelirini yükseltir.
-Bu gün on milyonu aştığı ortada olan işsizinize bakma yükünüz azalır. İnsanlar iş bulabildiği için kendi kazançlarıyla geçinmeye başlarlar.
-İç piyasadaki ithal ikamesi ve artan ihracat dolayısıyla büyüyen üretim, ölçek ekonomisi doğurur, verimliliği yükseltir.
-Yatırımcı işveren daha ucuza mal edip daha fazla satabildiği ve dolayısıyla daha fazla kazanabildiği için o artan kazançlar üzerinden toplanan vergi, ücretlerdeki vergi kaybını fazlasıyla karşılar.
Bütün bunların yanı sıra yatırımcı iştahlanır, ekonomimiz canlanır, ihracatımız artıp ithalatımız düştüğü için cari açığımız daralır, dış borçlanmada zorlanmayız.
-İşsizliğin getirdiği sıkıntılar; sefalet, sadaka bekleme, huzursuzluk azalır.
-Ekonomimiz canlanınca itibarımız artar, dış politikada edilgenlikten kurtulur güçlü oluruz.
*
Bu durum belki birilerinin pek işine gelmeyebilir…
Kredi kartlarını daha fazla taksitlendirmek, ödeyemeyenin borcunu yeniden yapılandırmak, emekliye bankadan promosyon, konut alımına daha fazla borçlanma imkanı, yetmeyen malı derhal ithal etmek ve saire gibi sözüm ona “çözüm”ler varken “sırası mı bunun” bak gelişmiş ülkelerin uygulaması da böyle değimli de denebilir.
Ama bir yapsalar…
Ülkemiz o zaman onların deyimiyle bu “Orta gelir tuzağı”ndan kurtulur, belimiz biraz daha doğrulmaz mı?