Ver yapsınlar, işletsinler, arabalar kısa yoldan gitsin de
peki biz nereye doğru?


Önce hikâyeyle başlayalım…
Adam, kalabalıkça bir bara gitmiş ve daha kapıdan girerken bağırmış:
Heeeeyt barmen…! Herkese içki ver, içebildiği kadar içsinler; bu gün bütün hesaplar benden!
Aman ne hoş…
Böyle bir fırsatın her zaman çıkmayacağını düşünen müşterilerin hepsi başlamışlar dolu dolu içmeye.
Öyle ya, nasıl olsa kendi ceplerinden beş para çıkmayacak…
Böyle güzel bir adamı bir daha nereden bulacaklar…
Barmen memnun, millet içtikçe alacağı hesabın yükseldiğini düşünüyor falan…
Bir saat, iki saat…
İçen içmiş, giden gitmiş ve derken barın kapanma saati gelmiş çatmış.
Bir açıdan da “hesap kesme vakti”
Barmen büyük tahsilatının heyecanını yatıştırmak için bir duble de kendi atmış ve pusulayı uzatmış adama.
Ödemeyi alacak ya…
Bizimki gevrek gevrek gülmüş;
“Ne parası birader, her şey para mı? Bak herkesi mutlu ettik, ne güzel bir akşamdı ama değil mi?”
Bunun üzerine olanı tahmin edebiliyorsunuz sanırım.
Mesleği gereği böyle durumlara antrenmanlı olan barmen almış adamı ayağının altına, vermiş sopayı. Öyle yer misin yemez misin falan da demeden…
Hani tarih tekerrür eder derler ya….
Aslında tarih sadece olanları yazar. Olayları tekerrür ettiren, onlardan ders almayan insanların kendileridir.
Birkaç gün sonra bizimki yine çıkıp gelmiş o bara.
Ve büyük bir pişkinlikle yine gürlemiş:
Eyy millet, bakın şansınız yine ayağınıza geldi. Yine istediğiniz kadar içebilirsiniz, bu gece de kimsenin cebinden beş para çıkmayacak merak etmeyin, alnız bir tek isteğim var sizden; İstediğiniz kadar içebilirsiniz ama sakın şu tezgahın arkasında duran adama içki miçki vermeyin, çünkü içince mutlaka sapıtıp burada hadise çıkartıyor!
*
Fıkra aklınızın bir köşesinde kalsın…
Şimdi gelelim kendi meselelerimize:
Eğer, bir tür eğitiminiz ya da eğitimsizliğinizle, sağduyunuz ya da sağ duyusuzluğunuzla bu dünyayı nasıl algıladığınız ya da algılatıldığınızla bağlantılı olarak hep “bardağın dolu tarafı”ndan bakmaya alışmış ya da alıştırılmışsanız, sadece o an için de olsa, “bazı icraat”ın yalnızca size yansıyan olumlu yanını görür, hatta çıkar ortaya “ böyle muhteşem bir kalkınma, böyle büyük bir hizmet fırtınası görülmemiştir bu güne kadar” falan da dersiniz.
İyimserlik hoştur tabii…
Peki, böylesi bir iyimserliğin hesaba kitaba dayanır tarafı olur mu?
Olmaz… Çünkü iyimserlik ya da “bardağın hep dolu tarafını görme” işi, bilinçli ya da bilinçsiz bir “duygusallık”tır aslında.
Hesap başka şeydir, duygu başka.
Hesap, doğrularla yanlışların; maliyet ile faydanın karşılaştırıldığı ciddi bir iştir.
Hesap; insanın kendisine, topluma, tarihe, geleceğe karşı sorumluluğudur aynı zamanda..
*
Türkiye, içine düştüğü ya da düşürüldüğü durum dolayısıyla ekonomik bir dar boğazın içindedir değil mi?
Üretim yetersizdir, üretici umutsuzdur, İhracat düşmektedir.
İthalat yüksektir ve ithalat-ihracat arasındaki fark yani Türk ekonomisinin “dışarıyla olan alış verişinde” her yıl verilen “açıklar” çok büyüktür.
Dış ticarette verdiğimiz açıklarımızı Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileriyle, son yıllar itibariyle ve geriye doğru söyleyelim:
2015’de 63,4 milyar dolar
2014’de 84,4 milyar dolar
2013’de 99,8 milyar dolar
2012’de 84,01 milyar dolar
2011’de 105,9 milyar dolardır.
Ya da son iktidar dönemini baz alarak topluca bir rakam verelim en iyisi: 2002-2015 yılları için 850,3 milyar dolardır.
Yani “Türkiye dükkanı” kazanmıyor bir türlü.
-Peki ya borçlarımız;
Bu yazının yayını tarihi itibariyle 411,5 milyar dolardır.
-İşsizlik?
2016 Mayıs ayı “TÜİK hesabına göre” genelde yüzde 10,2 Gençlerde yüzde 19,1
-Milli gelir?
Döviz kuru arttıkça düşerek 2016 Ocağında 9.364 dolara indi. Yani hala 10 bin doların altında…
*
Bu arada da "bir şeyler" oluyor:
-Marmara’dan girip Karadeniz’e çıkacak çılgın boğaz projesi: 20 milyar lira,
-İstanbul Boğazı üzerine Dünya’nın raylı sisteme sahip en uzun asma köprüsü ve yolları: 2,3 milyar dolar,
-Dünya’nın en büyük ikinci hava alanı: 10,2 milyar Euro,
-İzmit Körfezine Dünyanın dördüncü en uzun açıklıklı köprüsü ve bağlantı yolları: 6,9 milyar dolar,
-En son "icraat"… İzmir-Ankara arasını 4,5 saate düşürecek kara yolu projesi: 8 milyar lira…
Hizmette sınır yok ve halkımız en iyi şeylere layık, onlardan hiç bir şeyi esirgemeyelim ya...
Şimdi hepsini burada saymaya kalkmayalım…
Ama bir ortak tarafları var bu işlerin;
Bunlar devletin elindeki parayla yapılamayacak kadar “maliyetli” projeler olduğu için uluslararası finansmanı gerektiriyor.
Tabii uluslararası finansmancılar da, "geri ödeme hesaplarının" bizde "aman nereden bulacağız" telaşında olduğumuz döviz ile yapılmasını istiyor
Dolayısıyla buralardan arabayla bir güzel “kestirmeden geçerken” halkımızın yani bu ekonominin geri ödeyeceği paraların, yani bu işlerin “maliyeti+yabancı yatırımcı kazancı”nın yine o telaşında olduğumuz dövizle ödenmesi gerekiyor.
Ödeyebilir miyiz?
Gerçi “yatırımcı”lar kendi hesabını döviz üzerinden yapsalar da arabayı süren adam cebindenTürk Lirasını çıkarıp verecek ama... Onlar el mahkum fiyatı sürekli dolar kuruna göre “ayarlayacak”lar sürekli.
Yani ha Mehmet Ali, ha Ali Mehmet
Dövizle ödedik ödedik, ödeyemezsek bu işlerin faturası aynen çoluk çocuğa kadar uzanacak ve bir gün misliyle yüklenecek.
Millet olarak adam başı ne kadarını öderiz dersiniz?
Oturun, koyun dış borçlarımızın üzerine bir de bu “bizden tek kuruş çıkmazken” adamlardan “milyar milyar” çıkan ve katlayarak geri almayı bekledikleri ve bilmem kaç yıllar boyunca ödenecek “dövizli hasılatı”… Sonra bölün işlisi işsizi, dulu emeklisi, esnafı memuru, bebeği ihtiyarı ile 79 milyon nüfusun başına,
“Hesap” çıksın ortaya.
Bakın işte... Bu ekonomide ne kazanıyorsunuz, geliriniz nedir, adam başına ödeyebileceğiniz ne kadar…
Sonunda almasına alırlar, kalmaz paraları, bırakmazlar keyfinize öyle.
Ödersiniz bir şekilde de... Bu paraları ödedikten sonra karnınızı doyurmak için, bu çağda namerde muhtaç olmadan yaşayabilmek için geriye kaç paranız kalır elinizde onu bilemem.
Bu işlerde yukarıdaki gibi "Kimsenin cebinden bir şey çıkmayacak, bütün hesaplar benden" diyen biri olmayacağına göre; orasını günü gelince herkes kendisi hesaplayacak artık.